Usta sanatçı Genco Erkal, Türkiye'nin en büyük derdinin bölünmüşlük olduğunu belirterek, "Ülkenin yarısı Batı’ya gidelim diyor, yarısı Doğu’ya. Yarısı çağdaş dünyayla, akılcı, laik, bilimle donanmış, insan haklarına, demokrasiye inanan, aydınlık bir dünyayla bütünleşmek istiyor, yarısı bir Ortadoğu ülkesi olmaya özeniyor." dedi.
Netflix'te belgeselinin yayınlanmasının ardından Cumhuriyet'te Öznur Oğraş Çolak'ın sorularını yanıtlayan Erkal, "Umut her zaman var olacak, onu kaybetmeden yol almak zorundayız." ifadelerini kullandı.
Söyleşiden öne çıkan bölümler şöyle:
Belgeselin başında geçmişimi arıyorum diyorsunuz? Herkes biraz geçmişini arar diye düşünüyorum. Peki siz geçmişte o güne, o ana gitmek isterim ve tekrar yaşamak isterim o günü dediğiniz o anıyı bizimle paylaşır mısınız?
Tekrar yaşamayı düşünebileceğim o kadar çok an ve anı var ki herhangi birini seçmek zor. Bütün oyunların ilk geceleri var örneğin, o coşku, o heyecan, yeni bir oyunun doğum anı unutulmaz. Oyun doğar ve bütün çocuklar gibi yaşamını sürdürür. Bazıları çok sevilir, yıllarca oynar, bazıları hedefi tutturamamıştır, izleyiciyle denk düşmez. Oysa biz onu ne çok sevmişizdir, ne büyük emek vermişizdir, izleyiciden karşılık görmez, unutulur gider. Ama biz onu unutmayız, içimizde hep yaşar.
Netflix gibi bir platform olmasa sizin yaşamöykünüzü bu kadar ayrıntılı bilemezdik ve tabii sizden dinleyemezdik. Güzel ama diğer taraftan baktığınızda da ne kadar da acı! Devlet ya da mevcut iktidar ülkemizin sanatçılarına sahip çıkması gerekirken ve TRT gibi kanallarda bu belgeselleri seyretmemiz mümkünken, yasaklı sanatçılar diye bir liste var. Ayrımcılık, ötekileştirme, bizim gibi düşünmüyorsa ya da bizim gibi yaşamıyorsa YASAKLI diye ilan etme.
Sadece TRT’yle de bitmiyor iş. İktidara ait belediyelerin kültür merkezleri bize yasak, üniversitelerin tiyatro salonları, devlet tiyatrolarının salonları yasak. Muhalif sanatçılara devlet yardımı da yapılmıyor artık. Beni çok fazla ilgilendirmiyor ama kara listede olan sanatçılara dizilerde rol verilmiyor. İnsanların ekmeğiyle oynuyorlar.
Muammer Karaca Tiyatrosu denildiğinde aklıma ilk siz geliyorsunuz. Çünkü ben sizin oyunlarınızın çoğunu o sahnede seyrettim. Sonra ise Kenter Tiyatrosu’nda. Şimdilerde birçok sahnede seyrediyoruz sizi. Bu iki tarihi tiyatro sizin için ne ifade ediyor?
Muammer Karaca Tiyatrosu benim profesyonel oyuncu olarak sahneye ilk adımımı attığım sahne. Sonraları yirmi küsur yıl boyunca bütün oyunlarımızı sergilediğimiz salon. Kenter tiyatrosu ise ustam Yıldız Kenter’in evi. Son yıllarda sürekli oynayıp ayakta tutuğumuz salon. Ayrıca her iki yapı da özel tiyatro sahipleri tarafından kendi emekleriyle meydana getirdikleri, tiyatro binası olarak inşa edilen salonlar. Muammer Karaca Tiyatrosu İstanbul’un en eski ikinci tiyatrosu. Kenter Tiyatrosu’nun 60 yıllık geçmişi var. Onlara gözümüz gibi bakmalıyız.
