İsrail aşı vermezken Batı Şeria’daki hastaneler dolup taşıyor

Batı Şeria’da sınırlı sağlık sistemini ezen ve hızla artan vaka oranlarının ortasında, hastaneler COVID-19 hastalarını geri çevirmek zorunda kalırken, Filistin Yönetimi geçtiğimiz Pazartesi günü başlayan beş günlük kısmi bir kapanma uygulaya zorladı.

İşgal altındaki Batı Şeria’da sınırlı sağlık sistemini ezen ve hızla artan vaka oranlarının ortasında, hastaneler COVID-19 hastalarını geri çevirmek zorunda kalırken, Filistin Yönetimi geçtiğimiz Pazartesi günü başlayan beş günlük kısmi bir kapanma uygulamaya zorladı.

3,1 milyon Filistinlinin yaşadığı Batı Şeria’da, Mart 2020’den bu yana 146 binden fazla vaka ve 1.667 ölüm kaydedildi. Bunlar, test olanaklarının olmaması nedeniyle, muhtemelen gerçek rakamların çok altında. Günlük yeni vakalar, büyük ölçüde hastalığın daha yeni ve daha ölümcül varyantları nedeniyle, birkaç haftadır 2 bini aşıyor.

Dünya Bankası, Batı Şeria’da yapılan testlerin yüzde 21, Gazze’de ise yüzde 29’dan fazlasının pozitif çıkması nedeniyle pandeminin kontrolden çıktığını söyledi. Geçen hafta sonu Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te 20.733 aktif vaka varken, Batı Şeria’daki ağır hasta sayısı, 48’i solunum cihazına bağlı olmak üzere, 170’e yükseldi.

Durumu pandeminin birinci ve ikinci dalgaları ile karşılaştıran bir Filistin Yönetimi (FY) sağlık yetkilisi, bugün “resim çok daha ciddi ve tehlikeli” ve “hiçbir şey üzerinde kontrol yok gibi bir hava var,” diyordu.

FY Sağlık Bakanı Mai al-Kaileh, FY’nin resmi Wafa haber ajansına verdiği demeçte, hastane doluluk oranlarının geçen hafta yüzde 110’a ulaştığını; Ramallah, El Bireh, Eriha ve Kudüs banliyölerinde ise bu oranın yüzde 115 olduğunu söyledi. Bakan, yoğun bakım ünitelerindeki doluluk oranlarının yüksek olduğunu ve kritik COVID-19 hastalarının neredeyse yarısının solunum cihazlarına bağlı olduğunu belirtiyordu.

Yerel basın, kimileri sandalyelerde uyurken hastanelerden geri çevrilen veya hastane koridorlarında ya da depo odalarında şiltelerde uyumak zorunda kalan insanların hikâyeleriyle dolu. Beytüllahim’deki Filistinli bir hemşire, hastanelerdeki durumu “cehennem gibi” olarak nitelendirdi ve durumun “herkesin hayal edebileceğinden çok daha kötü” olduğunu söyledi. Hemşire, Mondoweiss web sitesine şöyle konuştu: “İnsanları, çok hasta insanları geri çeviriyoruz, çünkü onlara yerimiz yok. Bu noktada sanki başka birinin yatağını veya ventilatörünü alabilmesi için insanların ölmesini bekler gibiyiz.”

Middle East Eye, COVID semptomları gösteren ve kalp krizi geçiren annesini Ramallah’ta devlet hastanesine götüren Issa Saafi’nin durumunu aktardı. Gözle görülür derecede sıkıntılı olan Issa’nın, geçen hafta annesinin başına gelenlerle ilgili yerel bir Filistin haber kanalına yaptığı konuşmanın videosu, sosyal medyada viral oldu. Issa, annesini koyacak başka bir yer olmadığından personelin onu bir depoya götürdüğünü açıklıyordu. “Biz oradayken 80 hastayı tedavi eden yaklaşık dört hemşire gördük. Kimseye yetişemiyorlardı. Hastanede olduğum ilk gün, önümde COVID-19 nedeniyle üç kişinin öldüğünü gördüm. Bunu görmek kahrediciydi. Hastaneler yetişemiyor. Doktorlar yetişemiyor. Doktorlar ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını söylediler ama bizim için daha fazlasını yapamazlar.”

Virüs Filistinlileri ürkütücü oranlarda öldürürken, yakın zamanda aşı olma ihtimalleri çok düşük.

Batı Şeria’daki korkunç durumun sorumluluğu, işgalci güç İsrail’e aittir. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun koalisyon hükümeti, Filistinlilere aşı sağlamayı reddediyor. Bu, İsrail’in, kontrol ettiği bölgelerde yaşayan Filistinlilerin sağlığı hakkında 1949 Cenevre Sözleşmesi kapsamındaki sorumluluklarının açık bir ihlalidir. Bunlara, “bulaşıcı hastalıkların ve salgınların yayılmasıyla mücadele etmek için” tıbbi malzeme ve önleyici tedbirler sağlama yükümlülüğü de dahildir.

Dahası İsrail, Oslo Anlaşması kapsamında sağlık bakımı ve salgın hastalıklarla ilgili konularda işbirliği yapmayı kabul etmiş olmasına rağmen, pratikte bu yükümlülüklerinden vazgeçti: Filistinliler tıbbi donanım ithalatında uzun süredir sorun yaşıyorlar. İsrail’in anlaşılmaz güvenlik izni sistemi, hayatlarının kurtarılması için gereken tıbbi bakıma ihtiyaç duyanların İsrail’de veya yurt dışında tedavi görmesini zorlaştırıyor.

