Ankara’da bir panel düzenlenmiş. Düzenleyen Ankara Düşüncede Özgürlük Girişimi. Konusu ise “Ermeni soykırımının 104. Yılı.” Panelin konuşmacıları Fikret Başkaya, Temel Demirer, İsmail Beşikçi ve Nevzat Onaran. Bu çalışmada Sayın Fikret Başkaya’nın, bazı yayınlarda tümü yayımlanan konuşması eleştirilecektir.
Eleştiri bilimin olmazsa olmazıdır ama siyasal çabalar, metinler, yaklaşımlar bilimsel eleştiriye nasıl konu edilebilir? Çok kuşkuluyum. Deneyeceğiz. Siyasal yaklaşımlardan bilimle uyumlu olanlar yok mudur? Kuşkusuz vardır ama sözkonusu edeceğimiz yaklaşım buna hiç elverişli değil.
Ermeni-Türk kırımı olayına iki karşıt bakış sözcülerinden, soykırım olmadığı görüşünde olanlar genellikle her iki görüşe ve ilgili olaylara, Ermenilerin yaşadığı acılı sürece de yer verirken, soykırım yapıldı tezini savunanlar yine genellikle Türk halkının acılarıyla, yaşadıklarıyla, işgalle… ilgili değiller.
Giderek Bağımsızlık Savaşı, Cumhuriyet, devrimler, ilerleme… diye anılan hiçbir olayın bulunmadığını savunmaktadırlar. Başlıca eksenleri İttihat ve Terakki karşıtlığı / karşıtları; resmi tarih, resmi ideoloji eleştirisidir. Gerçeğin, ayrıntılarda ortaya çıkabilmesine karşın ayrıntılarla ilgilenilmemektedir.
Fikret Başkaya’nın konuşmasını neden seçtik? Anılan, soykırım savı sahiplerinin tipik yaklaşımını yansıttığı için seçtik. Fikret Başkaya’ya göre:
Resmi tarih-resmi ideoloji kurgudur, gerçekle ilgisi yoktur.
1923 tevatür edildiği gibi Eski Rejimden radikal bir kopuş değildi. Cumhuriyet, eni-sonu bir hükümet darbesiydi. 1915 de Ermeni Katliamını kotaran İttihatçı kadro, bir kaç eksiği-fazlasıyla Cumhuriyetin ilanından sonra da iktidar olmaya devam etmişti… İttihat ve Terakki’nin derin çekirdeği olan “Teşkilat-ı Mahsusa” 1919-1920’de “Kuvayi Milliye” denilenin de örgütleyendi… Dolayısıyla “biz yapmadık” demeleri mümkün değildi.
Ermeni Sorununa dair ‘tutarlı bir yaklaşım’, resmi tarihin, resmi ideolojinin dışına çıkmayı gerektirir.
Resmi tarih hâkim sınıfların bilinmesini istediği bir tarihtir. Geçmişte yaşanmış olanın iktidar sahiplerinin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış bir versiyonudur. Bu amaçla da toplumsal bellek [hafıza-ı enam] yok edilmek, toplum hafıza kaybına uğratılmak istenir.
Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok sayma, adıyla çağırmamaya, sansüre ve oto-sansüre dayanan bir tarih versiyonudur.
İktidar sahipleri [büyük gaspçılar ve şürekası], sadece ayrıcalıklı konumlarını, statülerini güvence altına almış olmazlar, işledikleri insanlık suçlarının, katliamların, kıyıcılığın ve zulmün hesabının sorulmasını da engellemeyi amaçlarlar… Hafıza kaybı yaratma amacı gerçekleştiğinde, egemen sınıflar masumiyetlerini de kanıtlamış olurlar.
Siyasetçiler, devlet adamları ve sözcüleri, sık sık “tarih tarihçilere bırakılmalıdır” derler… Aslında bununla “tarih, benim tarihçilerinden başkasına bırakılamaz” demek isterler.
Eğer tarihimize sahip çıkarsak, yalancıları, tahrifatçıları, efsane ve tabu imalatçılarını teşhir edebilirsek, tarih bizi özgürleştirecektir… Bu yüzden ünlü İngiliz tarihçi Martin Bernal’ın dediği gibi: ” Tarih tarihçilere, akademik statünün gardiyanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir.”