Muammer Karaca Tiyatrosu şu an restore ediliyor aslında büyük bir kısmı yıkıldı, yeniden yapılıyor. Ama Kenter Tiyatrosu’na tek bir çivi bile çakılmadı. Bir ara restore edilemez denildi, İBB’den sonra çalışmalar yapıyoruz gibi açıklamalar geldi. Süre uzadıkça uzadı.
Ben o gelişmeleri takip etmekten usandım. İşlerin iyi gitmediği kesin. Doğru dürüst açıklama da yapılmıyor. Muammer Karaca Tiyatrosu’nda inşaat ilerlemiyor. Kenter Tiyatrosu hayalet gibi duruyor. Her iki salon da kaderine terk edilmiş durumda, can çekişiyorlar.
Nâzım Hikmet’in hayat hikâyesi ve şiirleri benim yaşamımda da çok önemli bir yerde duruyor. Ortaokul yıllarımda okumaya başladığım büyük ozanın şiirleri yolumu aydınlattı. Sizin için de anlamı büyük biliyorum. Siz ve Nâzım Hikmet, desem siz ne dersiniz?
Ben Nâzım Hikmet’i geç keşfettim. Yasaklıydı çünkü. 60’lı yılların başında kitapları yayımlanmaya başlayınca ilk kitabını okudum ve ona tutkuyla bağlandım. İlk Nâzım oyunum olan Kerem Gibi’yi 1975 yılında sahneledim ve o gün bugün ayrılmadık. Uzun bir yolculuk bizimki. Neredeyse 48 yıl olmuş. Hep beraberiz. Sevdalı Bulut, İnsanlarım, Nâzım’a Armağan, Yaşamaya Dair, Nâzım Oratoryosu. Ayrılmaz bir ikili olduk. Onunla özdeşleştim, onun yaşayan sesi oldum. Sadece sahnede değil, politik toplantılarda, 1 Mayıs mitinglerinde, anma gecelerinde hep onunla beraberdik.
Nâzım Hikmet yolculuğunuza yenileri eklenecek mi?
Şu an onu bilemiyorum. Ama belli olmaz, bakarsınız yeni bir oyun çıkıverir ortaya.
Nâzım Hikmet’ten sonra Can Yücel, Ahmed Arif sırada kim var?
Henüz tam olarak bilmiyorum ama arayışlarım var. Büyük ozanları çalışmak, onlara emek vermek hoşuma gidiyor. Ülkemizde bütünüyle şiirlerden oluşan ilk tiyatro oyununu ben kotardım. O yolda emek vermeyi sürdürmek isterim.
Türkiye’nin en büyük derdi sizce nedir?
Bölünmüşlük. Ülkenin yarısı Batı’ya gidelim diyor, yarısı Doğu’ya. Yarısı çağdaş dünyayla, akılcı, laik, bilimle donanmış, insan haklarına, demokrasiye inanan, aydınlık bir dünyayla bütünleşmek istiyor, yarısı bir Ortadoğu ülkesi olmaya özeniyor. Bilimden çok dini değerlere önem veren, muhafazakâr, tek adam rejimini yeğleyen otokrat bir toplum olmak istiyor. Tümüyle birbirinin zıddı olan iki ayrı dünya görüşü. Ve bu ayrım o kadar kemikleşmiş, iki yarı o kadar birbirini dışlamış ki artık ülkenin birliği olanaksız hale gelmiş.
Bu dertten kurtulmak mümkün olacak mı?
Çok zor. Ancak her iki tarafı kucaklayacak, her iki tarafa da kendini kabul ettirecek bir politik hareket, güçlü bir önderle bu bölünmüşlük aşılabilir. Öyle bir seçenek şu anda var gibi görünmüyor.
Maviyi kaybetmeden umudu yitirmeden devam mı?
Umut her zaman var olacak, onu kaybetmeden yol almak zorundayız. “Gece uzun da olsa, güneş mutlak doğar”