Savunmasında, yargılananın yalnız kendisi olmadığını belirten Merdan Yanardağ, “Bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü davasıdır. Anayasal bir hakkın gasp edilmesini talep eden bir savcılık makamı olamaz.” vurgusu yaptı.
Gazeteci ve Tele 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın yargılandığı İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararını yayınladı. İlk duruşmada (4 Ekim 2023) tahliye edilen Yanardağ hakkında verilen 2 yıl 6 aylık hapis cezasının nedenlerini, bu gerekçeli kararda açıklamaya çalıştı.
İstanbul (Çağlayan) Adliyesi’nde yapılan karar duruşmasının bant kayıtlarının çözümü de bilirkişi tarafınca yapılarak dosyaya konuldu. Haberde altta, mahkeme tutanaklarının tam metnini okuyabileceksiniz. Ama önce Merdan Yanardağ’ın savunmasından öne çıkan çok çarpıcı bölümler:
‘Hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğim, Türkiye boyun eğmeyecek, bu halk boyun eğmeyecek’! “Bu dava esas olarak basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırma, Türkiye’yi baskıcı ve totaliter bir rejime sürükleme operasyonunun bir parçasıdır. Bu dava normal bir ceza davası değildir. Bu dava Türkiye’de demokratikleşme mücadelesi veren insanların, çevrelerin susturulması ve sindirilmesi davasıdır. Öncelikle davanın bu niteliğini tespit etmek, anlamını saptamak gerekir. Benim tutuklanmamın sebebi; bağımsız medyaya gözdağı vermek ve onu geri çekilmeye zorlamak, topluma korku salarak sindirmeye çalışmaktır. Bu alamda, 14-28 Mayıs seçimlerinin ilk somut siyasal sonucu benim tutuklanmamdır. Bunun başka hiçbir anlamı yok.” “Şöyle bir tezgah kurulmuş durumda; sosyal medyada bir troll ordusu var; ahlaksız, ağzı bozuk, küfürbaz… Onları millet yerine koyan bir savcılık makamı var. Onları millet zannediyor. Onlar (sosyal medyada) bir yaygara başlatıyorlar, -Ayşenur ASLAN’ın başına gelen de budur- bir kampanya yürütüyorlar. Western filmlerinde olduğu gibi ellerinde “asın asın” diye dolaşan bir güruh bunlar. Kim oldukları belli değil, hesaplar fake, yani büyük bir bölümü düzmece. Çünkü, dava açmaya çalışıyoruz, hesabın gerçek isimlere kayıtlı olmadığı ortaya çıkıyor.. İşte bu tarz şeyleri ‘toplumsal infial’ diye değerlendiren bir savcılık var. Sözüm ona toplumsal infiali engellemeye çalışıyor ve bir soruşturma başlatıyor. Açık ve yakın bir tehlike var mı, yok! Kimse sokağa çıkmış mı, hayır.” “İddia makamı AKP politikalarının savunucusu, onun fedaisi gibi davranıyor. Bunu yapamaz. Yargılama Türk milleti adına yapılıyorsa eğer, yalnız bir kesimi, hele hele ahlaksız, ağzı bozuk, sosyal medya trollerinin kışkırtmasıyla hareket eden bir kesimi millet yerine konulamaz. Böyle Cumhuriyet Savcılığı olamaz. Milletin tamamı adına bir yargılama yapılıyorsa eğer; en kötü ihtimalle bu milletin yarısı da bizi destekliyor. Öyle değil mi? Seçim neticeleri %48’e %52 oldu. Bugün o seçimlerin etik ve siyasi meşruiyetini tartışıyoruz. İftira, kara propaganda, yalan, bunların hepsi havada uçuşuyordu. Programda bunu da söyledim. Savcılık, iktidar yanlısı kesimleri millet sayıyor.”
NAZİ HUKUKU
“Bu bir Nazi hukukudur. Ama biz Cumhuriyet mahkemelerinde yargılandığımızı zannediyoruz. Burayı bir Cumhuriyet Mahkemesi olarak görmek istiyorum. Nazi hukuku; fiile değil faile bakmaktır. Fiilden hareketle değil, failden hareketle suç icat etmektir. Profesör Günther JAKOBS bu mevzuda detaylı bir şekilde çalışmış. Düşman hukuku diye de bilinir. Yani birine bakarsınız, o kişi muhalif, iktidar için bir tehdit oluşturuyor ise onun suç işleyip işlemediği önemli değildir. Bertaraf etmek için onun yargılanabileceği bir ceza maddesi ararsınız. Bulamazsanız uydurursunuz, icat edersiniz. Benim için yapılan budur.. İddianame suç icat etmeye çalışıyor, mahkeme tutuklayarak Mussolini’in ön infaz hukukunu uyguluyor.” “Ben görünür gerçeğe işaret ettim; Bir iktidara devletin infaz hukukunu uygulayın, tecridi kaldırın ya da avukatlarıyla, ailesiyle görüşsün, bu hükümet (İmralı’yı) bir siyasi araç olarak kullanmasın demek, nasıl suç olabilir. Bu bağlamda, seçimlerde iktidarın izlediği iki yüzlü siyaseti teşhir etmeye çalışan bağımsız bir gazeteci, yüreği solda atan 38 senelik bir medya mensubu olarak, iktidarın anti demokratik uygulamaları için her araç ve yöntemi kullanma siyasetine itiraz ettim. “
‘BOYUN EĞMEYECEĞİM’
“Bu mahkeme Türkiye için önemli. Vereceği kararla; ya demokratikleşme ve hukuk tarihine geçecek ya da Türkiye’nin baskıcı ve totaliter bir rejime sürüklendiği yolunu döşeyecek. Dünya için de önemli. O bakımdan mahkemenin vereceği kararın ilk yönde olacağını, hukuk ve demokratikleşme tarihine geçme yönünde bir irade kullanacağını umuyorum. Değilse, yolu açık olsun. Ben hiçbir hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğim. Türkiye de boyun eğmeyecek, bu halk da boyun eğmeyecek.” “Bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü davasıdır. Anayasal bir hakkın gasp edilmesini talep eden bir savcılık makamı olamaz. Dolayısıyla, Anayasa’da ilgili maddelerde yani 25, 26, 28. Maddelerle teminat altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğü kullanılmıştır. Gazetecilik mesleğinden kaynaklanan ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü çerçevesinde yapılan bir programdır bu.”
TÜRKİYE’Yİ TOTALİTER BİR REJİME SÜRÜKLEME ÇABASI
“Bu davada savcının talebi; Türkiye’de demokratik hak ve özgürlüklerin daraltılmasıdır. Açıkça demokrasinin daraltılmasını talep ediyor. Türkiye’de totaliter ya da patrimonyal sultanizm dediğimiz kuralsız, yasasız, anayasasız bir rejimin yolunu döşeyen bir taleptir bu. Dolayısıyla bu dava yalnız benim davam değildir.” “Yapılmak istenen Merdan Yanardağ’ın cezalandırılması değildir yalnız, Türkiye’de demokratik hak ve özgürlükleri daraltmaktır. Türkiye’yi totaliter bir rejime sürükleme çabasıdır. “ “Siz toplumun en az yarısını temsil eden insanları duyarlılıklarıyla, sempatileriyle, yaklaşımlarıyla temsil eden insanları söylediği sözler ve savunduğu fikirler sebebiyle, gazetecilik mesleği sebebiyle yargılayıp mahkum etmeye kalkarsanız, bu ülkede ne toplumsal uzlaşma olur ne de toplumsal barış olur. Adalet yoksa bir ülkede barış da olmaz.” “Siz toplumun en az yarısını temsil eden insanları duyarlılıklarıyla, sempatileriyle, yaklaşımlarıyla temsil eden insanları söylediği sözler ve savunduğu fikirler sebebiyle, gazetecilik mesleği sebebiyle yargılayıp mahkum etmeye kalkarsanız, bu ülkede ne toplumsal uzlaşma olur ne de toplumsal barış olur. Adalet yoksa bir ülkede barış da olmaz.”
YARGILANAN GAZETECİLİK FAALİYETİ
“Savcılık makamı Türkiye’nin totaliter bir rejime doğru, patrimonyal sultanizm dediğimiz bir rejime doğru evrilmesini talep ediyor.” “Burada bir gazetecilik faaliyeti yargılanıyor. Ne yaptım ben, fiilim ne? Bir televizyon programı.. Televizyon programından sonra insanlar sokağa çıkıp sağa sola mı saldırdı, şiddet eylemleri mi yaptı? Toplumsal infial nedir? Yine burada esas hakkındaki mütalaada, ayın (Haziran) 25’inde sosyal medyaya yüklenen videodan sonra infial oluştuğu söyleniyor. Kimmiş bu infiale kapılanlar, niye biz görmedik? Ben gazeteciyim, haberleri izliyorum infial halinde tek bir kişiyi görmedim. Troller ise ortaya çıkamazlar, cesaret edemezler. Çünkü ahlaksızlar, çünkü terbiyesizler… Ağızları bozuk bir güruh onlar.” “Savcılığın yaklaşımı geleceğe yönelik bir içtihat oluşturma tutumudur. Eğer bu davadan, bu yargılamadan bir ceza çıkarsa, bundan sonraki düşünce ve ifade özgürlüklerine ilişkin çok esaslı bir sınır konulmuş olacaktır. Bu iddianamenin bağlamı yok, bu iddianame gerçek değil, bu iddianame sanal, bu iddianame iktidar politikalarını savunuyor. İktidar partisinin adını bile geçiremiyor.” “Bu bir iddianame değildir, bu AKP bildirisi gibi bir mütalaadır. AKP’nin adını bile geçiremiyor.. İktidar politikalarını eleştirdim ben, o programın esası budur. Katılırsınız, katılmazsınız, buna vereceğiniz yanıt bu değildir. Bu Mütalaa geleceğe dönük bir içtihat oluşturma teklifidir. O içtihat da şudur; bir daha böyle bir program yapmayın, tartışmayın, sözlerinize dikkat edin, ayağınızı denk alın demektir.”