İlginç, ama şaşırtıcı olmayan bir husus da, kendilerini “solda sayan” kimi ‘aydınların’ da benzer görüşleri savunacak kadar “pişkin davranabilmeleridir.
Tehcir denilenin sadece savaş bölgeleri, ya da rejim tarafından “hassas” sayılan bölgelerdekileri değil, tüm Ermenileri ve Ermenilerin yaşadıkları tüm bölgeleri kapsamış olmasıdır… Anadolu’ya sathına yayılmış bir tehcir/katliam söz konusudur.
I. Emperyalistler arası savaştan “Milli Mücadele” denilen dönemin sonuna kadarki süreçte, Anadolu Rumları da katliam-sürgün yoluyla Anadolu’dan sökülüp atılacak, Asuri- Süryani – Keldani pürüzü ortadan kaldırılacak, böylece İttihatçıların “Anadolu’yu Türkleştirme planı başarıyla sonuçlandı. ‘yeni devletin’ sınırları içinde kalan Kürtlerin 1920’li yıllardan başlayarak Türkleştirilmesi Planı, sistematik bir şekilde yürütüldü.
Anadolu’yu da büyük ölçüde “yabancı unsurlardan” temizlemişlerdi. Bundan sonraki iş, sorunun diplomatik veçhesini halletmeye kalıyordu… İmparatorluk çökmüştü ve “Milli Mücadele” süreci sonunda “Vatan kurtarılacaktı.”
Ermenilerin malları yağmalanmış, talan edilmiştir. Katillerin elleri iki kez kirlenmiştir.
Belirtmeli ki tüm halkların çektiği acılara duyarlı olunduğu, duygudaşlık kurulması durumunda hem nesnelliğin hem aydın olmanın gereğini yapmış oluruz. Halklardan birinin acısını çekip alıp, diğerlerine kör, sağır olmak sağlıklı bir tavır değildir. İleri süreceğimiz karşı savlar hiçbir zaman Ermeni ya da başka halkların ve acılarının yadsınması, yok sayılması anlamı taşımaz.
Yukarıda (özgün tümceleriyle aktarılmaya özen gösterilerek) sıralanan savlarda tek yanlı bakış görülmektedir. (Ayrıca konuşmacı / yazar küçümsemek istediği durumları çift tırnak arasına alarak, yatık yazarak… vurgulamıştır.) Konu edilen tarihsel olay salt resmi tarih / ideoloji karşıtlığıyla, İttihat ve Terakki karşıtlığıyla, “yabancı unsurlardan temizlik” savıyla açıklanamaz. Kaldı ki resmi tarih bir noktaya kadar her ulusta geçerli olsa da daha geniş boyutta bakıldığında, tarihin resmisi / resmi olmayanı diye bir ayrım doyurucu olmaktan uzaktır. Böylelikle karşı bölümde de bir “resmi tarih” yaratmış olursunuz. Gerçeğe götürmez. Önemli ve değerli olan belgedir, kanıttır. Dikkat edilirse, resmi tarih mahkûm edilirken, hemen ardından tarihin özgürleştireceğinden söz edilebilmektedir: çelişki!
Yalnız Başkaya’nın değil, belli bir kesimin “paradigması”nda 1915 Osmanlısının öncesi, emperyalist planların ve uygulamaların belgeleri hiç dikkate alınmamaktadır (Bakınız: Hans Barth, “Ey Türk Uyan!-Sultan II. Abdulhamit, Batı Diplomasisi ve Ermeni Meselesi ”, Tarih Encümeni Yay., 2003). Cumhuriyetin hükümet darbesi, İttihat ve Terakki devamı olduğu, tümüyle dayanaksız, bilimdışı savdır. Birikim yönünden İttihat ve Terakkiye uzanan kökleri doğallıkla sözkonusu olsa da Cumhuriyet, İttihat ve Terakkinin kapasitesinin ve ufkunun çok ötesinde sınıfsal ve toplumsal, giderek evrensel kazanımlar sağlamış bir devrimdir. Bolşevik Devriminin yaratılmasını da kolaylaştırmış, yeryüzünün sayılı devrimlerindendir. Bu gerçeği V. I. Lenin’in, Tito’nun, Fidel Castro’nun açıklamalarında da görmek olanaklıdır. Balçıkla sıvama çabası neden?
