İsmail Özcan: Eğitimci /Yazar
Geçen yıl Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan, “Softaların Hedefindeki İlahiyatçı: Prof. Öztürk” ve “Din Alanında Hoşgörüsüzlük” başlıklı yazılarımızda, bu yazıda üzerinde durmak istediğimiz “softalığın azgınlığına” epeyi değinmiştik. Burada konu üzerinde biraz daha yoğunlaşmak istiyoruz. Çünkü softalık tarih boyunca bizim en önemli açmazımız olmuştur.
Dindar/muhafazakar, bir başka deyişle anti laik basında sık sık dinin anlaşılmasına ve yorumlanmasına akılcı, bilimsel, ilerici, çağdaş bir tutumla yaklaşan ilahiyatçı akademisyenlere karşı “söyletmen vurun!” anlamına gelecek linç yazıları yayımlanıyor. Toplum genelinde ve laik çevrelerde çok farkına varılmayan bu yazılarda geleneksel softalığın çoğunluğu yalan dolandan ve iftiradan oluşan bütün silahları kullanılıyor ve bunlar dindar/muhafazakâr camiada ciddi etkiye sebep oluyor. Merhum Yaşar Nuri Öztürk de bu yüzden kâfirlikle suçlanmıştı.
Softalığın her çeşidinin mantalitesi hep aynı olmakla beraber dinsel softalık iftira ve karalamada her zaman bir adım önde olmayı başarıyor. Bugün biz Türkler ve bir anlamda bütün Müslüman ülkeler bilimsel ve teknolojik gelişmeleri, bir başka ifadeyle uygarlığı çok gerilerden takip ediyorsak bunun en büyük sorumlusu softalık ve softalardır. İslam’ın bütün tarihinde ve o tarihin çok önemli bir dönemi olan Osmanlılarda softalığın neden olduğu gerilikler, ilkellikler saymakla bitmez.
Yenilikçi Osmanlı padişahı III. Selim, bilindiği gibi, Avrupalılar karşısında bir yerden sonra hep yenilgiye uğramamızın sebebini onların ordularının teknolojik üstünlüğüne bağlar ve Avrupa tarzında bir ordu oluşturmaya girişir, bu yolda epeyi mesafe alır. Bu ordunun askerini soğuktan koruyacak en önemli kıyafeti de Avrupa ordusunun kıyafeti olan “kaput”tur. Fakat dönemin şeyhülislamı fetva verir: “Kaput gavur icadıdır, Müslüman askere giydirilemez!” Bütün reformcu hamlelerinde böyle engellerle karşılaşan bu değerli padişah çabalarının bedelini hayatıyla öder. Bir sonraki padişah II. Mahmut yaptığı reformlar sebebiyle softalar tarafından “gavur padişah” diye anılmıştır. Büyük devlet adamı ve hukukçu Cevdet Paşa, “Kaput gavur icadıdır, Müslüman askere giydirilemez!” fetvası veren şeyhülislamın sarayın avlusunda niçin astırılmadığına hayıflanır.
Müslüman Türkler olarak geriliklerimizin 1 numaralı sorumlusu softalık ve softalardır. Yarasaların aydınlıktan korkması gibi softalar da her zaman her yerde akıldan, bilimden ve bunların sonucu olan uygarlıktan korkmuşlardır. Bu yüzden hiçbir ilerici, aydınlıkçı, çağı yakalama amaçlı girişime izin vermemişlerdir.
Günümüz Türkiye’sinde bu azgın softalığa karşı dinin özünü, ruhunu ve mantığını merkeze alarak, aklı ve bilimsel gelişmeleri de mutlaka devreye sokarak sessiz sedasız mücadele veren bir oluşum var: “Ankara Okulu.” Çoğunluğu Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bu okulun dini anlama ve yorumlamadaki görüş ve düşüncelerini diğer ilahiyat fakültelerinin akademisyenlerinden de paylaşanlar bulunuyor. Bunların en bilineni de şu anda Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi olan Prof. Mustafa Öztürk. Son senelerde bu ilerici, çağdaş ilahiyatçılara yönelik azgın ve acımasız linç Mustafa Öztürk üzerinden yürüyor ve yürütülüyor.
Çünkü Mustafa Öztürk, kendisiyle ilgili olarak yazdığımız ve yukarıda sözünü ettiğimiz yazıda ifade ettiğimiz gibi bugüne kadar hiç yapılmamış orijinallikte Kur’an yorumlarıyla çok öne çıkmış, çok göze batmış bir ilahiyatçı akademisyen. Biz burada onun her yorumu mutlaka doğrudur, yerindedir diye bir iddia içinde değiliz. Sorun, onun söylediklerinin dinlenmemesi, ne demek istediğinin anlaşılmaya çalışılmaması. Tam bir önyargıyla susturulmaya, dışlanmaya linç edilmeye çalışılması. Halbuki Mustafa Öztürk zekasında, kapasitesinde, derinliğinde bir bilim insanının ne dediğine mutlaka kulak verilmesi, yorumlarının namusluca değerlendirilmesi gerekir. Bugün yapılmayan budur.
Somut bir örnek: Mustafa Öztürk son zamanlardaki bir konuşmasında “Bazen düşünüyorum da acaba Kur’an gelmeseydi şimdikinden daha kötü durumda mı olurduk? Bence olmazdık. Bize Kur’an gelmiş olmasına rağmen olabileceği kadar kötü durumdayız!” diyordu.
Softalar buna nasıl yaklaştılar, nasıl yorumladılar dersiniz? “Mustafa Öztürk, Kur’an gelmeseydi daha iyi olurdu” dedi gibi tam bir saptırmacayla! Softalığın eşittir sahtekarlık olduğu günlerden geçiyoruz.