İŞTE MAHKEME TUTANAĞININ TAM METNİ
Mahkeme tutanaklarından, gazeteci Merdan Yanardağ’ın, adeta bir karşı iddianame niteliğindeki, kendisini tutuklayan iradeye meydan okuyan, onları yargılayan savunmasını yayımlıyoruz. Aşağıda verdiğimiz savunma, mahkeme tutanaklarından bire bir alınmıştır. Sadece küçük imla düzenlemeleri yapıldı ve mahkeme atmosferinde kaçınılmaz olan küçük tekrarlar çıkarıldı. Ara başlıklar bizlere aittir.
İşte, Merdan Yanardağ ile Avukatları Başar Yaltı, Duygu Gizem Öcalan ve Bilgütay Hakkı Durna’nın tutanaklardan bire bir alınan savunmalarının tam metni:
T.C. İSTANBUL 30. AĞIR CEZA MAHKEMESİ
DOSYA NO : 2023/173 ESAS
GÖREVLENDİRME: İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin 2023/173 Esas sayılı dosyasının 04/10/2023 tarihindeki 1. CELSESİNE ait SEGBİS kayıtlarının çözümünün yapılması için SEGBİS kayıtlarının bulunduğu 1 adet CD’nin tarafıma tevdii edilmiş olduğu görülmüştür.
– 1. OTURUM –
MAHKEME BAŞKANI : Savunmanıza başlayabilirsiniz, buyurun.
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; bu dava esas olarak basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırma, Türkiye’yi baskıcı ve totaliter bir jejime sürükleme operasyonunun bir parçasıdır. Bu dava normal bir ceza davası değildir. Bu dava Türkiye’de demokratikleşme mücadelesi veren insanların, çevrelerin susturulması ve sindirilmesi davasıdır. Öncelikle davanın bu niteliğini tespit etmek, anlamını saptamak gerekir. Benim tutuklanmamın sebebi; bağımsız medyaya gözdağı vermek ve onu geri çekilmeye zorlamak, topluma korku salarak sindirmeye çalışmaktır. Bu alamda, 14-28 Mayıs seçimlerinin ilk somut siyasal sonucu benim tutuklanmamdır. Bunun başka hiçbir anlamı yok.
Ben 38 Yıllık gazeteciyim. Gazetecilik hayatım süresince her kademede çalıştım. Adliye muhabirliği dahi yaptım. Çeşitli gazete ve televizyonlarda muhabir, editör, haber müdürü, yazı işleri müdürü, genel yayın yönetmeni olarak çalıştım. Köşe yazarlığı yaptım. Ben şu anda Türkiye’de yaygın izlenen ve gene yaygın ifade ile muhalif diye bilinen ya da benim doğru tanımlama olarak bağımsız bir medya dediğim bir basın kuruluşunun, Tele1’in hem Yönetim Kurulu Başkanıyım hem Genel Yayın Yönetmeniyim. Tam 7 senedir yayın yapan bir televizyon kanalı bu. Benim burada tutuklu yargılanmamın sebebi herhangi bir terör örgütünün propagandasını yapmak ya da suçu ve suçluyu övmek değildir. Savcılık Makamı ikinci bir montaj video adeta üreterek iddianamede böyle bir suç uydurmaya çalıştı. Benim burada olmamın sebebi esas olarak benim burada olmamın sebebi Tele1’in yaptığı yayınlar, benim gazetecilik anlayışım, bağımsız medyayı sindirime girişimidir. Öncelikle bunun tespit edilmesi gerekiyor. Bir programdan dolayı, ben bir programda yaptığım bir değerlendirme ve yorum sebebiyle tutuklanmış durumdayım. Şimdi bu programın toplam süresi 50 dakika. (Tale 1’de) ortalama 3 bin program yaptım. Bu 3 bin programın hiçbirinde ben herhangi bir terör örgütünü övmemişim. Çünkü, bu mevzuda açılmış tek bir soruşturma yok. Suçu ve suçluyu övmemişim veyahut bir propagandasını herhangi bir terör örgütünün propagandasını yapmamışım. Ne olmuşsa Türkiye bayrama giderken ya gündem de boş ben de çılgın bir gazeteciyim, dur ben bir terör örgütünü öveyim demişim. Böyle bir şey olabilir mi? Benim yaptığım şudur; AKP iktidarının izlediği politikaları eleştirmektir.
Program 50 dakika.. Programın adından anlaşıldığı gibi esprisi 4 soru 4 yanıttır. Gündemdeki 4 konuyu ele alıyoruz, o 4 konuya ilişkin o gün ana haber bültenimizi hangi arkadaşımız sunuyorsa soru soruyor, ben de bültenden sonra saat 20.00’de o 4 soruya ilişkin yorumları yapıyorum. Süre eğer dolmazsa bir 5. soru soruluyor. O gün 5 soru ele almışız 50 dakika içinde. En az yer verdiğimiz konu ise şu anda tutuklanmama neden olan meseledir. Şimdi hiçbir şey yokken durduk yere, sanki ben durduk yere “Abdullah ÖCALAN’ın tecrit konusunu bir gündeme alalım” veyahut işte “bir terör örgütünün, herhangi bir terör örgütünün eylemlerini ya da fiillerini övelim” demişim gibi bir muamele ile karşı karşıyayım.
“TROLL ORDUSUNU MİLLET YERİNE KOYAN SAVCILIK MAKAMI VAR”
Beni niye tutukladınız ya? Türkiye’de yaygın izlenen bir kanalın yönetim kurulu başkanıyım, genel yayın yönetmeniyim, yayınlanmış 14 tane kitabım, binlerce makalem var, adresim belli, bugüne kadar yapılan tüm çağrılara uymuşum, adli kontrol tedbirleri daha önce de uygulandı, gene gazetecilik sebebiyle.. Bunların hiçbirinde herhangi bir aksama olmamış ve siz beni tutukluyorsunuz. Şöyle bir tezgah kurulmuş durumda; sosyal medyada bir troll ordusu var; ahlaksız, ağzı bozuk, küfürbaz… Onları millet yerine koyan bir savcılık makamı var. Onları millet zannediyor. Onlar (sosyal medyada) bir yaygara başlatıyorlar, -Ayşenur ASLAN’ın başına gelen de budur- bir kampanya başlatıyorlar, Western filmlerinde olduğu gibi ellerinde “asın asın” diye dolaşan bir güruh bunlar. Kim oldukları belli değil, hesaplar fake yani düzmece büyük bir bölümü. Çünkü, dava açmaya çalışıyoruz hesabın gerçek isimlere kayıtlı olmadığı ortaya çıkıyor..
İşte bu tarz şeyleri “toplumsal infial” diye değerlendiren bir savcılık var. Sözüm ona toplumsal infiali engellemeye çalışıyor ve bir soruşturma başlatıyor ve gene sosyal medyada dönüyor. Açık ve yakın bir tehlike var mı, yok! Kimse sokağa çıkmış mı, hayır. Bir yeri taşlamış mı, cam çerçeve kırmış mı, mesela Tele1 yayınları sebebiyle bu dava açılmışsa Tele1’in önüne gelip bir protesto gösterisi mi yapmışlar, bir protesto eylemi var mı, yok. Ama bir toplumsal infial tespiti var halkı kin ve düşmanlığa kışkırttığımıza dair.. Bu iddianamenin bizzatihi kendisi halkın bir bölümünü kin ve düşmanlığa kışkırtıyor.
Neden savcılık benim lehime atılan binlerce tweeti bir toplumsal infial olarak değerlendirmiyor? Beni destekleyen, tutuklanmamı ya da gözaltına alınmamı protesto eden binlerce tweet var sosyal medyada. Bunların hiçbirini dikkate almayan bir savcılıkla karşı karşıyayız. Olay şudur; seçimlerden önce seçim günü ve seçim sonrası yaptığınız yayınlar belli ki birtakım siyasi odakları, iktidarı son derece rahatsız etti. Bunun üzerine bir fırsat kolladıkları anlaşılıyor. Söz konusu programın adını koyalım, AKP’nin izlediği politikaları eleştirmek amacıyla yapıldı.
Şimdi ben size programda hangi mevzuları ele almışız tek tek onları çıkartmaya çalışayım. Döküm şey dosyadaki döküm.. 5 konudan birincisi aklımda kaldığı kadar hemen söyleyeyim uzatmayalım, birincisi CHP’deki değişim tartışmaları.. Sayın CHP’li milletvekilleri de burada, sağ olsunlar geldiler. Çok gerilimli olacağı belliydi bu duruşmanın, ben bugün Adliyeye dayanışma için gelen herkese hem çok teşekkür ediyorum hem de özür diliyorum, bu sıkıntıya neden olduğum için. Çünkü çok büyük çoğunluğu duruşma salnuna giremedi.
