“Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, DEVA Partisi lideri Ali Babacan ve Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu ile parti binalarına giderek görüştü” haberini işittiğinde, pek çok kişinin, benim içimden geçen hislere benzer bir ferahlama duygusuna kapıldığına eminim.
İYİ Parti lideri Meral Akşener ve Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal ile görüşmesini de beklerim Saadet liderinin.
Hepsinden sonra da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na uğrarsa hiç şaşırmam.
Gerekirse bir daha, sonuç alamazsa bir defa daha görüşmeli.
Temel Bey, bir önceki seçimin (2018) öncesinde de, eskiden ‘mekik diplomasisi’ diye adlandırılan türden ziyaretlerde bulunarak, o zamanın vahim yanlışını önlemeye çalışmıştı.
Bu defaki ziyaretler de benzer bir misyonla ilgili olabilir.
İktidarı-muhalefeti fark etmiyor, siyasete yakın duran herkes, takvimden düşen her yaprakla biraz daha yakına gelen seçimin, ülkemiz açısından en hayati tercihi yansıtacağını biliyor. Halk da durumun farkında ve siyaset erbabının bu defa da geçen seçimde olduğu gibi vahim sonuçlar doğurabilecek bir hata yapması istenmiyor.
Türkiye’nin ve muhalefetin artık hataya tahammülü yok.
Önümüzdeki seçimin tarihi önemde olduğunu ve bu defa ‘sıfır hata’ ile sınavın verilmesinin şart olduğunu düşüyorsak -ki ben öyle düşünenlerdenim- bu konuda en büyük vebalin başta Millet İttifakı çatısı altında bulunanlar olmak üzere muhalefet partilerine düştüğünün de kabul edilmesi gerekir.
Bilhassa CHP’ye.
Vebal dolayısıyla yükümlülükleri ağır.
Muhalefet sözcüleri ne zaman ağızlarını açsalar bir sonraki cumhurbaşkanının kendilerinin çıkaracağı aday olacağını tekrarlıyorlar.
Olabilir mi?
Elbette olabilir. Ancak şartları var. En baş şart da, aday olarak üzerinde uzlaşacakları ismin, halkın çoğunluğunun rahatlıkla oy verebileceği biri olmasıdır.
“Seçilebilecek biri” ile kast edilen bu olmalı.
Her seçime her parti kendilerinin sandıktan başarıyla çıkacağına inanarak girer, ancak bazı partilerin bu iddiası sandık tarafından onaylanır, diğer partilerde hayal kırıklığı yaşanır.
Halkın oy kullandığı son iki cumhurbaşkanı seçiminde de iddialıydı muhalefet; ancak beklenen sonuç ikisinde de alınamadı.
“Adam kazandı.”
Bu defa farklı bir sonuç alınması mevcut şartlar göz önünde bulundurulduğunda çok mümkün.
Yeter ki ‘kazanabilecek’ bir isim üzerinde uzlaşılabilsin.
Öyle bir isimle gidilecek seçimde muhalefetin cumhurbaşkanı adayına hiç zorlanmadan oy verecek seçmenlerin, o adayın seçildikten sonra rahat çalışmasını sağlamak için milletvekili seçiminde de muhalefetin adaylarını Meclis’e göndermek üzere oy kullanacaklarını partilerin hesap etmekte olduğunu umarım.
Muhalefet gelecek dönemin cumhurbaşkanı olarak seçilebilecek birini belirlemekle, vaat ettikleri köklü değişiklikleri kısa yoldan gerçekleştirebilecekleri sayıda bir Meclis çoğunluğunu da elde edebilir.
Cumhurbaşkanı seçimini hangi tarafın adayı kazanırsa Meclis çoğunluğunun da o tarafta olma ihtimali çok yüksek.
Görünüşe göre, CHP’liler, aday olması durumunda kendi liderlerinin seçilebileceğine kendilerini şartlamış durumda.
Daha da önemlisi, başlarda hiç düşünmediği halde, Kemal Kılıçdaroğlu da kendisini adaylığa fazlasıyla ısındırmış görünüyor.
Aday o olduğu takdirde seçilebilir mi CHP lideri Kılıçdaroğlu?
Bu soruya kuvvetli bir biçimde, “Tabii, elbette, mutlaka” türü bir cevap vermeye hazır olanlar yalnızca CHP’liler. Hatta onlar içinde de, hesaplarını sürekli yanlış yaptığı ve partilerine her seçimde yenilgi yaşattığı bilinen bir grup kesin kararlı.
Kılıçdaroğlu liderliğinde girdiği 10 seçimin hepsinde hayal kırıklığı yaşadı CHP. Aday olur ve kaybederse bu Kılıçdaroğlu için 11. yenilgi olacak.
Yanlış hesap bir kez daha hayal kırıklığı yaşatabilecek.
İktidarın hesabı bir kez daha tutmuş olacak.
En baştan itibaren, iktidar cephesi, sonunda kazanmalarını getirecek değerlendirmeyi adaylarının karşısına CHP liderinin çıkacağı hesabıyla yaptıklarını gizlemiyor.
Seçim tarihi olarak 14 Mayıs’ı ve “Yeter söz milletindir” gibi daha ilk bakışta bile yanlış bir strateji görüntüsü veren sloganın benimsenmesini iktidarın bu hesabıyla açıklamak mümkün.
O tarihin ve sloganın simgesel değer açısından kullanılabilirliği, karşılarındaki rakibin CHP’nin genel başkanı olmasıyla bir anlam taşır.
Eğer aday beklendiği gibi Kemal Kılıçdaroğlu olursa, iktidar cephesi, sanıldığı gibi onun ‘Alevi’ kimliği üzerinden bir kampanya yürütmeyecek, hatta Alevi kesimi kazanabilmek için daha önce kaçındığı girişimlere bile başvurabilecektir.
Kampanyada kullanılacak esas propaganda unsuru, muhalefetin adayının -tabii Kılıçdaroğlu’nun adaylığında karar kılınırsa- ‘CHP lideri’ kimliği olacaktır.
Niyetin bu olduğu, AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün grup toplantısında yaptığı konuşmada kendisini belli etti.
Temel Karamollaoğlu’nun görüşme trafiğini başlatmasının Erdoğan’ın grup konuşmasını çözümledikten sonra gerçekleşmesi herhalde tesadüf değil.
CHP’ye karşı verilecek bir seçim mücadelesinin sandıkta nasıl sonuç doğuracağını anlamak için son cumhurbaşkanlığı seçimine bakmak yeterli.
O seçimde doğru formulü Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu savunuyordu, yanlış İYİ Parti lideri Meral Akşener’in adaylıkta ısrarıyla yapıldı. [Akşener bu defa yanlış yapmayacağı taahhüdünde bulundu.]
Karamollaoğlu yine bugünün şartlarına uygun doğru formulü isimlendirebilir ve bu defa CHP’nin yanlışa düşmesini engellemek üzere sonuna kadar çaba gösterebilir.
Göstermelidir de.
Yanlış hesap her zaman yenilgiyle sonuçlanır.
Seçim konusunun şakaya gelir tarafı yok.