İstanbul Sözleşmesi ve bilimsel çarpıtma

İstanbul Sözleşmesi feshedildi. Muhafazakar kanattan yazılanlar arasında dikkat çeken bir istatistik yer aldı. Peki bu istatistik nasıl okunmalı ve ne amaçla ortaya atıldı?

*Rüzgâr Peyami

2011 yılında Türkiye'nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi 2014 yılında yürürlüğe girdi. İmzalanmasından 10 yıl sonra, bir gece yarısı Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'nden resmen çekildi. Son 1 yıl içerisinde özellikle muhafazakar cenahtan İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik sistematik bir saldırı gerçekleşiyordu.

Öncelikle İstanbul Sözleşmesi'nin ne olduğuna bakalım...

İstanbul Sözleşmesi'nin temel amacı kadına ve çocuklara yönelik şiddet ve ev içi (domestik) şiddeti engellemek. Bu özelliğiyle, ev içi şiddeti engellemeyi amaçlayan ilk Avrupa sözleşmesi olma niteliğinde. İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olması. Öte yandan sözleşmeyle birlikte kadına yönelik ayrımcılık da net bir şekilde yasaklanıyor.

İki gündür, konusunda yetkin insanlar sözleşmeden çekilmenin sakıncalarını çok boyutlu bir şekilde ele aldı. Bu nedenle bunları tekrarlamak istemiyorum. Yıllardır bir şekilde ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bir 'veri' var. Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) raporundan alındığı iddia edilen bu veriye göre; kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin, cinsel saldırıların yüzde 70-80 oranından 'alkol tüketiminden' kaynaklandığı öne sürülüyor.

Oysa durum böyle değil...

AK Partili Mücahit Birinci, İstanbul Sözleşmesi'nin feshinin ardından bu sözde veriyi paylaştı ve "İstanbul Sözleşmesi değil ama, araştırmaya göre, alkolsüzlük yaşatır. Bir metinde böyle büyük tartışmalar yapmaktansa, neden alkol alımını azlatma noktasında tedbirleri tartışmıyoruz? Mantıksızlık yok mu?" notunu düştü.

DSÖ'nün ilgili raporlarını inceledim. DSÖ, net bir şekilde aşırı alkol tüketiminin şiddet olaylarını artırdığını; bununla birlikte şiddete tanık olan ya da şiddetin kurbanı olan kişilerin de bununla baş edebilmek için alkol tüketimine yöneldiğini belirtiyor. Yine de Mücahit Birinci'nin de paylaştığı, yıllardır dolaşımda olan bu veriler gerçek değil! (Raporları okumak isteyenler için linklerini aşağıya bırakacağım.)

Peki bu veriler nasıl okunmalı?

Bir toplumsal fenomeni, yalnızca tek bir etkenle açıklamak en hafif tabiriyle naifliktir. Sosyal bilimlerin defalarca gösterdiği üzere; doğrudan sonuca atlamak (bkz. jumping to conclusions) bir mantık hatasıdır. Bir konuda, mümkün olan en çok etmeni elde etmeden sonuca dair çıkarımda bulunmanın bizi yanlış bir sonuca ulaştırma ihtimalinin yüksekliği gözardı edilmemelidir. Burada da yapılan şey bu. Kadına yönelik şiddetin, cinsel istismarın, trafik kazalarının altında yatan onlarca sebep varken, bir istatistiğe bakarak (ki yalan olduğunu belirtmiştim) ulaşılan sonuç burada da yanlış.

Kadına yönelik şiddet mefhumuna bakacak olursak, altında yatan en önemli sebebin 'iktidar ilişkileri' olduğunu da görebiliriz. Sadece şu soru dahi, söz konusu istatistikten çıkarılan sonucu boşa düşürmeye yetecektir; neden alkol tüketen kadın erkeğe değil, alkol tüketen erkek kadına şiddet uyguluyor?

Şiddet, eşitsiz güç ilişkilerinin beslediği bir toplumsal olgu. Söz gelimi, bir ülkede hakim olan etnik kökenin, diğer etnik kökenlere uyguladığı şiddetin başat sebebi eşitsiz iktdar ilişkileridir. Geçtiğimiz günlerde, Ayasofya'nın cami statüsünde ibadete açılmasının ardından 'baş imam' olarak atanan Mehmet Boynukalın, erkeğe kadını yönetme hakkı verildiğini ve bunun 'fıtrat' olduğunu söyleyen bir paylaşımda bulundu. Bahsettiğim de bu; erkeği kadının yöneticisi olarak gören bir aklın, gerek psikolojik gerekse fiziksel şiddet uygulaması oldukça olası bir sonuçtur.

Bir örnek daha...

Söz gelimi trafik kazalarını ele alalım. Alkollüyken araç kullanımı trafik kazalarına davetiye çıkaran en büyük unsurlardan biri ancak tek unsur değil. Trafik kazalarının ya da trafikte şiddetin altında yatan sebeplerden biri de 'vakit nakittir' diyen kapitalizm. Vakit nakitse, hız da nakittir. Çünkü yol, zaman ve hız ilintilidir. Lise yıllarına gidelim, herkes t=x/v formülünü hatırlayacaktır. Yani vakit eşittir yol bölü hız. Yani hız arttıkça, yolda geçirilen zaman azalacak ve vahşi kapitalizmin istediği gibi 'işe' ayrılacak zaman artacaktır. Öyleyse vakitin yerine nakiti koyunca, hız arttıkça nakit artacaktır.

(Konuya ilişkin Ulus Baker'in Birikim Dergisi'nde yayımlanan yazısı)

Örneklerden de anlaşılacağı üzere bir toplumsal fenomenin birden fazla nedeni oluyor. Mücahit Birinci, bu istatistiği, kamuoyu yaratma adına diğer tüm girdilerden bağımsız şekilde ele alarak sonuca ulaşıyor. Böylece bağlamından tamamen koparılmış bir çıkarım yaratılmış oluyor.

Gelin, kadına yönelik şiddeti yaratan toplumsal fenomenlerle birlikte aşırı alkol tüketimini de tartışalım. Ama ne biri olmadan diğerini tartışmak, ne de diğeri olmadan ötekini tartışmak bizi -görüldüğü gibi- anlamlı bir sonuca ulaştırmıyor.

Meraklısı için DSÖ raporlarının linklerini de aşağıya bırakıyorum.

Bireyler arası şiddet ve alkol tüketimi

Partner şiddeti ve alkol

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.