Abdullah Gül olmak hiç kolay değil.
Cumhurbaşkanlığı dönemi sona erdiğinden bu yana, bulunduğum çeşitli ortamlarda, en fazla işittiğim “Abdullah Gül neden sesini çıkarmıyor?” sorusudur. İnsanlar, 11. Cumhurbaşkanı Gül’ün kritik dönemeçlerde görüşlerini açıklamasını bekliyor.
Oysa Gül ne zaman görüş açıklamak için konuşsa bunun derhal farklı biçimlerde değerlendirildiğini görüyoruz.
Sekiz yıl boyunca, sonuncusu geçen hafta olmak üzere, hepi topu birkaç kez konuştu, her biri değişik yorumlara sebep oldu.
Yine susma orucuna geri dönerse şaşırmamak gerekiyor.
Eskiler şu sıralarda yaşanan türden gelişmelerle karşılaşıldığında, olaya ‘kaht-ı rical’ teşhisi koyarlardı.
‘Kaht-ı rical’ daha çok devlet yönetimiyle ilgili bir deyimdir ve liyakatli insan yokluğu anlamına gelir.
Hangi devlet kurumuna biraz yakından bakılsa o eski teşhisin akla gelmemesi imkansız.
Reklam
Zaten Abdullah Gül de, bir dönem AK Parti’den milletvekilliği de yapmış -yani siyasi hayat içerisinden de tanıdığı ve herhalde güvendiği- Karar gazetesi yazarı Mehmet Ocaktan’la görüşmesinde, o konuya özel önem vermiş…
Gazete, görüşmeden üç ana başlığı öne çıkarmış, ikinci başlık o konuyla ilgili.
Başlıkları okuyalım:
“En çok hayret ettiğim şey enflasyonun bu kadar hafife alınması. Kararlı mücadele için artık son vakit. Enflasyonun nasıl büyük bir bela, ahlaksızlık ve kamu hırsızlığı olduğu idrak edilmezse mücadele olmaz.
AK Parti’nin ilk döneminde bütün bürokraside mesleklerinde yetişmiş insanlarla çalıştık. Şimdi sapma görüyorum. Artık önemli makamlarda kariyerinden çok siyasi geçmişi öncelikli insanlar var.
Seçim için popülist politikalar yapılır, yanlış harcamalar içerisine girilirse gelecek nesilleri etkileyecek bir durum ortaya çıkar. Kim iktidar olursa olsun Türkiye dünyadan daha da kopar. Hepimiz kaybederiz.”
Mehmet Ocaktan, görüşmenin bir yerinde “Erdoğan’ın yerinde siz olsanız” diye başlayan bir cümleyle ekonomi alanındaki görüşlerini almak istediğinde, Gül, en önem verdiği konu o olmalı ki, yine yetenekli insanlardan oluşan bir ekip kurma gereğinin altını şu sözlerle çiziyor:
“Benim yapacağım iş, finans ve iş çevrelerinin, herkesin ‘Helal olsun çok doğru insanları buldu ve göreve getirdi’ diyebileceği bir ekibi kurmak olur ve bu ekibin de kararlı şekilde çalışması için müsaade eder, yetkiyi veririm.”
Aynen böyle yapacağından eminim.
Sebebini açıklayayım:
Gül yalnızca AK Parti’nin kurucusu değil, iktidara geldiğinde ilk başbakanıydı da. İlk AK Parti hükümetini o kurdu. Bakanlar kuruluna bakıldığında, seçtiği siyasi kimlikli insanlarda ‘liyakat’ arandığı derhal fark ediliyor. Hükümet programında yer alan politikaların hayata geçirilmesinde bakanlara yardımcı olacak bürokrat kadrolarda da konuyu en iyi bilenlerin öne çıktığı görülüyor. Yedi yıl sürmüş cumhurbaşkanlığı döneminde de hem liyakat hem de eşitlikçi ve adil bir yönetim anlayışını Çankaya’ya taşımıştı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da sorunlarla baş etmede benzer bir yol izleme tavsiyesinde bulunması doğal.
Peki, bu tavsiyeden kendisini ön plana çıkartarak bir yıl içerisinde yapılacak seçimde adaylık niyetinde olduğunu mu anlamalıyız?
Açıklamaları hemen bu yöne çekildi de ondan soruyorum.
Cumhurbaşkanlığı döneminde titizlikle izlediği yola bu gözle bakabiliriz.
Yurtdışı gezilerine giderken kendisine refakat edecek siyasileri belirlerken TBMM’de temsil edilen partiler arasında ayrımcılık yapılmamasına dikkat ettiğini biliyorum. Her seyahatinde AK Partililer yanında CHP, Milliyetçi Hareket Partisi ve HDP’den milletvekilleri de bulunurdu.
Sorunların çözümünde muhalefetin de görüşlerinin alınmasını ister ve bunu sağlamaya çalışırdı.
Meclis’e getirilen yasa tekliflerini hukukçu danışmanlarına incelettirir, muhalefetin haklı itirazlarının da dikkate alınmasını isterdi. Pek çok teklif, biraz da onun bu hassas yaklaşımı sayesinde, fazla gürültü kopartılmadan kolayca yasalaşabildi.
Unuttuğumuz özellikler bunlar.
Gül’ün Karar yazarına açıklamaları bana bunları hatırlattı.
Keşke “Acaba aday olmak için mi?” kuşkuculuğuyla konuya yaklaşmak yerine, açıkladığı görüşlere yol gösterici uyarılar gözüyle bakılsa.
Öyle bakılmıyor, onun yerine “Acaba kendisini öne sürerek yeniden cumhurbaşkanı olmak mı istiyor?” sorusu soruluyor.
Velev ki öyle…
İngiltere’de skandallarla istifaya zorlanan başbakanın yerine gelecek kişinin nasıl belirlendiğini gördük: On siyasi “Ben adayım” diye ortaya atıldı. Adaylar temel konulardaki görüş ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaştılar. Televizyonda birlikte tartıştılar. Elene elene sonunda iki aday kaldı. Elenenlerin de arkasında yer tuttuğu aday -muhtemelen Liz Truss– başbakanlığı üstlenecek.
Fena bir yol mu bu?
Her iddialı kişinin adaylık yarışına girmesini bizde de teşvik etmek lazım.
Türkiye’nin içinde bulunduğu çoğu zor şartların üstesinden gelmede ve sorunların çözülmesinde, seçimden cumhurbaşkanı olarak çıkacak kişinin en önemli işleve sahip olacağı belli. Cumhurbaşkanının Abdullah Gül’ün şahsında temsil ettiği özelliklere sahip biri olması gerektiğiyle ilgili görüşümü bugün de koruyorum. Hâlâ keşke aday o olsa, önümüzdeki muhataralı dönemden sağlıklı ve huzurlu bir biçimde çıkılmasına öncülük etse görüşündeyim.