Herkes gibi ben de şu sorunun cevabını merak ediyordum:
“Nasıl oluyor da çözüm ortada apaçık dururken sorunun nereden kaynaklandığı görülmüyor ve çözüm için başvurulan yolların olumlu sonuç doğurmayacağı konuya aşina uzmanlar tarafından defalarca tekrarlanmış ve yaşananlarla da doğrulanmış iken hala nafile çabalar harcanıyor?”
Ekonomide sorunlar yaşanıyor. Sorunu çözecek olan siyasi iktidar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kendisine ait “Faiz sebep, enflasyon netice” tezine uygun olarak enflasyonu aşağıya çeksinler diye Merkez Bankası’na faiz oranının indirilmesini salık veriyor.
Tavsiye Cumhurbaşkanından geldiği için Merkez Bankası’nın konu ile ilgili kararı alacak kurulu aynen öyle davranıyor ve bir değil tam dört kez faizi indirme kararı alıyor. Alınan her karardan sonra TL’nin dolar karşısındaki değeri biraz daha aşınıyor. TL’nin değerinin aşınması çarşı-pazara hayat pahalılığı olarak yansıyor. Hayat pahalılığı enflasyonun öteki adı.
“Faiz sebep enflasyon netice” tezi doğrulanıyor ama tersinden doğrulanıyor. Faizi indirmek enflasyonun azalması değil artması neticesini veriyor.
Geçen Aralık ayının enflasyonu o yüzden 20 yılın tarihi rekorunu kırıp yüzde 36.8 olarak açıklandı.
Durum buyken, neden ısrardan vazgeçilmiyor?
Ekonomi kendi haline bırakılsa derlenip toparlanabilir. Denenmiş ve zarar vermiş olan modellerde ısrardan vazgeçilmesi gerekmez mi? Neden vazgeçilmiyor?
Merakım buydu işte.
Cevabı bir başka ülkenin politikacısının ağzından duydum.
Yanis Varoufakis komşumuz Yunanistan’ın en parlak ekonomistlerinden. Öyle olduğu için, 2010 yılında iflas haline gelen Yunan ekonomisine sahip çıksın diye, o sırada öğretim üyesi olduğu Teksas’taki üniversiteden ülkesine çağrılmış, maliye bakanlığına getirilmişti.
Şimdilerde -2019’dan beri- yeniden seçildiği Yunan Parlamentosu’nda milletvekili.
Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nin alternatif ekonomi arayışındaki öğrencilerinin oluşturduğu bir fikir kulübü Varoufakis’i konferansa davet etmiş. Ben de dün birkaç ay önce verilmiş o konferansı izlerken merakımı giderdim.
Daha en başta paylaştığı şu görüş sayesinde:
“Üniversite camiası, akademik ortam özgürlük alanıdır. Öğrenciler, öğretim üyeleri serbestçe görüşlerini açıklar, her eğilim düşündüklerini başkalarıyla paylaşır. O ortamda herkes bilmediklerini görüş-alışverişi sırasında öğrenir. Politik ortam ise çok değişiktir. Beni bir televizyon programında rakip partilerden politikacılarla tartışırken düşünün. Karşımdaki politikacı daha önce bilmediğim bir şey söyler, söyledikleri hoşuma gider ve ben programda güzel ve doğru bir şey söylemiş rakip partili politikacıya hak verirsem, ertesi gün partim tarafından dışlanırım. Rakibi ne kadar güzel ve doğru bir şey söylemiş olursa olsun, politikacıdan beklenen ona karşı çıkmaktır çünkü.”
Lafının burasında benim beynimde ampuller yanmaya başladı.
“Hah işte, tam da bu” demişim.
Bizde de aynı durum geçerli. Politikacılar ancak yakın çevrelerinin görüş, düşünce, tavsiye ve telkinlerine açıklar, o da bir dereceye kadar; karşı taraftan gelen dilek ve temennilere ise kendilerini kapalı tutuyorlar. Onlardan gelen görüşleri kendilerine kurulmaya çalışılan bir tuzak olarak görüyorlar.
