Habibi Neccar Tepesi’nden Hatay’a bakıyorum.
Binlerce enkazın kaldırıldığı mahalleler adeta çorak bir araziye dönmüş.
Çöl gibi sanki.
Açık bir yara gibi.
Açılmış ve bir daha kapanmamış.
Elektrik Mahallesi, haritadan silinmiş, sadece resmi evraklarda adı kalmış bir yerleşim yeri.
Depremden önce yaklaşık 900 bina vardı.
Yedi tane kaldı.
Üçü orta hasarlı, dördü az hasarlı.
Onlar da yıkılacak.
Altı bine yakın mahalleliden 1068’i ölmüş.
Elektrik Mahallesi’den geriye yalnızca Atahanlar ailesinden üç kişi kalmış.
Mahallenin yüzde 30’ı Hatay’ı terk etmiş.
Yüzde 40’ı konteynırlarda, yüzde 30’u ise köyler ve çadırlarda yaşıyor.
20 yıllık muhtar Nihat Derviş başını sokacak bir ev bulamadığı için sınırdaki Gazi Mahallesi’nde oturuyor.
AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ
Elektrik Mahallesi, açık hava müzesi ve anıt mezardan farksız. Caddeler ve sokaklar yalnızca haritalarda işli.
Gerçekte, bir düzlükten ibaret.
Apartmanların yerinde hafriyat var.
Ah, o insanlar…
Hatıralarda varlar, o kadar!
Nihat Derviş, ülkesini kaybetmiş devrik bir kral gibi, yitirdiği ve insansızlaşmış mahallesinde, iş makineleriyle uyanıp enkazlarla uyuyor.
64 yaşındaki Derviş’le doğup büyüdüğü, 20 yıldır muhtarlığını yaptığı mahalleyi bir zamanlar Köşem Apartmanı’nın bulunduğu yolaktan başlayarak, dolaşıyoruz.
Burada 49 komşusu hayatını kaybetti.
Çiçekler bırakılmış mezarlarına…
Filiz Sokak’a giriyoruz.
Silinmiş bir sokağa…
"Bir yıl nasıl geçti?" diye soruyorum.
"Anlatılmaz. Çok zor" diyor.
İçine doğru ağlıyor.
İleride iki çam ağacını gösteriyor.
Burada Cengiz Topel İlköğretim Okulu varmış. Üç yıllık okul asar aldığı için yıkılmış. Arazide ayakta duran tek binayı gösteriyor. "Hiç oturulmamıştı. İçine bile giremediler" diyor.
Pusula GİBİ
Derviş’e "Mahallesi ve insanları yok olmuş bir muhtar olmak nasıl bir his?" diye soruyorum.
Dudakları titreyerek, "Çok özledim onları" diyor.
Ağlıyor.
"Burada doğup büyüdüm. Hepsini tanırım. Sokak sokak, kapı kapı bilirim" diye konuşuyor.
Hemen her gün komşuları gelir, evlerinin enkazında Fatihalar okurmuş.
Evlerini nasıl mı buluyorlar?
Kimileri ayakta kalan evlere ve ağaçlara bakarak…
Kimileri de Derviş’e sorarak.
Derviş, hafızasına kaydettiği her bir sokak ve apartmanı gözü kapalı ve pusula gibi buluyor.
Muhtar Derviş, enkazlardan fotoğlaf, kimlik ve pasaportları topluyor.
MAHALLESI HARITADAN SILINMIŞ MUHTAR
Biz gezerken, toprağı eşeleyen bir kadının sevinçle zıpladığını gördük.
Bütün aile birbirine sarılarak, topak oldular.
Derviş, ailenin durduğu adresi ezberinden söyleyerek, "Kuğulu Sokak, 31 Numara. Nazire Günay Aparmanı" dedi.
Aileye doğru yürüdük.
Yusuf Albak ve kız kardeşi Nebile Bahçeci, bu apartmanda can veren anneleri Nahli Albak’a çiçek bırakmak için gelmiş. Depremde yanarak öldüğü için Albak’ın DNA’sına bile ulaşamamışlar.
Mezarsız ölülerden…
"Kötünün kötüsü varsa şu an yaşadığımızdır" diyor Yusuf Bey.