Şimdi bakıyoruz birinci konu neymiş; Kılıçdaroğlu’nun o gün yapmış olduğu grup toplantısındaki değerlendirme ele alınmış. Ayın (Haziran) 20’sinde. En uzun bölümü bu konuya ayırmışız, birinci soru o. Üstelik, Sayın Kılıçdaroğlu’nu eleştirmişiz. İkincisi Ekrem İMAMOĞLU konusu. Programda ele almış, onu da tartışmışız. Oradan bir birini tamamlayan iki soru gelmiş. Üçüncü konu, Sayın Özgür ÖZEL ile ilgili bir soru. Sayın Özgür ÖZEL’in yaptığı o tarihe özgü bir açıklamasını sormuş arkadaşımız, onu kısaca değerlendirmişiz. Dördüncü konu ise, bu davaya tutuklanmama neden olan konu. Konu ne, AKP milletvekili Galip ENSARİOĞLU’nun Kürt problemininin alacağı yeni biçime ve niteliğe ilişkin açıklamaları. Yani Kürt mesele ve yeni çözüm sürecinin alacağı rotaya ilişkin yaptığı açıklamalar.
(Programdan) Bir gün önce bir web sitesine, Galip ENSARİOĞLU röportaj veriyor ve o röportajda diyor ki; “Yeni bir çözüm süreci olabilir devletimiz isterse. Aslında Kürt problemi da % 90-95 oranında çözülmüştü, fakat Selahattin DEMİRTAŞ ve Kandil yüzünden çözülemedi. Abdullah ÖCALAN çok anlayışlı, çok iyi niyetliydi, İmralı’da uygulanan tecrit de aslına bakarsak bu Selahattin DEMİRTAŞ yüzünden yapıldı. Yani devletimiz, hükumetimiz çok istemiyordu böyle bir tecrit uygulanmasını”.
Programımızda süre kısa kalmış, bir de 5. konu olarak enflasyonu işlemişiz. Yani 5 ayrı konuyu ele almışız. Peki neden bu konuyu (tecriti) görüştük? İddianamede olmayan ne? İddianamede olmayan AKP… İktidar partisi AKP’nin izlediği ya da hazırlığını yaptığı yeni açılım siyaseti, biz onu tartışıyorduk.
Ben programda onun sözlerini tartışıyor ve değerlendiriyorum, ama iddianame ENSARİOĞLU’ndan hiç söz etmiyor. Savcılık iddianamede ikinci bir montaj yapmış. Tıpkı ahlaksız, ağzı bozuk sosyal medya trolleri gibi. Bugüne kadar yalnız Tele1’de ortalama 3 bin tane program yapmışım. En son programlardan birinden 62 saniye, avukatlarımız 63 saniye hesaplamışlar, fakat benim bildiğim kadarıyla 62 saniyelik bir video kesilmiş, üstelik de üzerinde 5 gün çalışılıp yapılmış bu iş.. Evet, 5 gün. Program 20 Haziran’da, 25 Haziran gecesi sosyal medyaya yüklenmiş, o gün sabaha kadar bir yaygara koparılmış, bir linç girişimi başlatılmış..
Her şey tamamen sanal ortamda olup bitiyor. Yani şu Ebabil grupları falan var ya işte onlar.. Son olarak İçişleri Bakanlığı’na, daha doğrusu eski bakana saldırdıkları için kapatılan hesaba benzer bir dizi troll hesap.. Her nedense toplum o beş gün fark etmemiş bizim programı, infiale falan kapılmamış. Ama o beşinci gün birden bire infial ortaya çıkmış.
“BAĞLAMI YOK”
Öyle montaj bir yapılmış ki iddianamede, bold adı verilen, yani siyah dizilen kelimeler yan yana getirilerek bir algı yaratılmaya çalışılmış. Öyle ki, bazen cümleyi de değil, neredeyse kelime bile ortadan bölünmüş. Önü ve arkası yok, bağlamı yok.
Özetle; bağlamından koparılmış 62 saniyelik videoyu izleyerek beni tutukladınız. Evet 62 saniye… Üstelik o 62 saniyede söylenen hiçbir şey de suç değil. Bir eylem övülmemiş, silahlı bir eylem için iyidir ya da doğrudur denilmemiş. Bir terörist saldırı övülmemiş, onu teşvik edecek, özendirecek herhangi bir söz yok.
Çok basit ve somut bir şey söyleyeceğim; hepimizin evinde klasikler vardır. Dostoyevski romanı olmayan bir klasik seti düşünülemez değil mi? Dostoyevski dünyanın en büyük yazarlarından biridir. Benim de tek geçtiğim yazar diyebiliriz. Dostoyevski Çar’a suikast yaptı. Kendisi askeri mühendistir ve idama mahkum oldu. Arkadaşları kurşuna dizildi, kendisi kurşuna dizilmek üzereyken Çar tarafınca kalan tutuklular affedildiği için son anda ölümden döndü ve Sibirya’ya sürgün edildi. Şimdi ben, “Dostoyevski dünyanın en büyük yazarıdır” dediğim zaman onun içinde yer aldıı siyasi suikasti övmüş mü oluyorum? Türkiye’den bir örnek verelim; Sağdan bir örnek olsun bu kez, Necip Fazıl KISAKÜREK… Kendisi kumarbazdır, alkole düşkündür, kaçak kumar oynadığı için birçok kez gözaltına alınmıştır, gazetelerde fotoğrafları var. Hükümetin kapısında ki besleme basın teriminin ortaya çıkma nedenidir. Menderes’in Yassı Ada’da verdiği görüntülü-sesli ifadesi var. TRT kayıtlarında var. Ben izledim belgesel hazırladım çünkü.. “Kapınızda, -çok affedersiniz- bir it gibi titriyorum, bana destek olmanız lazım” diyen yalvaran mektuplar yazan bir adam.
Ancak, diğer taraftan Necip Fazıl şairdir, karşı olsanız bile bir fikir adamıdır. Ben Necip Fazıl üzerinde çalıştım. Birçok kitabını okudum onun, özellikle İdeolocya Örgüsü önemlidir. Denilebilir ki, Türkiye’de ve dünyada Nazizmi, İslami terminolojiye aktaran ve islamo-faşist diyebileceğimiz ideolojik anlayışı inşa eden, böyle rejimlerin teorik arka planını hazırlayan biridir. Diğer taraftan şairdir, iyi şiirleri de var. Bana göre büyük bir şair değildir, fakat iyi şiirleri de vardır. Biz Necip Fazıl büyük şairdir, iyi şairdir, önemli bir fikir adamıdır dediğimiz zaman kumarbazlığını övmüş mü oluyoruz? Böyle bir şey olabilir mi? Veya birisi hem hırsız hem de iyi bir ressam olduğu zaman, çok iyi resimler yaptığını söylemek onun hırsızlık fiilini övmek mi oluyor? Yılmaz GÜNEY’in iyi bir sinemacı olduğunu söylemek, onun tüm özel hayatına sahip çıkmak anlamına mı geliyor? Böyle bir yaklaşım olamaz, fakat savcının mantığı bu. Benim yorumlarımda bir eylemi, yani adı geçen PKK örgütünün herhangi bir eylemini öven herhangi bir yaklaşım yok.
Diğer taraftan görülür bir gerçeklik var; AKP iktidarı, İmralı’yı siyasasete müdahale etmek için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. Seçimlere müdahale için kullanmaya çalışıyor. Daha önce kullandı; 2019 yerel seçimlerini hatırlayın. Bir Doçent İmralı’ya gitti, Abdullah ÖCALAN ile görüştü. Sonra bir mektup getirdi elinde; “Öcalan bana verdi. okumamı istedi” dedi. Kimse onun hakkında dava açmadı, fakat benim hakkımda açtılar davayı. Adamla mahkemeliğiz. Dava galiba istinafta.. Çok çarpıcı bir davadır, o bakımdan örnek vereceğim; Ali Kemal ÖZCAN doçentin adı. Munzur Üniversitesi öğretim üyesi Ali Kemal ÖZCAN geldi ve “İmralı diyor ki, yerel seçimlerde İmralı sandığa gitmeyin, -İstanbul’da Ekrem İMAMOĞLU’nun seçildiği, Ankara’da Mansur YAVAŞ’ın seçildiği yerel seçimlerden söz ediyorum- seçimleri boykot edin.”
Bunun üzerine ben de o günlerde yaptığım programda dedim ki; yani gene Tele1’de yaptığım yorumda, “Bir dakika, sen avukat değilsin, ailesine mensup değilsin, bir yargı görevlisi de değilsin. Hangi sıfatla gittin İmralı’ya, ailesi ve avukatları görüşemezken sen nasıl görüştün? Nasıl bir mektup vermiş olabilir size?” Bana yanıt olarak, “Kitap yazıyorum o yüzden özel izin aldım gidiyorum” dedi. Enteresan! Ben, “Siz kitap mı yazıyorsunuz yoksa bir istihbarat örgütüne mi çalışıyorsunuz, yoksa örgütle bağlantınız mı var” diye sordum. Adam beni şikayet etti. Tunceli asliye ceza mahkemelerinden birinde yargılanıyoruz. Dava istinafta. Niye? Çünkü İmralı üstünden siyasete müdahale eden bir mektup getirdi.
Benim son programda da tartıştığım konu budur. Son vakada tablo şudur; ben bir gazeteci olarak fikri takip içinde bu olaya bakıyorum. Görünür gerçeklik; İmralı’da tutulan Abdullah ÖCALAN’ın avukatları ve ailesi ile görüşemediği değil midir? Ben de dedim ki programda; bırakın avukatlarıyla ve ailesiyle görüşsün. Biz de ne söylediğini, ne söylediğini bilelim, kamuoyu da bilsin.
