Önümüzdeki hafta Merkez Bankası’nın ilgili komisyonu bir kez daha faiz konusunu görüşecek. Şu anda içinde bocaladığımız sıkıntılı tabloya bakıp alınacak karar hakkında görüş açıklayan uzmanları dinliyorum; neredeyse hepsi ağız birliği içerisinde hep aynı görüşü tekrarlıyorlar: “Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (MBPPK) bu toplantısında da faiz artırımına gitmeyecek…”
Gerekçe?
Hepsinin paylaştığı gerekçe aynı: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kesin olarak bağlandığı ‘Faiz sebep enflasyon sonuç’ tezine aykırı çünkü; ihtiyaç faiz artırımını gerektirse bile tezine aykırı bir karara müsaade etmez, o müsaade etmeyince de MBPPK faizi artıramaz. Unutmayalım, tezini ‘nassa’ da dayandırıyor…”
Ekonomi uzmanları böyle diyor, ben ekonomi konusunda uzman değilim ve kusura bakmazlarsa ileri sürdükleri gerekçeyi yanlış buluyorum.
Yanlışlık şurada: AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan en az ‘faiz’ konusu kadar kesin biçimde inandığı, inanmakla kalmayıp ciddi ciddi savunduğu ve insanları da doğru olduğuna ikna ettiği daha temelli konularda bile gerektiğinde görüş değiştirebilen biri…
Örnekler…
Örnekler bir değil, çok…
15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında, o korkunç olayda suçlananlar arasında darbecileri finanse ettiği iddiasına muhatap edilen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yok muydu? Yalnız AK Parti sözcüleri bu iddiayı dile getirmekle kalmadı, iddia TRT’de yayınlanan bir dizinin de ana konusuydu.
Sonra ne oldu?
BAE ile sıcak ilişkiler bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kuruldu.
Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed Bin Zayid Al Nahyan ülkemize geldi ve Külliye’de kırmızı halı protokolüyle karşılandı.
Yaklaşık bir ay önce de bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan BAE’ne resmi ziyarette bulundu; diziyi yayınlayan TRT bu ziyaretin haberine “Görkemli karşılama” başlığını layık gördü.
BAE arzu ediyor diye, ekonomik ilişkilerde daha rahat olunmasını sağlayacak bir yasa bile çıkartıldı.
Aynı durum İsrail ile de yaşandı. Hem de daha dün.
İsrail’in yeni seçilen Cumhurbaşkanı Isaac Herzog Ankara’da devlet protokolüyle karşılandı.
Herzog’un seleflerinden Şimon Peres’le o zaman başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın birlikte katıldığı Davos’taki bir programda çıkan “One Minute” tartışmasını unutmak mümkün mü? O olaydan sonra Türkiye ile İsrail ilişkileri askıya alındı. İsrail’in en son gönderdiği büyükelçiye kapı gösterildi; büyükelçi Eitan Na’eh Ankara’da birinci yılını bile doldurmamışken ‘istenmeyen adam’ ilan edilebileceğini anlayınca ülkemizi palas pandıras terk etti.
Sonraları elle tutulur bir gelişme yaşanmadan, birden bire Herzog Ankara’ya geldi ve onun gelişi AK Parti’nin muteber saydığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da itibar ettiği medya organlarında “Yeni bir dönemin başlangıcı” olarak ilan edildi.
Mısır’la da benzer bir gelişme için kapılar zorlanıyor.
Askeri darbeyle Muhammed Mursi’nin devrilmesine de yol açan gösterilerden ilham alınarak benimsenmiş ve her fırsatta elle de vurgulandığı için çocuklar tarafından bile taklit edilir olmuş ‘Rabia’ işareti en son ne zaman tekrar edildi?
Çoktandır unutuldu o işaret…
Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki başkonsolosluk binasında katledilmesi sonrasında ciddi çatışmalar yaşanan Suudi Arabistan’la da her an yakınlaşabiliriz.
İç politikaya gelince…
Biliyorum, yazının burasına kadar örnekleri hep dış politikadan verdim; ancak iç politika alanında da en az bunlar kadar -hatta bana göre çok daha fazla- örnek var.
Hiç zorlanmadan ilk akla gelen Milliyetçi Hareket Partisi ile yakınlaşması AK Parti’nin…
İktidarın şimdilerde küçük ortağı konumunda bulunan Milliyetçi Hareket Partisi ile AK Parti, uzun yıllar karşı cephelerde yer almıştı. Milliyetçi Hareket Partisi sözcüleri ve genel başkanı Devlet Bahçeli’nin AK Parti için sarf ettikleri hiç de yakışıklı sayılmayacak sözler AK Parti sözcüleri ve genel başkanı Erdoğan tarafından aynı sertlikte cevaplarla karşılanmaktaydı.
Bugün ise iki parti aynı vücudu paylaşan Siyam ikizleri gibi…
Sözün kısası, görüşlerini gerekçelendirirlerken, ekonomi uzmanları, bu iç ve dış örnekleri hatırlasalar iyi olur.
Dün en az üç ayrı uzmandan “Cumhurbaşkanı nass diyor ve faizi sebep enflasyonu sonuç olarak görüyor, bu yüzden faiz artırılmaz” görüşünü dinlerken zihnimden hep yukarıdaki karşı görüşler geçti.
Partisinin çıkarları gerektirdiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan görüş değiştirebiliyor. Şu anda yaşanan ekonomik sıkıntıları hafifletmekten geçen yolun faiz artışını gerçekleştirmek olduğuna inanırsa, tereddüt etse bile o yolda adım atılmasına izin verir…
Gerekçelerine itiraz etsem de vardıkları sonuçla mutabıkım
Uzmanların gerekçelerine bu itirazımı kayda geçirdikten sonra vardıkları sonuca iştirak ettiğimi de belirmek isterim.
MBPPK’den faizi artırma kararını ben de beklemiyorum, lakin benim gerekçelerim farklı.
Her şeyden önce, AK Parti’nin kendi ekonomistleri de faizi artırmanın çoktandır çare olmaktan çıktığının farkındalar. Enflasyon oranını TÜİK bile bu ayın başında %54.44 olarak açıkladı. MBPPK’nun son kararıyla faiz %14; önümüzdeki hafta 100 veya 200 puan artırılsa yine de bu ayın enflasyon oranının bayağı altında kalacaktır faiz.
İkinci sebep ise şu: AK Parti hayli zamandır hangi konuya el atsa yanlış yapıyor. Bu iddiamın en çarpıcı örneği ekonomimizin durumu. Pandemi sonrası ekonomik sıkıntı her ülkede baş gösterdi; Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle çıkan savaş da sıkıntıyı yine her ülkede biraz daha artırdı. Ancak hem Pandemi hem de savaşa bizde sürekli alınan yanlış kararlar tuz-biber ekledi.
ABD’de, Avrupa’da sıkıntılar 1 ise bizde onlardan 10-20 kat fazla oluşunun sebebi hep alınan yanlış kararlar…
Bu defa atılacak adımın da doğru olacağına kendimi inandıramıyorum.