Nebile Hanım ve ailesi bir buçuk yıl Ankara’da yaşayıp dönmüşler. "Antakya, başka bir yer" diyor.
Nebile Bahçeci, annesinin yandığı enkaza her gün geliyormuş.
"Burada oturup ağlıyorum. Bakıyorum, annem yine yok" diyor.
Niçin mi sevinmişler?
Enkazda Yusuf Albak’ın nişan fotoğraflarını bulmuşla çünkü.…
ALBÜMLER SANDIKTA
Meğer Derviş’te bu albümlerden, fotoğraflardan, kimliklerden ve pasaportlardan yüzlerce varmış.
Mahallenin albümü, Derviş’in sandukasında.
Sordum.
"Siz mi topladınız?"
Şöyle diyor:
"Mahalle sakinleri göçtükten sonra operatörler çalışırken, biz yanlarında duruyorduk, ne çıkacak diye. Anılarını aldım, getirdim. Hepsini topladım."
İki sandık dolusu fotoğrafı, ölenlerin yakınlarına vermiş.
Elinde bir sandık daha fotoğraf var.
Kimileri "Görürsem ağlarım" diye almıyormuş.
Kimilerine ulaşılamıyormuş.
‘BURASI BİZİM TOPRAĞIMIZ’
Elektrik Mahallesi’nin sakinleri geri dönmek istiyormuş. "Her gün arıyorlar. ‘Abi dayanamıyoruz’ diyorlar. Çünkü alışmamışlar" diye konuşuyor, Derviş.
Elektrik’i yeniden kuracaklarına inanıyor.
Şöyle diyor:
"Burası bizim toprağımız. Kimse bizlerden bir şey alamaz. Bu insanların geri gelmesi lazım."
Gelebilirler mi?
"Devletimiz büyük. Çalışacağız. Önce insanlara terapi vermek lazım. Büyük travma yaşıyorlar" diyor.
Armutlu Mahalle muhtarı Cüneyt Öfkeli, "10 bin kişinin yaşadığı yerde şuan da 500 kişi ya var ya yok" dedi.
‘DEPREM DEĞIL, BU CINAYET’
Elektrik’e komşu olan Armutlu, Hatay’ın en politik mahallesi.
Gezi Parkı’nın kalbi Armutlu’da attı.
Abdullah Cömert, bu mahallede polisin attığı biber gazı nedeniyle öldü.
Bir zamanlar duvarlarında devrimci sloganların yazılı olduğu Armutlu’dan eser yok.
Sadece 20 evde ışık yanıyor.
Depremden önce 10 bin insanın yaşadığı Armutlu’da 500 kişi ya var ya yok.
Muhtar Cüneyt Öfkeli’yi ölenlerin ruhuna Mevlit okuttuktan sonra etli aşure dağıtırken buldum.
Öfkeli, "Mahallenin yüzde 80’i yıkıldı. Sakinlerimiz gitti. Alt yapımız ve yaşam alanlarımız yok. Her yer tarlaya döndü" diyor. Buna rağmen mahallelilerin Armutlu’dan kopmadığını övünerek anlatıyor.
Mahallesiz muhtar olmanın nasıl bir his olduğunu Öfkeli’ye de yönelttim.
"Tarifi yok. Boşluğa düşüyor, gözyaşı döküyoruz" diyor.
Bir yılın nasıl geçtiğini sordum.
Diyor ki:
"Bir insanın yaşayabileceği en büyük kabus. Artık sokağımıza geri dönelim. Mahalle sakinlerimizle ekmeğimizi bölüşelim."
Öfkeli, soyadı ile müsemma.
6 Şubat’ın cinayet olduğunu vurguluyor.
Şöyle devam ediyor:
Armutlu Mahallesi’nde ayakta kalan binaların hali böyle...
"Sevdiğimiz insanların enkazın altında ne işi var? Allah bizleri öldürmüyor ki. Bizi yetkililerin ihmali öldürüyor. Bu bir cinayet. Nasıl işleniyor? Önce gevşek zeminlere yüksek katlı binalar kurarsın. Bu, cinayetin birinci basamağı. Dandik müteahhitler gelir, malzemeden çalar. Kolon ve kirişler saçma sapan hesaplara göre yapılır."