Ben şunu merak ediyorum; bir iktidara devletin infaz hukukunu herkese eşit ve adil bir şekilde uygula demek nasıl suç olabilir? Evet, ne zamandan beri suç, niye suç?
MAHKEME BAŞKANI : Keşke zamanında uygulasalardı.
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Evet.
MAHKEME BAŞKANI : Bugün bu tarz şeyleri tartışmıyor olurduk.
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Aynen öyle. Ben de aynen sizin gibi düşünüyorum Sayın Yargıç.
MAHKEME BAŞKANI : 99’dan, 2001 değişikliğinden önce..
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Bütün iktidarlar için geçerli. Zaman zaman avukatlar ve aile ile görüş yapmayı açtılar, neler olduğunu öğrendik. (Kamuoyu) ne söylediğini o dönemde biliyordu. Hapishanede ama bir şartla, ama avukatınızla, ailenizle, ziyaretçilerle görüşemezsiniz; disiplin cezası aldığınız zaman.. O da sürelidir. Gardiyanla kavga etmiş olabilirsiniz, cezaevinde başka birine saldırmış olabilirsiniz veyahut başka bir suç işlemiş olabilirsiniz, her neyse. Cezaevi Disiplin Kurulu toplanır ve sizin hakkınızda bir karar verir, der ki; bir ay ziyaretten men, mektuplaşma yasağı, avukat görüşme yasağı konulabiliyor mu bilmiyorum fakat avukatlarla görüşmeye yasağı konulabilir. Ben şimdi şunu merak ediyorum; İmralı’da ayrı bir ceza hukuku ya da infaz hukuku mu uygulanıyor? AKP iktidarının izlediği İmralı siyasetini eleştiren bir program yaptım ben. PKK ile veya Abdullah ÖCALAN ile ilgili bir program yapmadım. Dolayısıyla, burada bir makas farklılığı var.
“İDDİA MAKAMI AKP POLİTİKALARININ SAVUNUCUSU GİBİ”
Ama iddia makamı AKP politikalarının savunucusu, onun fedaisi gibi davranıyor. Bunu yapamaz. Yargılama Türk milleti adına yapılıyorsa eğer, yalnız bir kesimi, hele hele ahlaksız, ağzı bozuk, sosyal medya trollerinin kışkırtmasıyla hareket eden bir kesimi millet yerine konulamaz. Böyle Cumhuriyet Savcılığı olamaz. Milletin tamamı adına bir yargılama yapılıyorsa eğer; en kötü ihtimalle bu milletin yarısı da bizi destekliyor. Öyle değil mi? Seçim neticeleri %48’e %52 oldu. Bugün o seçimlerin etik ve siyasi meşruiyetini tartışıyoruz. İftira, kara propaganda, yalan, bunların hepsi havada uçuşuyordu. Programda bunu da söyledim. Savcılık, iktidar yanlısı kesimleri “millet” sayıyor.
Bir konuyu ya da iddiayı bağlamından koparmak ne demek biliyor musunuz? Biz stajyer gazeteci arkadaşlarımıza, mesleğe yeni başlayanlara bazı fotoğraflar gösteririz. Şu fotoğraf nedir (eline aldığı bir fotoğrafı gösteriyor) bir asker bir yaralı bir bayka askerin başına silah dayanmış. Muhtemelen Irak savaşında çekilmiş bu fotoğraf. Bu bir kadraj. Şu nedir; bir yaralıya yardım eden, savaşta yaralanmış bir askere yardım eden bir başka asker, Amerikan askeri belli ki. Ancak bu ikisi de gerçeği tam ifade etmiyor. Ne birinin başına silah dayanmış ne de yalnız bir Amerikan askeri bir yaralıya su veriyor. Gerçek ise şu fotoğraf.. Gerçek bu; evet, bir asker yaralı, 2 Amerikan askerinden biri ona su veriyor, diğeri ise başına silah dayamamış, silah omuzunda asılı. Savcılık şu fotoğrafı gösteriyor ve diyor ki; siz devletin kafasına silah dayadınız, askerin kafasına silah dayadınız, birini silahla tehdit ettiniz. Ya biz bunların arasında farkı görmeyen bir stajyer gazeteciyi işe başlatmıyoruz. Ama, savcılık makamında bulunan birileri tam bunu yapıyor. Hem de bunu o kadar acemice yapıyor ki, bakın bir tane daha örnek vereceğim, çok çarpıcı bir örnek. Galiba iddianamenin ilgili bölümünü almamışım, özür dilerim. İddianameyi o bölümünü alabilir miyim sizde var ise acaba?
SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN :
Merdan Bey, atlanan bölümleri mi okuyacaksınız?
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Evet.. Önemli çünkü, cümleyi bile tamamlamamış. Evet, buldum. Şimdi, bana 27 Temmuz’da tebliğ edilen iddianame, cezaevinde tebliğ edilen iddianame.. Şimdi bu iddianamenin bir yerinde diyor ki Sayın Savcı; “PKK’nın ya da Abdullah ÖCALAN’ın eylemlerinden övgüyle bahsettiği ve bu kişiyi siyasi mahkum olarak nitelendirdiği şüphelinin açıklamalarının yer aldığı ve farklı sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan videonun web ortamında çok sayıda etkileşim alması, kamuoyuna yansıyan tepkilerden ve etkileşimlerden de anlaşıldığı üzere kullanılan sözlerle toplumsal infial uyandırdığının anlaşılması..”
Yani montaj videoyu esas alarak beni tutuklanmaya sevk ettiğini savılık makamının kendisi söylüyor. İtiraf ediyor.
Şimdi bakın arefe günü gözaltına alınıyorsunuz, 1 gün emniyette bekletiyorsunuz hiç gerek yokken, hiç lüzumu yokken, fakat güç gösteriliyor. Sonra burada savcılığa çıkıyorsunuz, savcılıkta bekliyorsunuz saatlerce. Ama savcı hanımefendinin işleri var, dışarıda, gelemiyor bir türlü, saatlerce bekliyorsunuz. Sonra geliyor, içeride sorgu yapılacak fakat güç göstermesi gerekiyor, içeriye polisleri çağırıyor. Oysa siyasi bir dava bu. Ama Terörle Mücadele Şubesinin polisleri tecrübeli, bunun bir siyasi soruşturma olduğunu biliyorlar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde kolluk görevlilerinin yanında ifade verilemeyeceğini genel kabul gören bir uygulama. Ne diyelim, böyle bir gelenek olduğu için (polisler) dışarı çıkmışlar. Ancak, Savcı Polis görevlisini içeriye çağırıyor. Burada iki durum var galiba; bir güç gösterisi, ikincisi korku herhalde. Hukuksuz ve emirle iş yapma korkusu. Başka bir şey olabilir mi?
Karşınızda 38 senelik bir gazeteci var, bir televizyonun genel yayın yönetmeni, bir yayın kuruluşunun yönetim kurulu başkanı.. Bu kimlikle orada kendisine saldıracağımdan korkuyor olabilir mi? Böyle bir atmosferde tutuklanmaya sevk ediliyorum. Biz orada hızla programın tamamının flash diskini verdik. Tutuklama kararına bakın.. Tutuklama sonucunda flash diskte bizim program çözümünün tamamını verdiğimiz metin esas alınmadı. Ne esas alındı? 62 saniyelik video.. Ayıptır ya.
Daha da önemlisi, tutuklanma gerekçesi olarak, önce “katalog suç” olduğu ileri sürüldü. Ben Hakimler Savcılar Kurulu’na şikayet etmeyi düşünüyorum. Çünkü mesleki yetersizlikleri söz konusu olan bir sulh ceza hakimi ve ağır ceza savcısı var. Oysa suçlama konusu “katalog suç” değil. Sonra dendi ki deliller toplanmadı, delilleri verdik. Sonra dendi ki, “kaçma şüphesi var” başka bir tutukluluk itirazında. Bugüne kadar kaçmamışım, hiçbir davadan kaçmamışım, adresim belli, işim belli vesaire… Adli tedbirleri uygulamak da yetersiz kalacakmış, iyi mi? Ondan sonraki gerekçe ne biliyor musunuz, savunmamın alınmaması… Böyle bir gerekçe olabilir mi?
“SOSYAL MEDYA TERÖRİSTLERİ”
Şöyle bir tezgah var; sosyal medyada bir trol ordusu oluşturuluyor, maaşlı bunlar. İllegal bir çete.. Sosyal medya teröristleridir onlar. Belli bir siyasal motivasyonla hareket eden bir organizasyondur. Sayın Özgür ÖZEL onları deşifre etti zaten. Mecliste tüm sicillerini koydu ortaya, bir bölümü o nedenle kapandı.
Özetle; bir suç örgütü lideri gibi sizi tehlikeli görecekler ve polis eşliğinde savcılık ifadesi vereceksiniz. Sosyal medyadaki troll yaygarasını toplumsal infial sayacaksınız, fakat ona karşı bizim lehimize yapılan hiçbir destekleme açıklamasına dikkat edilmeyecek, onları toplamaya özen gösterilmeyecek, sonra bir sulh ceza hakimliği ve RTÜK çıkacak size ceza kesecek. Böyle dörtlü biri yapı var. Troller, savcılık, sulh ceza hakimliği ve RTÜK. Gece yarısı RTÜK başkanı bir mesaj yayınlayarak ihsas-ı reyde bulunacak, suçluyu ilan edecek, Tele1 7 gün kapatılacak, ekran karartılacak, Merdan YANARDAĞ tutuklanacak. Türkiye’de şu anki hukuk düzeni budur.
