Dün ilginç bir gündü. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Külliye’de ‘ekonomi kurmayları’ denilebilecek isimler ile görüşürken, başkanının o görüşmede bulunduğu Merkez Bankası TL karşısında ateşi tepesine vurmuş doları dizginleme mücadelesi veriyordu…
Ekonomimizin durumuyla yakından ilgilenen bir yabancı haber ajansı, Merkez Bankası’nın ateşi düşürme amacıyla dün piyasaya sürdüğü miktarın 2,5 milyar dolar olduğunu abonelerine duyurdu.
Külliye’deki görüşme sürerken bir ara 14.75 TL’ye kadar yükselmiş olan dolar, neden sonra, günün başlangıcındaki 13.80’ler değerine geri döndürülebildi.
Hiç değilse bir süre öyle kalması için her çaba gösterilecektir.
Neden böyle bir çaba şimdi gösteriliyor?
Sebebi açık: İktidar bu yılın enflasyon oranını belli bir sınırda tutmak istiyor. Doların gemi azıya alması, daha doğrusu yerli ve milli para birimimizin değer kaybetmesi, hayatı pahalı hale getiriyor. Bu da enflasyon demek. Asgari ücretten memur ve emekli maaşlarına kadar her şey geride bırakılan yılın enflasyon rakamına göre hesap ediliyor.
Enflasyon dizginlenemezse maaşlara ve ücretlere hükümet tarafından ilan edilecek zam yüzünden öngörüler bir kez daha yanlış çıkacak, zamlarla sevinmesi amaçlanan geniş kitleler tatmin de edilemeyecek…
Döviz rezervlerinden birkaç milyar bunun sağlanması için feda edilebiliyor.
Kalıcılık kazanamasa bile…
Neden kalıcılık kazanamayabilir?
Bunun sebebi de yapılmak istenen son bir-iki yıl içerisinde defalarca denendiği için biliniyor: TL’nin değerinin düşmesini durdurabilmek için Merkez Bankası’nın kamu bankaları aracılığıyla piyasaya dolar sürmesinin hemen hiçbir olumlu etkisi olmadı; muhalefetin “Nerede?” diye sorup durduğu 128 milyar dolar dün gerçekleştirilen müdahaleye benzer girişimler sonucu harcanan miktardır.
Piyasalara dolar sürerek TL’nin değerini koruyabilmek kısa süreliğine işe yarasa da dolar sonradan başını alıp gidiyor.
Her müdahale, tasarrufların bir miktarının daha dolar mevduatına dönüşmesi sonucunu doğuruyor.
Ekonomistler bunun sebebinin de faizi düşürme arzusu olduğunu söylüyorlar. Dolar kurunun TL karşısında yükselmesi enflasyonu tetikliyor, bunu TÜİK’in her ay başında açıkladığı enflasyon oranlarından bile görebiliyoruz. Kasım ayının TÜİK tarafından ilan edilen enflasyonu yüzde 20’nin üzerindeydi. Faiz ise Merkez Bankası tarafından bir ay önce yüzde 15’e indirilmişti.
Bankaların mevduatlara yüzde 15 faiz uygulaması, enflasyonun yüzde 20’inin üzerinde -başkalarının hesabına göre çok daha üzerinde- olduğu günümüz ortamında, tasarrufların enflasyon karşısında erimesi sonucunu doğuruyor.
Tasarruf sahipleri birikimlerini koruyabilmek için TL’den kaçıyor, yabancı paralara sığınıyor…
Dolara ve Euro’ya hücumun TL’nin değerini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz oluyor.
Ekonomi bir bilim ve bu konudaki kuralları kaçınılmaz sonucu getiren etken…
Külliye’de dün gerçekleşen görüşme bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından mı istendi, yoksa içlerinde kamu bankalarının genel müdürleri de bulunan ekonomi kurmayları mı böyle bir talepte bulundu?
Sorum tuhaf gelebilir, lakin kuşkum bir tespitimden kaynaklanıyor.
O da şu: Ülkemiz ekonomisinin kilit taşlarını teşkil eden siyasi ve bürokrat kimlikli yetkililerin, şimdiki görevlerine atanana kadar açıkladıkları olumsuz gidişle ilgili kanaatlerini, soruna daha yakından bakıp işleyişi görmeleriyle birlikte değiştirdikleri fark ediliyor.
Merkez Bankası başkanı ile Hazine ve Maliye Bakanı sözgelimi…
Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin Habertürk’ten Sevilay Yılman’a açıklamaları bana bunları düşündürdü.
Daha önceleri ekonomideki sıkıntılardan ‘dış güçleri’ gönül rahatlığıyla suçladığı bilinen yeni bakan, “Çok net söylüyorum” keskinliğiyle “Dışarıdan herhangi bir saldırı yok; içeride birkaç manipülatif, spekülatif işlem var” diyebilmiş.
Doğru bir tespit bu ve spekülatif, manipülatif işlemlere açık haldeki ekonomimizi bu durumdan kurtarmak gerekiyor. Her müdahale manipülatör birilerine kaynak aktarımını getiriyor çünkü.
Orada da kalmamış yeni bakan. “Bizim modelimiz Çin modeli, Güney Kore modeli değil; bu Türkiye modeli, bize özgü bir model” dediği yeni deneme için “Ya bu modeliniz tutmazsa?” sorusu kendisine yöneltilince verdiği cevap göz açıcı:
“Üzülürüm. Çünkü ya kahramanı olacağım çocuklarımın ya da boynu bükük bir şekilde eve döneceğim ve onların da boynunu bükmüş olacağım. Ben eve boynu bükük dönemem. Çünkü eğer öyle dönersem, bilirim ki, sokaktaki vatandaş, Dicle’deki çoban artık benden umudunu kesmiştir. Boynum bükülürse, işçilerin artık mutlu olmadığını, patronların benden nefret ettiğini, siyasete ve Türkiye’ye zarar verdiğimi düşünür, üzülürüm.”
Eğer Külliye’deki görüşmeye davet Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelmişse, sebebini, bakanın kamuoyuna yansıyan bu sözlerinde aramak gerekir.
“Ya herro ya merro” demekte yeni bakan…
Bakanın yeni uygulamadan ‘deneme’ olarak söz etmesi muhalefetten eleştiri çekti, ancak açıklamasının esas üzerinde durulması gereken yönü sorumluluk anlayışını dışa vurmasıdır. Sorumluluk taşıyana kadar var olan görüşleri, başarısızlık halinde faturanın kendisine çıkarılacağı bilinciyle besbelli farklılaşmış.
Altı ay içerisinde ülke ekonomisini düzlüğe çıkaracağı iddiasıyla benimsenmiş ‘model’ eşi-benzerine başka yerlerde rastlanmamış bir ‘deneme’ gerçekten ve her daha önce denenmemiş model gibi, başarıya ulaşması kadar -hatta ondan çok daha fazla- başarısız olma ihtimali de var.
Unutan yoktur lakin yine de hatırlatayım: Bir gün sonra Merkez Bankası’nın Para Politikaları Kurulu faizle ilgili kararını yenileyecek.
Beklenen, kamuoyuna kesin ifadelerle yansıtıldığı gibi, bir miktar daha faiz indirimine gidilmesi…
Dünkü görüşme kimin fikri olursa olsun, görüşmede konuşulanların etkisi 48 saat içerisinde anlaşılacak demektir.
Siyasi sonuçları da olacak o görüşmenin…
Fehmi Koru*