Sağlık Bakanı Yuli Edelstein, bu konuda küstahça şunları söyledi: “Bu yasal zorunluluğumuz değil ama bizim çıkarımızadır; Filistinlilerin aşı olmasını sağlamak, COVID-19 yayılmamasını sağlamak bizim çıkarımızadır. Her şeyden önce, Filistinlilerin kendi sağlıklarıyla ilgilenmek zorunda olduklarını açık ve net bir şekilde belirten Oslo anlaşmalarına da bakabiliriz.”

Bu, FY’yi, Rusya’nın Sputnik V aşısından Gazze’deki sağlık uzmanları için olan 2.000 doz da dahil olmak üzere sağlık çalışanları için 12.000 doz almaya başlamasına rağmen, Dünya Sağlık Örgütü’nün tekrar tekrar geciken COVAX programına bağımlı hale getirdi. Ancak, Filistinli bakanlara, bürokratlara, FY yetkililerine ve ailelerine, FY yönetimine yakın medya yetkililerine yüzlerce, Ürdün kraliyet ailesine ise 200 doz aşı verildi. Bu durum, Filistinli seçkinlere karşı büyük bir halk öfkesine yol açtı.

İsrail, ancak BM de dahil olmak üzere yoğun bir uluslararası baskı gördükten sonra, Filistinli sağlık çalışanları için “insani” bir jest olarak 5 bin doz gibi az bir miktar göndermeyi kabul etti ve yerleşimlerde ve İsrail’de çalışan Filistinlileri aşılamaya başladı. Şu ana kadar 105 bin Filistinli işçi, virüsün İsrail içinde yayılmasını önlemek için aşılandı.

İsrail’in Filistinlilere yönelik canice politikası, Netanyahu’nun 23 Mart’taki yeniden seçilme kampanyasının –son iki yıldaki dördüncü seçim– merkezini aşılamanın oluşturduğu düşünüldüğünde, daha da tiksindiricidir. Netanyahu, 16 yaşın üzerindeki tüm nüfusu Nisan ayı sonuna kadar aşılamayı hedefliyor. Sağlık Bakanlığı’nın bu hafta başlarında açıklanan rakamlarına göre İsrail, 5.200.395 kişiye ilk aşıyı; onlardan 4.291.116’sına da (nüfusun yüzde 46’sı) ikinci aşıyı yaptı.

Netanyahu bunu başarmak amacıyla aşılara yüksek fiyatlar ödedi. Gizlilik yasalarını ihlal ederek, İsrail’in sağlık hizmetleri tarafından toplanan, anonimleştirilmiş ancak ayrıntılı verileri Pfizer’a teslim etti. Sağlık Bakanlığı’na göre İsrail, aşılar için şimdiye kadar 788 milyon dolar ödedi ve gelecekte daha fazla doz için benzer bir miktar ödemesi bekleniyor. Bu, İsrail’in, Ocak ayında Kan devlet televizyonunun yaptığı habere göre, Pfizer-BioNTech aşı dozu başına 23,5 dolardan (kişi başına 47 dolar) fazla ödeme yaptığını gösteriyor. Pfizer’in başlangıçta aşıların maliyeti olacağını söylediği miktardan daha yüksek olan bu fiyat, aşı için ABD’nin veya Avrupa Birliği’nin (AB) ödediğinden de yüksek.

İsrail Demokrasi Enstitüsü’ne (IDI) göre İsrail, 24 milyon doz aşı satın aldı. Bu, 12 milyon insanı, yani İsrail’in tüm nüfusunu ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki 16 yaşın üzerindekileri aşılamaya yeterlidir. Üstelik geriye aşı bile kalır!

Şubat ayında Ha’aretz, İsraillilerin randevularını iptal etmeleri ya da gelmemeleri nedeniyle her gün yüzlerce dozun atıldığını ve bunun da Filistinlilerin İsrail’e karşı öfkesini körüklediğini yazmıştı. Netanyahu ise bu fazlalığı, Kudüs’teki diplomatik varlıklarını artıran Guatemala, Honduras ve Çek Cumhuriyeti gibi 19 ülkeye vermeye çalıştı. Mahkemelerde yasal bir itirazın sonucunu beklerken transferi durdurmak zorunda kalana kadar buna devam eden Netanyahu, “bu prestij kazandırır diye düşünüyorum,” demişti.

COVID-19 aşısının bu adaletsiz, akıldışı ve düpedüz canice dağıtımı, sadece İsrail’in değil, İsrail’in Filistinlileri bastırmasını destekleyen ve bu felaketin önünü açan emperyalist güçlerin ve Arap burjuvazisinin suçudur.

Bu durum, kapitalizm altında insani kaynakların küresel bölüşümünün korkunç bir başarısızlık olduğunu bir kez daha teyit ediyor. On iki aydan daha kısa bir sürede hastalığa karşı güvenli ve etkili aşıların üretilmesindeki harikulade başarıya rağmen, bunların dağıtımı, piyasaların diktasına ve rekabet halindeki ulusal seçkinlerin dar ve bencil çıkarlarına tabidir. Bunlar ise hem pandemiyi hem de toplumsal ve ekonomik çileyi uzatmaya hizmet etmektedir.

İleriye giden tek yol, tüm dünyada kapitalizme son verme mücadelesinin bir parçası olarak Arap, Yahudi ve İranlı işçilerin Ortadoğu Sosyalist Federasyonu uğruna ortak bir mücadelede birleştirilmesi ve bağımsız olarak harekete geçirilmesidir.

Jean Shaoul
20 Mart 2021

Kaynak: Dünya Sosyalist Web Sitesi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.