Bu bir Nazi hukukudur. Ama biz Cumhuriyet mahkemelerinde yargılandığımızı zannediyoruz. Burayı bir Cumhuriyet Mahkemesi olarak görmek istiyorum. Nazi hukuku şu demektir; fiile değil faile bakmaktır. Fiilden hareketle değil, failden hareketle suç icat etmektir. Profesör Günther JAKOBS bu mevzuda detaylı bir şekilde çalışmış. Düşman hukuku diye de bilinir. Yani birine bakarsınız muhaliftir, iktidar için bir tehdit oluşturur, onun suç işleyip işlemediği önemli değildir, bertaraf etmek için onun yargılanabileceği bir ceza maddesi ararsınız. Bulamazsanız uydurursunuz, icat edersiniz. Benim için bugün yapılan budur.. İddianame suç icat etmeye çalışıyor, mahkeme tutuklayarak Mussolini’n ön infaz hukukunu uyguluyor. Çünkü, 3,5 ay sonraya mahkeme (duruşma) veriyorsunuz. 3,5 ay sonraya verilen duruşma günü ile zaten cezayı uygulamış oluyorsunuz. Dolayısıyla Günther JAKOBS’un dediği gibi, vatandaşlarının bir bölümünü düşman sayan, bir bölümünü millet saymayan, onları bir siyasi düşman olarak gören ve mahkemeleri, adliyeyi bir siyasi enstrüman olarak kullanan, toplumu ve siyaseti düzenleme aracı haline getirmeye çalışan bir anlayıştır bu. Bugün bu davada da olan budur.
Şimdi tecrit konusuna gelelim. Tecriti ben uydurmadım. İlgili röportajda Galip ENSARİOĞLU söylüyor bunu. Galip ENSARİOĞLU, bir de Selahattin DEMİRTAŞ’ı suçlayarak, tecrit onun yüzünden uygulandı diyor. Şimdi Galip ENSARİOĞLU kim? Sıradan birisi değil, bir bakmak lazım ona. Çünkü biz gazeteci olarak iktidar Kürt sorununa ilişkin bir açılım mı yapmaya çalışıyor, bu mevzuda harekete mi geçecek, yeni bir durum mu var diye baktığımızda, seyrettiğimiz birkaç isimden biridir. Ne diyor diye bakarız. Galip ENSARİOĞLU’na. Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nden mezun olmuş, Diyarbakır Sanayici ve İş Adamları Derneği Başkanlığı yapmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 24. ve 26. Dönem Diyarbakır Milletvekiliğinde, ayrıca AKP Merkez Karar Yürütme Kurulu üyeliğinde bulunmuş. Son seçimde de gene Diyarbakır Milletvekili oldu. Böyle birinden söz ediyoruz ve onun konuşmasından söz ediyoruz.
Ayrıca tartıştığımız şey, gündemdeki bir konudur. Örneğin, Meral AKŞENER 02/05/2023 tarihinde İmralı ile bir görüşme olduğunu iddia etti. Haber burada, her yerde var. Bana gelen yazı Medyascope sitesinden alınmış. Hatta AKŞENER İmralı’yla görüşen kişiyi tanıdığını ve bunun yüksek bir yargı mensubu olduğunu söylüyor. İsterseniz şahit olarak bile dinleyebiliriz burada, gelsin açıklasın kim olduğunu.
Dolayısıyla seçimler sırasında da konu gündemde. Seçimlerden hemen önce, 2 Mayıs tarihindeki bir söyleşide Galip ENSARİOĞLU İmralı’yı gündeme getiriyor. Diyor ki; “Yeni bir açılımı devlet isterse yapabilir ve tecriti uygulayan biz değiliz. bu Selahattin DEMİRTAŞ’ın yüzünden, onun açıklamaları yüzünden konuldu. Zaten ‘seni başkan yaptırmayacağız’ diyerek işleri de berbat etti, bu yüzden de onun sözleri sebebiyle devletimiz istemeden tecrit uyguluyor”. Burada doğrudan Galip ENSARİOĞLU’nun sözlerini alıyorum; “Yani Öcalan’ı tecrite mahkum eden devlet değil. Öcalan’ın tecrite mahkum eden bizatihi Kandil’dir, bizatihi HDP’nin kendisidir, Selahattin DEMİRTAŞ’ın kendisidir. Çözüm sürecini boşa çıkaran, sabote eden, Öcalan’ın rolünü boşa çıkarmaya çalışan gene kendileridir.”
Bunları söylüyor Galip ENSARİOĞLU. Tecrit kavramı burada da var. O halde ben de dedim ki; siz iktidarsanız, kaldırın tecriti, Abdullah ÖCALAN’ın ne söylediğini kamuoyu öğrensin. Bu mevzuda spekülasyon yapılmasın. Benim programımdan bir gün önce, 19 Haziran’da Galip ENSARİOĞLU, “Çözüm sürecinde PKK ile belki yalnız şiddet konusu konuşulur. Yeni bir süreç olur, başlayabilir, yeni bir süreç ve biz PKK ile şiddet konusunu konuşuruz” diyor. Bir dava açıldı mı? Savcılık makamı açtınız mı Galip ENSARİOĞLU hakkında bir soruşturma? Bayağı bir “terör örgütü propagandası” yapıyor ciddi bir biçimde. Ama demokratik bir partinin, mecliste temsil edilen bir partinin eski genel başkanını terörist ilan ediyor neredeyse.
Söyleşide ENSARUİOĞLU’na sorulan soru şu şekilde, “Bu dönemde katkınızı olası bir çözüm süreci içinde görebilir miyiz, siyasette böyle bir gündem var mı?”
Galip ENSARİOĞLU şu şekilde yanıt veriyor; “Çözüm süreci çok klişe bir laf oldu, çözüm süreci bitti fakat bittiği yerden yeniden başlayabilir. Sürecin muhatabı kim diye bir soru soruluyor, PKK şiddetin muhatabıdır. Onunla şiddet konuşulur, yani şiddetin durdurulması konuşulur, fakat Kürt sorununu veya demokratikleşmenin muhatabı bu ülkede yaşayan herkestir.”
İkinci olarak; “Size göre Kürt problemi çözüldü mü?” diye soruluyor. Yanıt olarak; “% 95 çözüldü” diyor. “Kalan % 5 neyi içeriyor” diye sormuş devamla muhabir. Ensarioğlu da devamla, “Fark IRA ve ETA ile onları yasal partileri arasındaki ilişkiye benzetmekti” diyor. En sonunda “Öcalan ile Kandil arasında bir fark olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna ise “Var elbette” demiş, “Bu fark çözüm sürecinde çok belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Öcalan daha samimiydi, iyi niyetliydi.”
Buyurun. Savcılık Makamı normal şartlar altında sanık lehine olan delilleri de toplamaz mı, toplar. Niye bunlar iddianamede yok, niye bunlar dosyada yok.
Ben dosyaya bakıyorum benim aklımda açık kaynak araştırması yapılmış. Fakat her nedense aleyhime olabilecek bazı tweetler konmuş, üstelik onların da bağlamından kopartıldığı anlaşılıyor. Askerin kafasına silah dayadığı görülen fotoğraf gibi.. Benim lehim olan tweetleri aleyhimde zannederek koymuşlar. Her nedense savcılık makamı bu davaya konu olan hiçbir delili dosyaya koymamış. Bunların hiçbirisi yok.
Usul yönünden hatalı iddianame. Girişte PKK hakkında bir bilgi verilmiş. Herhangi bir siteden elde edeceğiniz bilgiler.. Ama iddianame şu şekilde başlamış oluyor; Türkiye’nin en temel problemlerinden biri PKK örgütünü anlatıyorsunuz.. İddianame anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor..
Sonra bir gün aniden çılgın bir gazeteci çıkıyor bu örgütü övmeye karar veriyor. Böyle bir hukuk mantığı olabilir mi? Mümkün değil. Yani doğrudan suçla, suçlamayla ilgisi olmayan bir bilginin veya bir evrakın veya bir belgenin iddianameye konması hukuken doğru değil. Bu kadar temel usul hatalarıyla dolu bir iddianame ile karşı karşıyayız.
İRONİ KONUSU; YANDAŞ MEDYA ÜZÜLECEK!
Savcılık siyasi hükümlü vesaire gibi kavramlara takılmış. Şimdi ben ironi yaptığımı söylemiştim. İroniler bununla ilgili değil. Söz konusu yayının yapıldığı gün Evren Hanım, Evren ÖZALKUŞ anahaberi sunduğu için soruları da o sormuştu. Dedi ki soruda; “Galip ENSARİOĞLU’nun, böyle böyle bir açıklaması var, ne diyorsunuz?” Ben dedim ki, iki olasılık var; “Ya Galip ENSARİOĞLU Apocu oldu ya da AKP ikinci bir çözüm süreci başlatıyor. Örtülü bir çözüm sürecinin zeminini yaratmaya çalışıyor yerel seçime doğru.” Benim ironi dediğim Galip ENSARİOĞLU’nun Apocu olma olasılığına ilişkin sözlerimdir. İroni, Türk Dil Kurumu’na göre ters bir kavram kullanarak karşısındakiyle hafif alay etmektir. Söylediğim ironi budur. Diğer sözlerimde ironi yoktur. Yandaş medyaya da buradan duyurulur.
