Son günlerde hemen her alanda kendi tarihimizin rekorlarını kırıyorduk, dün bu defa bir ‘dünya tarihi rekoru’ yine bizim ülkemizde kırıldı: Piyasaların kapatılma saatlerinde ‘1 dolar = 18 TL’ tablosuyla yeni ülke rekorunu kıran TL-dolar paritesi, o saatte biten kabine toplantısı sonrasında millete seslenen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasına ‘dünya tarihi’ için ‘rekor’ olabilecek bir tepki verdi: 18 TL üzerinde işlem gören dolar, gece yarısına doğru, 13 TL altına düştü.
Amerikalıların parası birkaç saatte sayemizde yüzde 30’dan fazla değer kaybetti.
“Ne oldu da böyle oldu?”
Bu sorunun cevabını meslekten ekonomistler vermekte zorlanıyor; açıklama ekranların sürekli misafirleri gazetecilerden geldi: Onlara göre, son birkaç ayda yarı yarıya ucuzlayan TL’nin makûs talihini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün verdiği müjdeler değiştirdi.
Merkez Bankası’nın ilan ettiği faiz oranının üstündeki kur artışından doğacak farkı bundan böyle devlet ödeyecek…
Faiz yine kötü olmaya devam ediyor lakin bankada yatan TL mevduatlar, olur ya TL’nin değerinde aşınma yaşanırsa, ilan edilen faizin üzerinde bir getiriye bundan böyle kavuşabilecek…
Kura dayalı benzer bir uygulama ihracatçılar için de söz konusu olabilecek…
Bu müjdelerden en fazla sevinenler hiç kuşkusuz bankalar olmuştur.
Neden?
Çok basit bir sebepten: Dolara kaçan mevduat bu yolla TL’ye dönerse, bankalar, müşterilerine, Merkez Bankası’nın ilan ettiği oranda bir faiz sağlamakla yetinecek, buna karşılık ekonominin çok sayıdaki değişkenleri yüzünden kur faizin üstünde seyrederse kendilerinden kredi almış olanlara reel faiz uygulayabilecekler. Arada mevduat sahiplerinin TL hesapları aleyhine oluşacak farkı, şimdiye kadar olduğu gibi bankalar değil devlet -yani vatandaşlar- ödemiş olacak…
Ekonomimizin sektöre bu yeni katkısını yerli-yabancı bankalar minnetle karşılamışlardır.
İlan edilen ‘faiz+kur farkını takviye’ formülü sayesinde bankalardaki TL mevduatına ilgi artabilir.
Öyle olur ve ilgi gerçekten artarsa, dolar hesaplarında çözülmeler gerçekleşebilir ve TL yeniden değer kazanabilir.
Konunun bir-iki uzmanı ile görüştüm. Aldığım çelişkili bilgiler yüzünden aklım karıştı. Bilinmeyen bir formül değilmiş bu; finans dilinde buna ‘opsiyon’ denirmiş. Geçmişte buna benzer işlemler bazı ülkelerde, bir zamanlar ‘dövize çevrilebilir mevduat’ (DÇM) adıyla ve özellikle yurtdışında çalışan Türklerin paralarını ülkemize çekebilmek amacıyla 1970’li yıllarda bizde de uygulanmış bu yöntem.
Sorunlar çıkmış.
Konunun dini yönü
Ancak en fazla aklımı karıştıran konunun dini yönüyle ilgili aldığım bilgi oldu.
DÇM uygulaması sırasında olmalı, dindar işçiler, paralarını DÇM olarak değerlendirmenin dini açından durumunu Diyanet İşleri Başkanlığı’na sorduklarında ‘opsiyon’ formülü fetva konusu olmuş. Konuyu ele alan Din İşleri Yüksek Kurulu’nun verdiği fetva şöyle:
“Opsiyon; tercih ve seçim gibi anlamlara gelmektedir. Taraflardan birinin diğerine, belirli bir varlığı, gelecekteki bir tarihte veya belirli bir dönem içinde alıp almama ya da satıp satmama konusunda seçme hakkı tanıdığı (opsiyon hakkı); bu seçme hakkını tanıması karşılığında da belirli bir bedel talep ettiği vadeli işlem sözleşmesine ‘opsiyon’ denir. Opsiyonun; döviz opsiyonu, hisse senedi opsiyonu, faiz opsiyonu ve endeks opsiyonu gibi farklı türleri bulunmaktadır.
“İslâm hukukunda satma konu olan şeyin, ihtiyaç durumunda kullanılmak üzere biriktirilebilen ve fıkhen yararlanılması caiz görülen (mütekavvim), mevcut ve belirli (veya zimmette belirlenebilen) mal olması temel kuraldır (Mecelle, md. 126, 127; Nezih Hammâd, Kadâyâ fıkhıyye muâsıra fi’l-mâli ve’l-İktisâd, 41; Bardakoğlu, Ali, Bey’, DİA, VI, 15-17).”
“Opsiyon sözleşmesinde üzerinde akit yapılan şey (ma’kûdun aleyh); fıkhen karşılığında bedel alınabilen meşru bir mal, menfaat veya mali haklar arasında değildir (Karadâğî, Bahsun el-Esvâku’l-mâliyye fî mîzâni’l-fıkhi’l-İslâmî, I, 72-194; ed-Darîr, ‘el-İhtiyârât’, I, 61-271; Zuhaylî, Ukûdü’l-ihtiyârât, I, 250-260). Bu itibarla opsiyon sözleşmeleri caiz değildir.”
Herhalde fetvadaki ‘opsiyon’ tanımına dikkat etmişsinizdir. Özellikle de fetvada varlığı ‘döviz opsiyonu’ ve ‘faiz opsiyonu’ diye belirlenen biçimi ile şimdi uygulanması gündeme gelen formül arasında sanki bir irtibat var gibi.
Acaba yeni uygulama üzerinde tartışılırken konunun dini yönüne dikkat çeken hiç çıkmadı mı?
Faiz konusu bu yönüyle sıklıkla ele alındığı için bu soruyu soruyorum.
Eski model mi, çok yeni model mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması sonrasında ilan edilen yeni formüle şiddetle taraftar olanların söyleminde bir ayrıntının eksikliği kendisini çok belli ediyordu.
Uygulanmakta olan, bazılarına göre ‘Çin modeli’ veya yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin koyduğu isimle ‘Türkiye modeli’ değil miydi?
O modelden vaz mı geçildi yoksa?
Eğer dün ayrıntıları paylaşılan formül o model ise neden dün gece doları çökertmeye yol açan bu ayrıntılar en baştan açıklanmadı da TL’nin değerinin bir çırpıda yarı yarıya kaybolmasına sebep olundu?
Bilge kişiliğimiz Nasrettin Hoca gibi mutlu olabilmemiz için bir değeri illa önce kaybetmemiz mi gerekiyor?
Neden, neden, neden?
Daha da çoğaltabilirim bu nedenleri, ancak galiba böylesine aykırı düşünceler yerine ekonomist olmayan pek çoklarının yaptığı gibi dünkü kur tablosuna bakıp ben de sevincimi belli etmeliyim.
Sonuçta ben de ekonomist değilim.
Kaldı ki, paramızın bir parça da olsa değer kazanmasına sevinmem için başkaları kadar benim de sebeplerim var.
Umarım, yakalanan yeni değer paramız üzerinde kalıcı olur.
Olmazsa, normalde başka ülkelerde bankaların paralı müşterilerine ödediği faiz vatandaş olarak hepimizin sırtına binebilir.