Türk halkının oy kullanma mantığında, değişmez bir genel özelliği var: Oy’unu, ‘iki turlu seçimin ikinci turunda olduğu’ varsayımıyla kullanıyor. Oy kullanmada halkın bu yaklaşımını gözden kaçıran küçük partiler de, her seçimde kendi oylarının sayısını saptamaktan öteye geçememek dışında bir de, oyları bölmek gibi bir sonucun sorumluluğunu üstlenmiş oluyorlar. Gerçekte oylarını da tam ölçemiyorlar; çünkü kendini onlara yakın duyumsayan birçok seçmenin, hatta birçok üyelerinin oyları da bu ‘ikinci tur’ anlayışıyla büyük partiye gidiyor.
Yine de, oylamanın çekişmeli geçtiği yerlerde küçük parti oylarının, küçük partinin de istemeyeceği biçimde, en karşıt partiden yana bir etkileme gücü kazanıp seçimi en istemedikleri partiye kazandırdıkları da oluyor. 31 Mart 2019 yerel seçimleriyle ilgili konuştuğum kimi küçük parti yandaşı dostlar oylarını, kazanma olasılığı en önde olan ve yerel yönetim anlayışı bakımından ayrışılsa da karşıt denemeyecek siyasal çizgideki büyük partiye vereceklerini söylüyorlar.
Bunun nedeni onların oy kullanma anlayışlarının da, halkın oy kullanma yaklaşımındaki ‘ikinci tur’ anlayışının içinde olmasıydı. Oyları bölerek seçimi en karşıt olana kazandırmak istemediklerini bana açıkça söyleyebiliyorlardı. Ama bunun “yazılmaması, açıklanmaması, hele hele kendi partililerinin arasında kesinlikle dillendirilmemesi” koşuluyla. Davranışlarının gizli kalması uyarılarında son derece haklıydılar. Şimdiye değin bu tür ‘gizli’ açıklamalara birçok seçimde birçok kez tanık oldum, hiçbir örneğin adını, –değil onların partililerine– hiç kimseye açıklamadım, bundan sonra da hiçbir zaman açıklamayacağım.
Çünkü bu gizliliği istemeye herkesin hakkı vardır. Çünkü oy kullanmanın kendisi zaten yasal olarak gizli bir eylemdir; kimse kimsenin oyunu, onun isteği dışında öğrenemez.Fakat bu durumun ortaya çıkardığı bir gerçek de var: Çoğu köktenci olan bu küçük partilerde, ‘oyları bölmekten sakınma’ anlayışı, bir siyasal taktik olarak demek ki açıkça savunulamıyor ve o küçük partilerin üyeleri partilerinin –daha doğrusu parti yöneticilerinin– göreceği yerlerde başka bir tutum sergiliyorlar. Onların gözlerinden uzak oldukları yerlerde ise gerçek tutumlarını –gizli kalması koşuluyla ancak– açıklayabiliyorlardı.
Siyasal yaşamımızdaki bu çelişki, bu küçük partilerin üyeleri açısından ağır, ezici bir çelişkidir ve bireyin kendi görüşünü savunma, tartma-tartışma yeteneğini bastırıcı niteliktedir. Politik eylemin içindeki bireyin oluşumu-gelişimi açısından da, hepsi bu yazıya sığmayacak denli çok ve çeşitli zararları vardır. Düşünebiliyor musunuz, kahvede, çarşıda küçük partilerden birinin topluluğu seçim çalışmasında… Ama o çalışmanın içinde, yaptığı çalışmanın yanlışlığını düşünenler var; fakat bu düşüncelerini parti toplantılarında, organlarında açıklayamıyorlar. Parti topluluğunun içinde kendi adayına oy isteyen bildiriler dağıtıyor ama seçimde kendisinin büyük partiye oy vereceğini de biliyor.
Küçük partilerin seçimlerdeki oy sayılarında üyelerinin sayısına, hatta kendi sandık görevlilerinin sayısına yaklaşamayışlarının başka bir açıklaması olamaz. Fakat bu çelişkinin, o bireylerin kendi politik düşünüş ve davranışlarında kalıcı yarılmalar, başarısızlıklar, derin umutsuzluklar yaratacağı kesinlikle söylenebilir.Küçük partilerin, Türkiye’nin seçimli siyasal yaşamında dirençli biçimde kendini gösteren bu ‘iki turlu seçimin ikinci turunda bulunulduğu’ varsayımıyla oy kullanma anlayışını, en azından her seçimi ve her seçim bölgesini ayrı ayrı düşünerek değerlendirmelerinin –ülkenin verdiği politik savaşım açısından gerekli olması bir yana– üyeleri ve yandaşlarıyla bağlarını güçlendirmeleri bakımından da daha akılcı bir tutum olduğu görünüyor.
Soldaki Belediyelerin farkı yerel yönetimler açısından ise, seçimin kazanan-yitiren tarafların uygulamalarına bakınca, en basitinden çok somut bir ayrım gözlemlenebiliyor: Örneğin İstanbul’da –ister yetişkin, ister çocuk için– konser, tiyatro, sinema, konferans, seminer, panel, sergi, kültür-sanat ürünlerini ve etkinliklerini görmek, izlemek isteyenler, bu gereksinimlerini belediyesi CHP’li olan ilçelerdeki kültür merkezlerinden, her gün hiç canları sıkılmadan, hiç boş kalmadan, üstelik hiç para da harcamadan ya da çok küçük paralarla, bilim-sanat-kültür birikimlerini varsıllaştırarak karşılayabilirler.