Gelelim siyasi tutuklu ya da hükümlü meselesine.. Şimdi ben Silivri Cezaevi’nde yatıyorum, rejimin simgesidir. Burada hemen belirteyim; Silivri Cezaevi’ndeki personelle ilgili hiçbir sıkıntım yok. Fakat savcılıkta vardı, adliyede vardı ve ben Silivri’ye gittiğim zaman bayramda tutuklandığım için bir peçete bile yoktu koğuşta. Battaniye yoktu, çamaşırım yoktu. Kantin kapalıydı. Çünkü yetkili görevliler izindeydi. Zamanı bile bilmiyorduk, saat yoktu, gazete ve televizyon yoktu. Ben savcılıktan daha sorumlu davranarak toplumu bir infiale sevk etmemek için, başlangıçta bu sorunların üzerine çok gitmedim. Bayram bitene kadar Kerbela gibiydi orası. İyi ki orada (Silivri) iyi niyetli, sorumluluğunun bilincinde personel var. Onların desteğiyle ve oradaki diğer tutuklu arkadaşlarımızın Can ATALAY, Osman KAVALA gibi arkadaşlarımızın ulaştırdığı malzeme ile 7 günü geçirdim.
Orada yani cezaevinde herhangi bir gardiyana, yeni ismiyle “infaz koruma görevlisine” sorduğunuz zaman adi suçtan yatmayan herkese siyasi derler. Galat-ı meşhur gibi. Yani herkes siyasidir orada. FETÖ’cülere de siyasi diyorlar, bana da diyorlar, Osman KAVALA’ya da diyorlar, DHKP-C’lilere de diyorlar. Ama işte diğerlerine adi tutuklu ya da hükümlü diyorlar, biz adli demeyi tercih ediyoruz, kelimeden bir alınganlık olmasın diye. Adli suçlu olmayan herkese siyasi tutuklu derler. Sözünü ettiğimiz suç çeteleri siyasi bir motivasyonla hareket etmez, çıkar amaçlı örgütlerdir. Ama dünyada terör örgütü olarak nitelendirilen tüm yapılanmaların arkasında bir siyasi motivasyon vardır, bir siyasi gerekçesi vardır, bir siyasi amaç vardır ve bu nedenle öyle denir zaten.
Dolayısıyla cezaevlerinde yerleşik bir kavramdır. Siyasi tutuklu dememin sebebi budur, Onun ötesinde, tutun ki, bu kavramı bilinen yerleşik amacıyla değil de sizing ifade ettiğiniz öznel niyetlerle kullandım. Yine de o 62 saniyelik videodaki hiçbir söz suç değildir. Öcalan’ın çok okuduğunu söylemişim ben, evet öyle. Bunu yalnız ben söylemiyorum. Bunu medyada uzunca süre söylemişler zaten. Çok okuyor, adeta filozof oldu demişim. Bakın size birkaç örnek vereceğim. Güneri CİVAOĞLU, 20 Şubat 2015, yazısının başlığı; “Kitaplarla Apo”. Başka bir başlık, “Kitap listeleri”, yazarı Taha AKYOL o dönemde kitap listesini veriyor. Bir haber başlığı; “Öcalan yakın tarihi araştırıyor”, neresidir bu, hangi gazete? Türkiye Gazetesi. Yakın tarihi araştırıyor. Bir başkası, Öcalan içeride okuya okuya filozof oldu olacak neredeyse demiş. Yine gazete başlığı; “Öcalan İmralı’da en çok Osmanlı Tarihi okuyor”, kim diyor, Taha AKYOL. Hatta Taha AKYOL Öcalan’ın okuduğu kitapları tek tek değerlendirerek, “Demokratikleşme çoğulculuk mevzusunda değil de çoğu zaman Ortadoğu mevzusunda okuyor. Keşke onları da okusa” diyor. Yeni Şafak Gazetesi, Öcalan siyaset kitapları okuyor, 300 kitap okudu diye yaçmış.
Ben gazetecilik hafızayla hareket ettim. İktidar yanlısı medyanın Abdullah ÖCALAN’a ilişkin övgülerini hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum. Ama istiyorsanız birkaç örnek verebilirim. Bunlardan biri Galip ENSARİOĞLU, rastlantı değil. Ne zaman konuşmuş 2012’de. Demiş ki; yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir modelde PKK seçime girsin, PKK legalleşsin demiş. Seçime girsin ve seçilsin. Seçilerek gelsin.
Yine Galip ENSARİOĞLU (27/09/2012. 01/10/2012tarihlerinde, “Abdullah ÖCALAN’ın PKK üstündeki hakimiyeti, gücü, sembolleşen liderlik konumu devlet için bir şanstır” demiş.
MAHKEME BAŞKANI : Çok seviyormuş.
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Demek ki.. Bir başkası, “Öcalan şu anda en kuvvetli konumda ve devlet için en iyi erkek oyuncu haline geldi” açıklamayı yapan, Abdurrahim BOYNUKALIN.. AKP Gençlik Kolları Başkanı; “Şu anda binlerce Türkoğlu Türk Abdullah ÖCALAN’ın mesajıyla duygulanıyorsa artık gerçekten yeni bir dönem başlamış demektir” diye ilan etmiş. Yasin AKTAN, Yeni Şafak yazarı; “Öcalan dünyanın geleceğini çok iyi okuyor, siyaseti çok iyi okuyor”. Bülent ARINÇ; Sayın Öcalan demeyi, Öcalan posterleri taşımayı, PKK bayrağı açmayı suç olmaktan biz çıkardık. Beşir ATALAY; İçişleri Bakanlığı da yaptı Başbakan yardımcısıymış o dönemde, 06/06/2014; “Öcalan’ın düşünceleri bizim de düşüncelerimiz”. Demişler, iyi mi. Ortada bunlar varken, beni niye yargılıyorsunuz ya siz?
MAHKEME BAŞKANI : Su-i misal emsal teşkil etmez de o yüzden.
“BOYUN EĞMEYECEĞİM”
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Şimdi her neyse.. Dolayısıyla ben görünür gerçeğe işaret ettim; Bir iktidara devletin infaz hukukunu uygulayın, tecriti kaldırın ya da avukatlarıyla, ailesiyle görüşsün, bu iktidar bu hükümet (İmralı’yı) bir siyasi araç olarak kullanmasın demek, nasıl suç olabilir. Bu bağlamda, seçimlerde iktidarın izlediği iki yüzlü siyaseti teşhir etmeye çalışan bağımsız bir gazeteci, yüreği solda atan 38 senelik bir medya mensubu olarak iktidarın anti demokratik uygulamaları için her araç ve yöntemi kullanma siyasetine itiraz ettim.
Bu mahkeme Türkiye için önemli. Vereceği kararla ya demokratikleşme ve hukuk tarihine geçecek ya da Türkiye’nin baskıcı ve totaliter bir rejime sürüklendiği yolunu döşeyecek. Dünya için de önemli. O bakımdan mahkemenin vereceği kararın ilk yönde olacağını, hukuk ve demokratikleşme tarihine geçme yönünde bir irade kullanacağını umuyorum. Değilse eğer yol açık olsun. Ben hiçbir hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğim. Türkiye de boyun eğmeyecek, bu halk da boyun eğmeyecek.
Türkiye’de hukukçular, iyi hukukçular her zaman olacak. Dolayısıyla tutukluluk halime son verilmesini, davanın düşürülmesini. Bihakkın tahliye edilmeli, beraat kararı verilmesini ve bu davanın düşürülmesini talep ediyorum. Eğer yargılama teknik sebeplerle devam edecekse, tahliye edilmeyi talep ediyorum. Ben işin acayip tarafı Ergenekon soruşturmasında da yargılandım ve tutuklandım. Tam tersi iddialarla, iyi mi! Fakat o davaların yargıçları ve savcılarının bir kısmı benimle Silivri’de yatıyorlar hala. O kumpasları kuranların bir bölümü orada. Bir bölümü kaçtı. Benim sorgumu yapan Savcı firarda. Ben bir duruşmada savcımık makamında outran savcıya, “Cemaatin savcısı mısın, Cumhuriyetin savcısı mısın önce buna karar ver” dedim. Benim hakkımda suç duyurusunda bulunmuş oldu, mahkeme reddetti, “Eleştiri ve savunma sınırları içindedir” dedi. Ben kabul ediyorum dedim. Çünkü, cemaat yayınlarını copy paste yaparak bir iddianame hazırlamış. Fakat copy paste yapıyorlar, düzmece de olsa kanıt koyuyorlardı ortaya. Dijital vesaire düzmece deliller.. Yahu şimdi o da yok! Bu yüzden Nazi Ceza Kanunu uygulanıyor diyorum. Yorum ve varsayıma dayalı suç icat edilmeye çalışılıyor.
