(Türkiye’nin ilk kadın voleybolcusu Mühendis Sabiha Rıfat’a, bugünküler Gizem, Cansu, Vargas, Hande, Eda, Simge, Ayça, Derya, Elif, Saliha, Zehra, İlkin, Aslı ve Ebrar’a)
Malatya adliyesinin üçüncü katındaki duruşma salonu bomboştu, başkan, üyeler, savcı, yazı işleri müdürü, mübaşir, çaycı, makamlarını terk etmiş, sır olmuşlardı. İlk üçü odalarına, ötekiler beş katlı binanın bodrumunda kantine kurulmuş bir ekranda maç izlemeye gitmişlerdi.
Ben ve Özgür Ulaş salona girdiğimizde in-cin top oynuyordu, Malatya adliyesinin maç saatlerinde “resmi tatil” ilân ettiğini işte o gün öğrenmiş olduk, şaşkınlık yerini sevince ve bodruma koşturmamıza bıraktı.
Milli takım Kore ve Japonya’da çok başarılı bir kupa oynuyordu ve maç saatleri Türkiye’nin sabah ile öğlen sonrasına denk geliyordu. Herkes “millici” olmuş, başta İlhan Mansız olmak üzere futbolcuları takip ediyordu. Bu turda “Türkiye ne yapacak”, “Rakip çetin”, “Golü kim atar”, “İlhan Mansız atar mı”, vs. konuşuluyordu.
Başarı her zaman tılsımlı bir kavramdır; kimin için ve kime karşı başarı, neye başarı deriz, başarısızlık nedir, başarı her zaman iyi midir, hep hayır getirir mi, başarının dostları ve düşmanları kimlerdir? Bu sorular, kadimden bu yan hep sorulmuştur.
O zamanlar –bugünkü kuşaklar bilmez - Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) vardı, amacı devleti savunmak olan, özel bir kanunla kurulan olağanüstü mahkemeler, devlete karşı işlenmiş suçlara ve terör olaylarına bakıyordu. Türkiye’de her şehirde bulunmazdı, oraya düşmek kolay, kurtulmak o kadar kolay değildi. Ahmet Kaya’nın üstüne bir şarkı yaptığı yerdi orası.
Bir defasında heyet başkanına –savunmam sırasında- dedim ki, “Bu yukarıdaki -adalet mülkün temelidir- yazı, bu gözleri bağlı güzel heykel sahte, DGM’ler faşizmin mahkemeleridir.” O –hiç üzerine alınmadan, garip bir olgunlukla-, “Ne istiyorsan yapıyoruz, her konuyu araştırıyoruz, haksızlık yapma avukatım” dedi. O diyalogdan sadece on, on beş yıl sonra, Erdoğan’ın tüm illerdeki bütün ağır ceza mahkemelerini birer engizisyon şubesine çevirdiğini görünce, onu –geç de olsa- anlamıştım (Bugün “ceza geçmişli” tüm hukukçular, DGM döneminin AKP döneminden –kıyaslanamaz ölçüde- adaletli olduğunu bilir).
Bizim başkan Eyüp Yeşil –şimdinin Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı, 15 Temmuz’da hâkimler polislerce evlerinden toplanırken bir bir, buna itiraz ettiği ama sözünü geçiremediği söylenir- dâhil tüm DGM’nin “tam kadro” maç izleyeceğini hayal bile edemezdim. Eyüp Yeşil ve o zamanki hâkimler, savcılar genellikle ciddi, mesafeli -validen ve hele parti başkanından uzak- çok iyi insanlardı –hadi bunu da itiraf ettim-, ama futbol da işte böyle birleştiriciydi.
O sıcak yaz ayında bir duruşmada Hamili Yıldırım savunma yapıyordu -1999 sonrası Apo’nun “Silah bırak” çağrısına aldırmamış tek eyalet komutanı- bizzat örgütün ihbarı ile sınırda Muhaberat’a ve Türkiye’ye tesliminden sonra DGM’yi boylamıştı (ama örgütü savunmayı bırakmamıştı). Kısa boylu, esmer, atletikti. Türkiye -o ara yine- “ateşkes” sürecindeydi, O birden, “Milli takımın dünya kupası başarısı ateşkesin sonucudur” deyiverdi. Mahkeme müebbet verdi sonra ona.
Yirmi yıl evvel o dünya kupasının yarı final golünü attığında gazeteler, “golü İ.mansız attı” diye manşetler atmış, tarikat ve cemaatler, “Müslümanların değerleri hedef alınıyor!” diye ortalığı inletmişti -Tıpkı bugün Ebrar’ı -malum sebeplerle- hedef almaları gibi-, O gün de hedef –atkuyruğu saçı ve ilerici tavrıyla- İlhan Mansız idi.
Ancak milliler zirveye ilerleyemedi, “çocuklar” son maçı alamadı, final elden gitti. DGM heyeti -suratlar asık- tatilden duruşmalara döndü.
Önceki gün kadın voleybolcularımız –tarihte bir ilk- Avrupa şampiyonu oldu. 2002’de olmadı, 2023’te nihayet şampiyonuz. Ebrar başardı; tüm tarikat ve cemaatler “kadın zaferi” karşısında –bir kere daha- titredi; “millet” bir rahat güldü; “kızlar” gururla ülkelerine döndü.