Bu etkinlikleri ve sanat yapıtlarını izlemenin çok büyük çoğunluğu da parasızdır.Bir başka somut ayrım da, ülkemizin tümünde insanların, hele hele kadınların, belediyesi orta çizginin solundaki partilerce yönetilen ilçelerde çok daha özgür olduklarıdır. Bu ayrımın en somut örneği olarak İstanbul’un Kadıköy ilçesi gösterilebilir. Beyoğlu’nu Beyoğlu yapanların Beyoğlu’nda oturduğunu sanma yanılgısıyla Beyoğlu bir kez elden çıktıktan sonra Beyoğlu’nun Beyoğlu olmaktan çıkarılmış olması, Kadıköy’ün ortaya çıkışına, tersinden somut örnektir.
Bir zamanlar yalnızca Beyoğlu’nun değil ülkemizin en seçkin caddelerinden olan İstiklal Caddesi’nin yirmi yıl önceki durumuyla bugünkü durumu, bunu açıkça ortaya koyar.Erken Seçimlerin gerçek işlevine karşın en azından son beş-on yıldaki seçimlere bakarak Türkiye’de seçimlerin, muhalefetin işlevini yerine getirememesi gibi bir oyalamaca için kullanıldığı da, ciddi kanıtlarla öne sürülebilir. Çünkü her seçimin olağan tarihinden erkene alınmasıyla, muhalefetin ilgisi ve gücü, bir yıl ve belki daha da uzun süre boyunca, yurt yönetimi işlerine değil ‘seçimlerde kazanma’ amacına odaklanıyor.
Her erkene alınan seçimle muhalefetin tüm ilgisi, bahçedeki ya da kümesteki tavukların yere saçılan buğdaylara üşüşmesi gibi, aylar boyunca adaylık kadrolarına yoğunlaşıyor; bu oyalamaca da iktidarı, gözle görülür somutlukta denetimsiz bırakıyor. Üstelik bu yerel seçimlerin erkene alınması kararının öncesinde Türkiye yeni bir genel seçimden çıkmıştı. Koltuğu en çok sallantıda olan da siyasal iktidarın başındaki değil, ana muhalefet partisinin başındaki kişi görünüyordu. Erken seçim açıklanır açıklanmaz koltuğunun sallanışı duranın, siyasal iktidarın önderi değil ana muhalefetin önderi olduğu, o günlerin gazetelerine bakılarak çok kolay anımsanabilir.
Becerikli bir ana muhalefet partisinin örgütlü, tasarımlı politikasıyla, en çok birkaç ay içinde yerini boşaltmak zorunda bırakılabilecek denli kötü çalışan bu siyasal iktidarın, ana muhalefetin iradesiz, eli kolu bağlı, beceriksiz tutumu sayesinde yerinde tutunabildiği, hem aydınlar hem de halk kesiminde uzun süredir yaygın olarak benimsenen bir gerçek. Hepsinin yanında bir de, seçim gecelerinde muhalif seçmenin oy’unu koruma çabasının örgütsüz bırakılması tuhaflığının her seçimde yinelenmesi gibi istek kırıcı bir olumsuz beklenti de var.
Rakibinin, oyun’un kurallarına aykırı davranışlarla ve puanların hileli sayımıyla oyundan galipmiş gibi çıkmasını sorun etmeyen… Bu gerçek dışı yenilgiyi gerçek gibi kabul eden… Aynı hile ve haksızlıkları dayatan koşullarda yeni karşılaşmalara peki diyen bir yönetimin kararıyla yeniden yeniden oynatılan bir büyük takım söz konusu. Yöneticilerinin bu tutumunun, takımın gerçek sahipleri ve gerçek yandaşlarınca sorgulanması ve gereğinin yapılması kuşkusuz ki zorunludur. Çünkü tersi, oyunda şike olasılığını bile düşündürecek ölçüde ağır, anlaşılmaz ve süreklileşmiş yanlışlar ve vurdumduymazlıklar karşısında, takımın gerçek sahiplerinin duyarsızlığı olacaktır.
Tüm bu koşullar içinde bile, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde sandığa gidilmeli, ‘iki turlu seçimin ikinci turunda olduğumuz’ yaklaşımıyla halkın sağduyusu ışığında seçmenlik görevi yerine getirilmelidir. Öteki olumsuzlukların hepsi –bu seçim bakımından– seçim sonrasının konusudur. Oy kullanırken birinci turu kafasında geçerek ikinci turu görüp ona göre oy kullanma ustalığını gösterebilen seçmen çoğunluğunun, kendi desteklediği örgütteki çelişkileri ayırt etme ve gereğini yapma konusunda ise –okumuşuyla okumamışıyla— inanılmaz ölçüde tembel olduğu da bir gerçektir.
Yönetim sorunlarımızı büyüten de bu tembelliğin örgütlü bir çalışma yaratılarak bir türlü kırılamayışıdır. Fakat bunların hepsi, seçimlere sağlam bir örgütlenme ve stratejiyle önceden hazırlanmak için yapılması gerekenlerin saptanıp yaşama geçirilmesi zorunlu olan ‘seçim sonrası’ konulardır… Seçimden sonra savsaklanması ise, halkın sürekli yenilgiden yenilgiye savrulmasına neden olacak konular