Sol düşün ile “Ermenilere soykırım yapıldı” tezi arasında kesin ilişki kurmak ve benimsemeyenleri soldan aforoz etmek ve “pişkin”likle suçlamak bilinçaltıyla ortaya konmuş davranışlardır. Biri de kalkar, “Siz sürekli etnik yüceltiyle, solun temeli olan sınıfsal dayanışma ve kazanımları yok ediyor, öldürüyorsunuz” diyebilir. Pek de haksız olmaz.
“Milli mücadele”yi, “vatan kurtarmayı” bu kadar da hafife almayacaksınız. Binlerce insan bu uğurda, özgür olmak uğrunda canını vermiş. O zaman birileri de sizin değerlerinizi hafife alabileceği gibi, “vatanı Kürdüyle, Ermenisiyle, Rumuyla, Türküyle… birlikte kurtardık” denildiğinde takiye yapıldığını düşünebilir. Oysa birlikte, omuz omuza kurtarıldığı doğrudur. Ne ki o birlikte can verenlerin torunlarının ellerine, dedelerinin savaştıkları güçlerce, kardeşlerine doğrultulmak üzere silah verildiği de emperyalist gerçektir. Emperyalizm karşıtı çözümlemesi bulunmayan, hiçbir biçimde sol sayılamaz.
Başkaya Türkiye’nin her noktasında kırım ve tehcir uygulandığını, tehcirde ulaştırılması amaçlanan bölgelerin ordunun güvenliğiyle ilgili olmadığını savlamaktadır. Soykırım amaçlamışsa bu güç neden İstanbul’dan tehcir uygulamıyor? Ayrıca kışkırtmalar nedeniyle, Ermeni kıyım çetelerinin kıyımları nedeniyle güvenli bölge diye anılabilecek bölge bırakılmamıştır. Seçenekler arasında Suriye, Lübnan toprakları belirlenmiş ve uygulama bu yönde yapılmıştır.
Başkaya’nın sözlerine bakarsanız, savaş yok, Ermeni çetelerinin köy köy yaptığı kıyımlar yok, emperyalistler tüm savaş gücünü, armadasını vatanın bağrına dayamamış; güllük gülistanlık, bahçelerde bülbüller ötüyor… Ama bu barbar, zalim Türkler önce İttihat ve Terakki olarak (ki Mustafa Kemal’le, başta Enver Paşa olmak üzere sürekli çatışma içinde bulundukları da bilinir,) ardından ise hükümet darbesi Cumhuriyet döneminde (yeni sultan, Başkaya tarafından, ulusun “tapındığı” söylenen Mustafa Kemal oluyor,) yemiyor içmiyorlar, ustaca kurdukları merkezde habire resmi tarih uyduruyor ve masum mu masum yabancı unsurları temizliyorlar! Böylesi savlar ancak kinle yazılabilir.
Efendim, İttihat ve Terakkice sermayenin el değiştirmesi de amaçlanmış. Osmanlı’da azınlıklar askere alınmaz, savaşa gönderilmezlerdi. Genellikle de ticaret ve sermaye birikimi yaratan alanlar onların elindeydi. Eşitlikçi bir yaşam düzeninde sağlanmış bir sermaye ve varsıllık sayılamasa da kuşkusuz zorla dönüştürüm savunulamaz. Osmanlının azınlıklar sermaye birikiminin koşullarını sağlaması ve engellememesi de ilginç olduğu kadar nedenleri bilinen bir gerçektir. Ermeni malları talan edilmiş, yağmalanmış. Yönetim, tüm asker gücünü Çanakkale cephesine yığmışken, bazı liseler mezun veremezken hangi güvenliği neyle sağlayacaktı? Emperyalizmin oyununa gelerek Türklere kıyımlar yaptıklarını, Ermenistan’ın ilk başbakanının bile tek tek açıklamasına karşın görmezden gelmek, iki halkın da kötülüklerle boğuştuğunu düşünmekten anlaşılmaz bir nedenle kaçınmak çok yanlış ve yalnızca yayılmacıların isteyeceği bir tutumdur (Bakınız: Ovanes Kaçaznuni, “Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok-1923 Parti Konferansı'na Rapor”, Kaynak Yay., 2008).
Fikret Başkayalara, İsmail Beşikçilere… sözkonusu tutumları, davranışları yakıştıramıyorum. Aynı yurdun insanları olarak genelde saygı duyduğum savaşımlarında daha fazla ortak duyarlılık alanımızın varlığını beklerdim.