Murat Kurum halkın o konudaki tepkisini dikkate alarak "Kanal İstanbul diye bir gündemimiz yok" diyor.
Bir anlamda eleştirileri savuşturmak istiyor.
Bu arada Ak Parti İstanbul il başkanı Osman Nuri Kabaktepe, başkan adayı Kurum’un gündeminde olmamasına rağmen Kanal İstanbul ile ilgili sürecin "Bakanlık" eliyle sürdürüldüğünü açık açık ifade etti.
Şu sözler ona ait:
"Kanal İstanbul Murat Bey’in de ifade ettiği gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak böyle bir gündem yok. Ama Kanal İstanbul diye bizim bakanlığımızın bir projesi var. Bununla ilgili ilanlar hazırlanıyor, imar düzenlemeleri yapılıyor. İlgili kurumlar görüşlerini belirtiyor. Vatandaşlar davalarını açıyor. Kanal İstanbul süreci kendi bağlamında ilerliyor. Basit bir projeden değil, büyük bir projeden bahsediyoruz. Bunun çalışması çok uzun vakitler de alıyor. Bağımsız mülkiyet sahiplerini ilgilendiren durumlar var. Kurumları ilgilendiren durumlar var. Dolayısıyla kendi bağlamında ilerleyen bir süreçten bahsediyoruz."
Kabaktepe’nin sözleri o kadar açık ki, İmamoğlu ile Kurum arasında Kanal İstanbul ile ilgili süren tartışma tamamen boşa çıkıyor. Mesela İmamoğlu, herhalde öte yanda bakanlık kanalıyla operasyonun sürdüğünün, aynı şekilde Kurum da, "Gündemimizde yok" sözünün bir anlam ifade etmediğinin farkındadır.
Oyun oynuyoruz halkın karşısında siyaset diye…
Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği "Merkezle uyum içinde olmayan bir yerel yönetim hizmet almaz" ifadesi, biraz da Merkez’in elinin her daim Yerel’in üzerinde olduğunun ifadesi olarak anlaşılmalı.
"Kayyım" tayini, Merkez’in Yerel yönetim, daha doğrusu Yerel’i belirleyen seçmen iradesi üzerindeki en hard tahakkümünün görüntüsüdür. Ama zaten Merkez, mesela Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı ile şehirlerde her türlü tasarrufta bulunabilmektedir. Meselâ "Rezerv alan uygulaması"na karar verebilmek, şehirlerin her türlü planlamasına müdahale edebilmek anlamına da geliyor.
Şöyle çarpıcı bir ihtimal üzerinde düşünelim meselâ: Diyelim İstanbul’u Ekrem İmamoğlu yeniden kazandı, Kurum da kaybetti. Ama Merkez, Kurum’u Çevre ve Şehircilik Bakanlığına atadı. Ve Kurum geldi İstanbul’da "Depreme karşı tedbir" adı altında operasyonlar yürütmeye başladı. Rezerv alanlar, kamulaştırmalar, inşaatlar vs…
Ne olacak o zaman? İmamoğlu ile Kurum İstanbul’u birlikte mi yönetecekler?
Hani Kabaktepe’nin "Bakanlık yürütüyor" dediği Kanal İstanbul, Kurum’un liderliğinde devam mı edecek?
İstanbul’u almak için nerede ise 17 Bakan ve bütün varlığıyla devreye giren Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul ile ilgili iç – dış taahhütlerde bulunuldu ise Kanal İstanbul’u bırakır mı?
Erdoğan’ın "Merkez’le Yerel farklı olursa…" ihtimali üzerine kurduğu "Hizmet tıkanması", ya da "Merkez ambargosu" tabii olarak o şehirlerde hayatı zehir edebilir. Bir Cumhurbaşkanı’nın, benim çok önem verdiğim ve derdimi anlatamadığım "Cumhurbaşkanı’nın milletin birliğini temsil" misyonuna da ters gelebilir. Ama Erdoğan’ın siyasetinde o hassasiyet pek gözlenmiyor. İstiyor ki seçmenler o "Tehdid"i algılasın ve ona göre oy kullansın.
Ama bütün baskılamaya rağmen, seçmen farklı tercihler yapıyor. Memleketin Doğusunda, Batısında, Güneyinde, Kuzeyinde illerde ilçelerde farklı iradeler ortaya çıkıyor. Erdoğan da "Cumhurbaşkanı" statüsüyle, bu seçmen iradesini hazmedemeyişin örneklerini sergiliyor. Bu gayet tabii iyi değil. Cumhurbaşkanı için de iyi değil, toplum için de iyi değil. Üstelik ülkeyi "demokrasi özürlü" hale getiriyor.
Doğrusu seçmen iradesini içine sindirmek. Demokrasi budur. "Varsın Cumhurbaşkanlığı statüsü dahil her şey tartışılsın, ben bildiğimi okurum" tarzında bir gerilim siyaseti kimseye kazandırmaz.
İstanbul’daki şu metro paylaşım kavgası ve o tartışmaya "Murat malınıza sahip çıkın" gibi acaip – garaip bir dille Erdoğan’ın girmesinin garabetini oralarda kimse görmüyor mu? İstanbul Büyük Şehir Belediyesi kim Ulaştırma Bakanlığı kim, Cumhurbaşkanlığı kim? Hepsi "milletin parası"yla yapılıyor iken neyin paylaşımını yapamıyoruz? Ve "Cumhur’un Başkanı" nerede duruyor bu işte?
Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul’a gelecek ve 2019’daki gibi ilçe ilçe dolaşacak. Tehdit dili devreye girecek mi bilinmiyor. 2019’da bu tarz siyaset kaybettirdi, seçim yenilendi daha çok kaybettirdi. Ben şahsen, 31 Mart’ta yaşanacak bir kaybın, nasıl bir psikolojik gerilim üreteceğini düşünmek bile istemiyorum. "Haddinden fazla şiddet manasındaki hikmeti kaybeder" gibi bir sözümüz var. Bu özdeyişi haddinden fazla hırslanma için de düşünmek mümkün bence… Ne dersiniz?