"Bir de inşaata izin verenler var" diyorum.
"İşte, onlar cinayetin ortakları" diye vurguluyor.
Soruyorum:
"Gerektiği gibi hesap verdiler mi?"
"Bu düzende hesap veremezler. Bunlar yalnızca Allah’a hesap verirler. Onların bu dünyada hesabını vereceğini zannetmiyorum" diyor.
Ancak ümitvar.
Armutlu’yu eskisinden daha iyi şekilde kuracaklarını anlatıyor.
Her şey olumlu giderse iki sene içinde Armutlu’nun eski hayatına döneceğini düşünüyor.
HER GÜN EVININ ENKAZINA GELIP AĞLIYOR
Armutlu’da dolaşırken…
Boş arazide rast geldiğim İsmail Tat, yıkılan evinin temelinde, bu sokaklarda geçen çocukluğunu yad ediyor.
Doğma büyüme buralı.
Dile kolay, 59 yıl.
"Çocukluğumu yaşadığım sokaklar. Biz kimin kucağında uyur, kimin kucağına uyanırdık, bilmezdik."
"Şurası Meziyet amcaların evi."
"Burası fırındı, yıkıldı."
"Orası eski muhtar Bedi Beylerin apartmanı."
Fakat Tat, şimdi arazinin ortasında kalakalmış ve hiçbir adresi bulamıyor.
"O kadar bozulmuş ki caddeleri seçmek bile çok zor" diyor.
Evlerinin yerini sağlık ocağına bakarak kestirebiliyor.
Apartmanı yıkılmadığı için Tat, hayatta kalmış.
Bitişik nizam evlerdeki akrabalarını ve komşularını kaybetmiş.
Ağlıyor.
Hıçkırarak, burnunu çeke çeke…
Şunları söylüyor:
İsmail Tat, gözleri dolu dolu yıkılan evinin temelinde dolaştı.
"Buraya geldikçe psikolojim bozuluyor. Ne zaman gelsem her şeyimi kaybettiğimi anlıyorum. Ne yaşamaktan zevk alabiliyorum, ne yediğimden ne de içtiğimden. Resmen yıkılmışız. Kimsesiziz."
Tat, her gün işinden çıktıktan sonra mahalleye gelip gezdiğini, ağlayıp evine döndüğünü anlatıyor.
Tat:
"Geziyor, çocukluğumu anımsayıp gidiyorum. Her gün ölümü bir daha tadıyorum. Ölüm bize şeker… Keşke ölseydik de kalmasaydık. Ölenler kurtulduk, biz kalanlar her gün ölüyoruz. Yaşamak kolay değil."
Mahalle parçalanmış bir nar gibi dağılmış.
Kimileri konteynırda, kimileri çadırda kalıyormuş. Bazıları ise can güvenliği riskine rağmen hasarlı evlerde yaşıyormuş. Tat ve eşi arkadaşının bir göz apartında hayatına devam ediyor.
Devletin yapılacak evler için depremzedeleri borçlandırmasına kızıyor.
Şöyle devam ediyor:
"Kiralar fahiş. Bir odaya 10 bin TL isteniyor. İnsanlarımız çok fakir. Nereden getirsin, nasıl yaşasın? Ben kendimi bildim bileli devletime vergimi ödedim. Devlet evimi vereceği yerde beni borçlandırıyor. Ölene dek borçlu mu kalacağım? Ben sağlık ocağında hizmetliyim. Aldığım parayı yola mı vereyim, yemeğe mi?"
Erdoğan’ın "Merkezi yönetim ile yerel yönetim el el vermezse bir şey gelmez" sözlerine içerlemiş.
"Zaten yaralanmışız. Yaramıza tuz bastı" diyor.
Bir yılda hizmet gelmiş mi?
"Yok, göremiyoruz" diye yanıt veriyor.
Hatay, eski haline döner mi?
Tat, kararlı.
"Biz küllerimizden doğacağız. Ben görmesem de çocuklarımız görecek. Biz kültürümüzden kopamayız."