Önce Sedat Peker’in, ardından Muhammed Yakut’un son olarak da Ali Yeşildağ’ın yolsuzluk iddiaları var.
Bu kişiler kendilerini sütten çıkmış ak kaşık olarak tanımlamıyorlar. Aksine “Pisliğin içinde bizler de vardık, ama ihtilaf çıktı, düşüncelerimiz değişti” diyorlar. “Yolsuzlukları soruşturun, bizi de soruşturun” diyorlar.
Yönetimin ve özellikle de Yargı’nın sağlıklı işlediği bir ülkede, bunlar derhal soruşturma konusu olur, gereği yapılır. “Yargı’nın sağlıklı işlediği” vurgusunu özellikle yaptım, çünkü yolsuzluk başlı başına yönetimle ilgili olabilir ve “Yargı bağımsızlığı” olan ülkelerde Yargı, yönetimdekileri de sorgular.
Bizde durum ne? Herkes her şeyi biliyor. Hatta yönetime destek veren kitleler bile her şeyi biliyor da, “İktidarda bizimkilerin bulunması yolsuzluk dahil her şeyden önemli” diye baktığı için, yönetimin yolsuzluklar karşısındaki vurdumduymazlığı veya üstünü örtme çabası hiç dikkate alınmıyor.
Sedat Peker’in nasıl susturulduğu malum. “15 Temmuz’un arkasında bulunduğu” bizzat devlet yetkililerince açıklanan Birleşik Arap Emirlikleri ile anlaşıldı ve Peker’in açıklamalarına son verildi.
Son olarak Ali Yeşildağ’ın videolarına, hatta “Bu iddiaların soruşturulması lazım” diyen Bülent Arınç’ın demecine bile erişim engeli getirildi.
Bir yerden bakıldığında “uçuk iddialar”dan söz edildiğini düşünmek mümkün. “Uçuk” diyorum çünkü, havsalaya sığmaz rakamlar üzerinde, “Birileri”nin çıkarı için oynandığı öne sürülüyor.
“Birileri”nin kapsama alanında ise devletin en tepe noktaları gösteriliyor.
Görüldüğü kadarıyla o en tepe noktalardan itham edilenler, iddiaları ciddiye almamış, cevap vermeye bile tenezzül etmemiş gözüküyorlar. Neden acaba? “Deli saçması bunlar” denileceği, dolayısıyla inandırıcı bulunulmayacağından emin oldukları için mi? Nasıl olsa unutulacağını düşündükleri için mi? “Benim kitlem bunlara itibar etmez” gibi yaklaşıldığı için mi?
Hiç olmazsa “Çamur at izi kalır” gibi bir kaygı bile hissedilmemiş midir?
Şimdi iddiaların önemli bir kısmı “İhaleler” ile ilgili. Ve ihaleler, mevcut iktidarın öteden beri suçlanan en “Belalı” alanlarından birisi. İhale kanunları 190 kere değiştirilmiş, “davet usulü” diye bir düzen her türlü keyfiliğe açık hale gelmiş, milyar milyar dolarlarla ifade edilen Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) şartnameleri derin şüpheler oluşturmuş bir düzenden söz ediliyor.
Muhalefetin “Beşli Çete” diye diline doladığı bir yapının varlığı söz konusu. “Çete” olmasa bile, iktidarın birlikte iş tuttuğu 5 - 10 firma var. Ülkenin belki böyle hem de uluslararası boyutta büyük iş yapabilecek kapasitede büyük firmalara da ihtiyacı olabilir.
Ama işlerin şeffaf yürümesi kaydıyla… Dünyada ne yaptığınız, iş yaptığınız ülkenin iç işleriyle ilgili. Orada da Türk firmaları olarak iyi intiba bırakmanız Türkiye adına beklenen bir durumdur.
Türkiye’de iş yapıyorsanız, halka hesap verebilecek bir şeffaflık ve dürüstlük içinde iş tutmak zorundasınız.
Vatandaş tabii ki bunu öncelikle yönetimden bekler, yönetimin iş ihale ettiği kurumların da temiz iş yapmak gibi bir sorumluluğu vardır.
Yani “yönetimle anlaştı ve ülkenin imkanlarını iç etti” gibi bir algı, yönetim için de iş yapan için de taşınacak bir yük değildir.
Hele dış yatırım bekleyen bir ülke için bu görüntü, son derece problemli bir durum ortaya çıkarıyor.
Düşünülmeli ki muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı bütün meydanlarda “Parayı nerden bulacaksınız?’ diye soruluyor, 5’li çetenin gasp ettiklerini alacağım halka vereceğim” gibi açıklamalar yapıyor. Yani seçim sonrası eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa, oralardan gelen para vaatlere yeter mi bilinmez ama, belli ki bir hesaplaşma yaşanacak ve pis işler varsa onların üstü örtülmeyecek. Bunların cevabı da “Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla alırlar” demek değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden kazanması durumunda ne olacak bu iddialar? Bugüne kadarki tavır aynen devam mı edecek? Yani “Hiç olmamış” gibi mi davranılacak?
En önemlisi sandığa giden vatandaş ne diyecek? “Olmuşsa olmuş, eskiden de olurdu… siyaset bu…” diyerek ilgi alanının dışına mı çıkaracak? “Yaptıysa bizimkiler yaptı, elde edilenle cami, yurt vs gibi hayırlar yapılmıştır” diyerek meşrulaştırma ameliyesine mi baş vuracak? Birlikte çalışan siyasi kadrolar “Ahlak vs…” gibi hassasiyetleri cebine koyup “Siyasetin finansmanı böyle oluyor” gerekçesine mi sığınacak?
Ak Parti ilk yola çıkarken ne demişti? Yolsuzluklarla, yoksullukla ve yasaklarla mücadele…
O sloganın şimdi kendisine karşı kullanılıyor olması ne kadar trajiktir! Bu dosyalar kapanmaz dostlar. Ne diyor Hanefi Avcı “Devlette hiçbir evrak kaybolmaz.”
Seçmen tüm siyasi kadrolara devleti emanet ederken “Yolsuzluk mu? Aklından bile geçirme!” diye uyarıda bulunsaydı bu kadar kirli işlerle uğraşır hale gelmezdik. Seçimler bir temizlik harekatının da kapısını açacak mı, göreceğiz.
HULKİ CEVİZOĞLU’NA OY VERMEYECEĞİM: Seçim bölgem 1. Bölge. Muhafazakâr seçmen ağırlıklı bu bölgede bir listeye Hulki Cevizoğlu’nu koymuşlar. Seçilecek sırada. Ben oy verip onun seçilmesine katkıda bulunmayacağım. Bilinmesini istedim.