Neymiş Kandil’de Duran KALKAN’ın sözleri ile paralel bir program yapmışım. Duran KALKAN da tecrit kalksın demiş. Avukatlarımız baktı, sosyal medyada Duran KALKAN’IN 2 milyon 300 bin linki var. 2 milyon 300 bin açıklaması olmuş ya da onunla ilgili bir haber yapılmış ya da bir konu gündeme gelmiş. Vallahi o 2 milyon 300 bin başlık araştırılsa hükümetle paralel olan metinler de bulunur, bu iddianame ile paralel olanlar da bulunur. Peki şunu söyleyebilir miyiz? Ben de baksam IŞİD’in yayınlarına, El Kaide’nin yayınlarına, Hizbullah’ın yayınlarla, Hizbullah’ın siyasi kanadını zaten meclise taşıdılar. Laiklik ve cumhuriyet düşmanlarının yayınlarına baksam; iktidar mensuplarının sözleriyle yüzlerce paralellik kurabilirim. Bize ne? 6 ay önce bir açıklama yapmış, o açıklama paralelinde hareket ediyormuşum ben. Öyle bir şey olabilir mi? Diyelim ki bir örgütün mensubu, bir örgütün yöneticisi x örgütü, Türkiye demokratikleşsin dedi. Tersini mi söyleyeceğiz? Yani bir suç örgütü tarafınca ya da herhangi bir siyasi örgüt tarafınca, örneğin hayatım süresince mücadele ettiğim siyasal islamcı veya faşist bir hareketin lider kadrosundan biri Türkiye demokratikleşsin dedi, ben; hayır Türkiye totaliter bir rejim olsun mu diyeceğim? Öyle bir şey olabilir mi? Bu Orta Çağ hukukudur, ölçme yöntemidir. Muhammed Muhtar ŞANKİTİ’nin İslam Medeniyetinde Anayasa Krizi diye bir kitabını cezaevinde okudum yeni bitirdim. Büyük boy bir kitap 800 sayfa kadar. Moritanyalı bir ilahiyatçı, Katar’da da bir İslam üniversitesi rektörlüğünü yapıyor, batıda da eğitim görmüş, bir meşruiyet tarihi araştırması yapmış. 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken Şankiti şu şekilde bir tartışma yapıyor; İslam uygarlığında bir meşruiyet krizi var. Mesela bir Hristiyan ile bir Müslüman aynı mahkemede yargılanırsa ne yapacağız? Yahu bu tablo tam bir sefalet. İktidarın adalet anlayışı da bu. Kendisinden olanlar ve olmayanlar, oy verenler ya da vermeyenler. Ne diyorlardı; millet ve zillet. Nüfusun %50’sine zillet diyen bir anlayış var iktidarda. Ben bu iktidara itiraz ediyorum, itiraz etmeye de devam edeceğim.
Bir İslam alimi ve ilhiyatçı olan Şankiti, zavallı, çaresiz ve çıkış arıyor. Ben ilahiyat alanında da çalıştım, benim doktora tezim de zaten bir bakıma o alanındadır. Diğer taraftan Muhammed Abid El – CABİRÎ’nin “Arap Siyasi Aklının Eleştirisi” diye iki ciltlik kitabı, onları da içeride bitirdim. Başkalarını bilmem, fakat ben galiba filozof olacağım biraz daha kalırsam. O da benzer bir problemi tartışmaya devam ediyor. İslam dünyasında, alimler aasıda bir meşruiyet tartışması var. Yani iktidarın kaynağı nedir? İktidar kılıç zoruyla ele geçirilebilir mi? Şu düşünülüyor; serbest seçimlerde Müslüman olmayanlar iktidar olursa ne yapacağız? El Nahda’nın lideri Gannuşi de bu kitaba bir önsöz yazmış. Çok beğenmiş kitabı. Biliyorsunuz kendisi Arap Baharının bu Büyük Ortadoğu Projesinin aktörlerinden biriydi. Son seçimde % 8 alıp 12. parti oldu, kaybetti iktidarı.
Böyle bir dünyadan geliyor ve tartışıyoruz. Ben mahkemenin Cumhuriyet hukukuna sadık kalacağını, hukuk içinde olacağını ummak istiyorum. Çok uzadı galiba. Avukatlarım daha detaylı bilgiler verecektir Son olarak iki şey söyleyebilirim. Yargıtay, mahkeme salonunda “Biji Serok Apo” diye bağıran kişileri düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirip beraat ettirmiş. Böyle yüzlerce var. Ben ÖCALAN’ın tüm görüşlerine katılıyorum demiş, benim önderimdir, halk önderimdir, liderimdir demiş. Serbest bırakılmasını istiyorum, tecrit kalksın demiş. Burada bir fiil, bir suç, bir eylem övülmedi diye bseraat kararları verilmiş.
MAHKEME BAŞKANI : Övülmedi diye değil de propaganda yapılacak kitle olmadığı için.
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Efendim öyle değil. Hayır hayır. Dilekçe vermiş, gazetede çıkmış yayınlanmış. Yayınlanmış başka örnekleri var. Basın kanalıyla yapılmış…
MAHKEME BAŞKANI : Mahkeme salonunda karar açıklandığı sırada olan bir hadise bu dediğiniz hadise.
SANIK MERDAN YANARDAĞ :
Bu Biji Serok Apo diye bağıran mahkeme salonunda o doğru. Ama diğer sözünü ettiklerimin % 80’i halka açık ortamlarda ya da medya kanalıyla yapılmış. Mitinglerde pankart açılmış, marş söylenmiş. Mitingde kürsüde konuşulmuş. Yani aleniyet var ve yaygınlaştırılmış. Dolayısıyla eğer içtihata da bağlı kalınacaksa davanın düşürülmesini, beraatimi talep ediyorum. Sosyal medya trolleri, bu kampanyayı başlatan troller hakkında da suç duyurusunda bulunuyorum. Teşekkür ederim.
MAHKEME BAŞKANI : Vekiller burada, mecliste bununla ilgili çalışma yapsınlar. Hepimizi kurtarsınlar.
SANIK MERDAN YANARDAĞ : Umarım.
MAHKEME BAŞKANI : Avukat beylere söz verelim. Avukat Hanım buyurun siz de. Hanginiz başlayacaksınız kendinizi tanıtın, nasıl rahat ediyorsanız oturarak ya da ayakta. Mikrofona yaklaşın.
SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BAŞAR YALTI :
Avukat Başar YALTI. Sayın Başkanım, Değerli Heyetinize ve Sayın Savcıya saygılar sunuyorum. Müvekkilimiz oldukça detaylı bir savunma yaptı. Aşağı yukarı bizlere de söyleyecek fazla bir şey bırakmadı fakat biz olayın teknik boyutuyla ilgili olarak bir takım şeyler söylüyoruz. Bildiğiniz üzere Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesine göre hüküm ama iddianamede unsurları gösterilen fiil ve fail hakkında verilebiliyor. İddianameyi okuduğumuz zaman dava konusu ettiği fiil 20/06/2023 tarihinde müvekkinin Tele1 programında yaptığı 4 soru 4 yanıt olduğunu görüyoruz. Fail de Merdan YANARDAĞ. Bu ikisi bir arada değerlendirildiğinde ikisinin mevzusunun da gazetecilik olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla bu dava aslına bakarsak gazeteciliğe karşı bir basın davası olarak görülmelidir. Aynı zamanda müvekkilin tutuklandığı dikkate alındığında da gazetecilere karşı bir gözdağı verilmesi anlamı taşımaktadır.
Hele hele müvekkilin yalnız tutuklanmış olması da değil, tutukluluğuna yapılan itirazlarda da kullanılan gerekçeler biraz önce bahsedildi ki arkadaşımızda aynı şekilde söz edecek ve bu gerekçelerin yasal dayanağının olmaması karşısında yapılan işin tamamen gazetecilere, özellikle muhalif gazetecilere karşı bir tehdit unsuru olduğunu görmemiz veya anlamamız gerekiyor. Bu nedenledir ki zaten bu tür davalar veya alışkanlıklar sebebiyle bugün Türkiye maalesef 180 ülke arasında basın özgürlüğü sırasında 165. sırada yer almaktadır. Ben tüm bu tarz şeyleri dikkate aldığımızda iddianameyi bir tüm olarak değerlendirdiğimde en sonunda söyleyeceğim sözü en baştan söyleyeyim; iddianamenin tamamı baştan sona bir belirgin takdir hatasıdır. Şimdi belirgin takdir hatası nedir? Bu biliyorsunuz Amerikan yüksek mahkemesinin ürettiği bir kavramdır. Daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne geçmiş, oradan da bizim Anayasa Mahkemesi tarafınca alınıp artık kararlarda kullanılan bir açık belirgin takdir hatası kavramına ulaşılmıştır.
Şimdi belirgin takdir hatasının daha iyi anlaşılması için şu örnek yerinde olacak diye düşünüyorum; bir park düşünelim. Bu parkın girişinde taşıtlar giremez diye bir kural yazılı olsun. Şimdi bu kuralı uygulayacak bir mahkeme veya hakimin acaba bu parka bisiklet girer mi giremez mi şeklinde bir sorunla karşı karşıya kaldığını düşünelim. Burada bir bulanıklık var. Neden, çünkü taşıtlar giremez yazıyor. Bisiklet giremez yazmıyor. Orada hakime veya mahkemeye takdir hakkı düşünebiliriz. ama buraya yani bu parka otomobil girer şeklinde bir karar verdiğini düşünelim mahkemenin hakiminin. İşte belirgin takdir hatası budur. Şimdi vakası vakası bizim iddianame yönünden ele aldığımız zaman şunları görüyoruz; belirgin takdir hatasının kimi yazarlara göre birkaç konu başlığı var fakat 3 tane başlık altında ben değerlendirilmesini isteyeceğim. Birincisi, açık bir kuralın uygulanmaması. Yani mevzuatta bir kural var fakat iddia makamı veya mahkeme aslına bakarsak bu kavramı daha çok mahkemelerin kararları için kullanıyorlar. Ama ben iddia makamının da hukukçu olduğunu, hepimizin hukukçu olarak buna dikkat etmemiz gerektiğini düşünerek açık bir yasa kuralının uygulanmamasını belirgin takdir hakkı olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. İkincisi, ki Anayasa Mahkemesi veya siyasi ortam bunu sık sık yaşıyor, yüksek mahkeme kararlarının uygulanmaması, görmezlikten gelinmesi, dikkate alınmaması.. Hani bazı siyasilerimiz de diyorlar ya Anayasa Mahkemesi’ni takmıyorum amiyane deyim ile. Üçüncüsü de deliller ve maddi olayın değerlendirilmesinde hata yapılması.