Konu ekonomi bile olsa böyle.
Sorunlar mı? Onların dediği yapılacağına sorunlar çözülmeyiversin…
Varoufakis öğretim üyeliğinde öğrenemediklerini, politik hayatın içinde ve özellikle ülkesini ekonomik iflastan kurtarmak için çabalarken Avrupalı ve Amerikalı politikacılarla temasları sırasında fazlasıyla öğrenme imkanına kavuştu.
Onun “‘Adults in the Room – My Battle With Europe’s Deep Establishment” (Odadaki Yetişkinler – Avrupa’nın Derin Yapısı ile Mücadelem) kitabı özellikle uluslararası ilişkiler alanında çalışanlar için bir el kitabı niteliğinde.
Her diplomatın mutlaka okumasını tavsiye ederim.
Kitabın ismi IMF direktörü Christine Lagarde’in Yunanistan’ın geleceğinin konuşulduğu bir ortamda konuyu ağızlarında eveleyip geveleyen ünlü politikacılara bakarak sarf ettiği “Bize bu odada yetişkinler lazım” cümlesinden esinlenilmiş.
Yunanistan’ın içine düşürüldüğü ekonomik bataklık ülkede yaşayan herkesi etkilemiş. Daha en başta ülkeyi etkisi altına alan intihar salgınından söz ediyor yazar. Varoufakis’in bakan olarak görevi ülkesine vartayı daha ucuza atlattırmak. Bunun için de Avrupalı mevkidaşlarından anlayış görmesi gerekiyor.
Tabii IMF’den de…
IMF söz konusu olunca devreye kaçınılmaz olarak Amerika da giriyor.
Kabus gibi geçen bir toplantı sonrasında kendisiyle görüşmek isteyen ABD’nin o sıradaki maliye bakanı Larry Summers ile buluşmaya davet sahibinin kafayı çektiği otele gidiyor Varoufakis. Uzun boylu ama sonuç alıcı olmayan bir konuşma geçiyor aralarında. Kendisi gibi akademisyen kökenli biri Summers, bakanlığa Harvard rektörlüğünden gelmiş. Anlayış görmeyi bekliyor Varoufakis ve umutlanıyor da…
Tam ayrılacakları sırada Amerikalı mevkidaşı Yunan politikacıya bir soru yöneltiyor.
Varoufakis’in, “Hiç kuşkum yok, benden önce başkalarına da aynı test sorusunu sormuştur” dediği bir soru.
Öyle damdan düşer gibi…
“İki tür politikacı vardır; işin içinde olanlar ve dışarlıklılar… Dışarlıklılar özgürlüklerine düşkündür, akıllarına geleni söylerler ve bu sebeple önemli kararları veren dışarlıklılar tarafından görmezden gelinirler. İşin içinde olanlara gelince, onlar kutsal bir kurala uyarlar: Diğer işin içinde olanlara asla sırt çevirmez, onlarla ne konuştuklarını dışarlılıklarla paylaşmazlar. Ödülleri nedir? İçeriden bilgilere sahip olmak ve garanti değilse bile güçlü kişileri ve tabii sonuçları etkileme şansı. Şimdi söyle bakalım Yanis, sen bunlardan hangisisin?”
Nasıl test ama, ha?
Acaba bizden kaç kişi benzeri sınava tabi tutulmuştur?
Ve, aynı sınava maruz kalan kaç politikacı geçer not almıştır?
Yeni merakım bu.
[Yanis muhatabına uzun bir cevap vermiş. Sınavda çaktığını düşünüyor. Nasıl düşünmesin ki? Bakan olarak 27 Ocak 2015’te atanmış, bu görüşme 16 Nisan 2015’te geçmiş ve 6 Temmuz 2015’te de bakanlıktan ayrılmak zorunda kalmış.]