Şimdi iddianameye bu anlamda baktığımızda bir kere görülmeyen kuralları şu şekilde kabaca isim isim söyleyeceğim; Birincisi Türk Ceza Kanunu 26/1 hakkını kullanan kimseye ceza verilemez diyor. Çok açık kanun maddesi. Türk Ceza Kanunu’nun 26. Maddesi, hakkını kullanan kimseye ceza verilemez. Zaten biraz sonra söyleyeceğim cezanın unsurları bakımından da bu gerekiyor. Hakkını kullanmak ne demek? Müvekkil, basın mensubu, yaptığı iş gazetecilik. Dolayısıyla ona ilişkin haklar nerede yazıyor, Anayasanın 25. Maddesi, 26. Maddesi, 28. Maddesi. Ayrıntılara girmeyelim sizler daha iyi biliyorsunuz. Burada gazetecilik yapmanın suçu olmadığı çok açık. Hatta basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün özel bir şekli olarak özel olarak korunmuştur. Bütün bunlara rağmen müvekkilin yaptığı iş tamamen gazetecilik olmasına rağmen Sayın İddia Makamı yaptığı düzenlemede suçlama yöneltmektedir. İkincisi Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları hatta Yargıtay kararları görmezlikten geliyor. Biraz sonra arkadaşım bu tarz şeyleri ayrıntısıyla söyleyecek. Burada yani yöneltilen suçlarla ilgili olarak hem Anayasa Mahkemesi’nin hem Yargıtay’ın çok sayıda kararı var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de çok sayıda kararı olduğu biliniyor. İddianame düzenlenirken bu kararlara hiç dikkat edilmemiş, görmezlikten gelinmiş. Bu bir iddia makamının aynı zamanda görevini dikkatsizlik ettiği anlamına geliyor. Çünkü CMK’nın 170/4 gereğince hem müvekkilin lehine olan 160/ 2 ve 170/4 gereğince müvekkilin lehine olan delilleri de toplaması gerekirken veya konuyla ilgisiz delilleri dosyaya koymaması gerekirken bu tarz şeyleri da yapmış durumda.
Maddi vakası da iddia makamı yanlış değerlendirmiştir. Şimdi iddianameye göre ikisuç yöneltiliyor. Birisi Terör Propagandası Yapmak, öbürü de Suçu ve Suçluyu Övme. Şimdi bizim kanunumuzda aslına bakarsak bu suçlardan özellikle Suçu ve Suçluyu Övme şartlarının hiç oluşmadığı belli. Zaten tutuklamanın da terörle propaganda suçu sebebiyle yapıldığı dosyadan belli. Dolayısıyla delillerin değerlendirilmesinde de iddia makamının açıkça yanılgıya düştüğü çok belli. Biraz sonra onlara değineceğim. Bu kapsamda İddia Makamı açık kurallardan birisi daha var, o da görmezlikten gelinmiş. Türk Ceza Kanunu’nun Fikri içtima ile ilgili 44. Maddesi. 44. Maddeye göre bir fiil ile birden fazla suç işlenirse bunun en ağır cezasını gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır demektedir. Fiil aynı, eylem aynı, söylenenler aynı, program aynı fakat iki ayrı suçtan cezalandırılma isteniyor. 44. maddeyi de dikkate almamış iddia makamı. Şimdi tüm bunlardan sonra ben özellikle Terör Örgütü Propaganda suçunun bugünkü haline hangi şartlarda geldiğine değinmek istiyorum. Biliyorsunuz şu andaki kanun hükmüne göre terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini kendisini değil yöntemlerini meşhur göstermek, övmek ve özendirmek suç olarak nitelendiriliyor. Ama bu son hali bunun bu noktaya gelmeden önceki ilk hali 1991’lerden söz ediyoruz şöyleymiş; yukarıdaki fıkra uyarınca, yukarıda terör örgütlerinden bahsediyor ne olduğundan, meydana getirilen terör mensuplarına yardım edenlere ve örgütle ilgili propaganda yapanlara işte 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilir, ilk hali bu.
Şimdi suçun maddi konusunu oluşturan böyle çok geniş çerçeveli bir hüküm olunca mahkemelerde tabi ister istemez önüne gelene bu suçtan ceza vermeye başladılar. Bu durum Türkiye’nin özellikle AKP’nin ilk yıllarında Avrupa Birliği’ne katılma sürecindeki ve 1980 Anayasası’nın işte darbe anayasası olduğu, hürriyetlerden yani olmadığı, özgürlükleri bastırdığı yönündeki anlayışına dayalı olarak değiştirelim deniyor ve tam ayrıntılara girmeyeceğim, tam 5 kez değiştiriliyor. Bakın bugünkü Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi tam 5 kere değiştiriyor. İşte 4744 Sayılı Kanunla 06/02/2022’de, 4963 Sayılı Kanun’la 30/07/2003’te, 5530 Sayılı Kanunla 29/06/2006’da ve son olarak da 6459 Sayılı Kanunla 11/04/2003’te değiştiriliyor ve bugünkü halini alıyor. Bakın süreci izliyoruz. Buna rağmen mahkemelerde hala mahkumiyet kararları çıkıyor.
Artık yasa koyucu irade bakıyor ki mahkemelere daha nasıl anlatabilirim diye 17/10/2019 tarihinde bir cümle daha ekliyor. Diyor ki; haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturamaz. Şimdi kanun koyucu iradesinin özgürlüklerden yana basın özgürlüğünün genişletilmesi ifade özgürlüğünün genişletilmesinden yana olduğu çok açık. Yani bir kanun koyucu daha ne desin? Merdan YANARDAĞ yargılanamaz mı desin? Haber sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç olamaz. Bu kadar açık bir hükmü yasa koyucu kanuna ekliyor fakat iddia makamı iddianame hazırlarken sanki böyle bir hüküm yokmuş gibi sanki kanun koyucunun iradesi bu değilmiş gibi dava açıyor. Olacak şey değil. O nedenle Merdan YANARDAĞ’ın tüm söyledikleri, programda söylediklerini kastediyorum, bir hakkın kullanılmasından ibarettir. Yani basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü kullanıyor bir hak olarak kullanıyor. Çünkü o hakkı yasa kendisine tanımış, Anayasa kendisine tanımış, 90/4 Anayasa gereğince de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tanımış. Buna rağmen iddianamede suç olarak değerlendiriliyor.
Yine hepimiz biliyoruz Sayın Başkan, sizler hatta daha da iyi bilirsiniz, bir suçun 4 unsuru olduğunu hepimiz biliyoruz. Maddi unsur, manevi unsur, tipiklik unsuru ve hukuka aykırılık unsuru. Bu suçtaki maddi unsur biraz önce söylediğimiz gibi programın yayınlanmış olmasıdır, eylemin kendisi olarak bir programdan söz ediliyor. Bu programda söylenenler suçun maddi unsurunu oluşturuyor. Peki bu tipiklik bakımından biraz önce okuduğum kanun maddesine uyuyor mu, hayır uyumuyor. Bunu da savcılık makamı görmezlikten geliyor. Müvekkilin böyle bir kastı var mı? Yani bu programı yaparken biraz önce uzun uzun söyledi ben de hayranlıkla dinledim. Galip ENSARİOĞLU bir demeç veriyor, özel bir demeç veriyor, o demeç de alınıyor 4 soru 4 yanıt adlı programda konu ediliyor ve üstünde tartışılıyor. Yaptığı iş yorum başka bir şey değil, eleştiri. Bu da onun en doğal hakkı. Üstelik konu hani basın özgürlüğünde temel alınacak birkaç tane kriter var; 1, kamu yararı var mı yani kamu ilgisi var mı, görünür gerçekliğe uygun mudur, özellikle bunlara uyulması gerekiyor basında yer alacak bir haberin veya bir olayın haberleştirilmesinde.
Tam o sırada işte Ensarioğlu bir demeç vermiş. Yani görünür gerçekliğe de uygun ve kamunun ilgisini çekebilecek bir olay, haber, o haberin yorumu yapılıyor. Bütün bunlar ortadayken kastı olmadığı aynı şekilde açıklandığından dolayısıyla ortada bir suç olduğunu düşünmüyoruz. Ben şu kanıt konusuna da kısaca değineceğim fazla zamanınızı almadan. Şimdi iddianamede deliller olarak iki şeyden bahsedilmiş; bir açık kaynak araştırması bir de video kaydı. Onun haricinde başka bir kanıt yok. Şimdi açık kaynak araştırması kanıt olabilir mi? Yani bu Sayın Başkanım, Sayın Üyeler, maalesef mahkemelerimiz de bunu alışkanlık haline getiriyorlar. Bakın böyle bir kanıt olmaz. Neden olmaz biliyor musunuz?
Kısaca yargılamanın tarihinden söz edelim. Biliyorsunuz tarih süresince ceza yargılamasında 3 ana sistem uygulanmış. Biri tahkik sistemi, biri itham sistemi, biri de vicdani kanaat kanıt sistemidir. Şimdi bu açık kaynak araştırması bana göre tahkik sisteminin bir ürünü, bir kalıntısı olarak uygulanıyor. Dola