Depremin ardından ilan edilen yedi günlük “resmi yas” çoktan sona erse de milletin yası devam ediyor. Resmî açıklamaya göre bile 40 binin üzerinde kaybımız var. Enkaz altından henüz çıkarılamayan kaç cenazemiz olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Böyle bir zamanda güncel siyaset üzerine konuşmak hiç de yakışık alır bir iş değil. Mamafih siyaset boş durmuyor, bugünlerde her şeyin bir kenara bırakılıp yalnızca yaşanan felaketin konuşulmasına izin vermiyor, başka konularla gündemi meşgul etmenin bir yolunu muhakkak buluyor. Seçim erteletmek oluyor bazen konu, bazen not alıyoruz tehditleri, bazen de düpedüz küfür ve hakaret.
Gündem bunlar olunca biz de ister istemez bunlardan söz etmek zorunda kalıyoruz. Çünkü her şeyden önce iktidar cenahının özellikle bu deprem sürecinde dilini daha da sertleştirmesine, hatta ağzını bozmasına neyin sebep olduğu üzerinde kafa yormak zorunluğu duyuyoruz.
Burada gayet net olan husus iktidarın “deprem üzerine” daha fazla konuşmamızı istemiyor oluşu. Sözgelimi dindarlarla laikler arasındaki ihtilaflar, sağcılarla solcuların milli değerlerin tarifi üzerindeki anlaşmazlıkları, mahalleler arası eski kan davaları vs. gündemde olsa daha iyi olacak onlar için. Hatta mümkünse depremin de bu türden tartışmalar bağlamında konuşulması arzu ediliyor. Mesela “Tarikatlar depremzede çocukları kaçırıyor” gibi sansasyonel uydurmaların dolayımında veya “Çadır kampında mescide ne gerek var” polemikleri çevresinde “deprem meselesinin” konuşulmasında sakınca yok! Ancak ihmallerden, hazırlıksızlıktan, koordinasyonsuzluktan, vurdumduymazlıktan söz etmek sakıncalı.
Bu uğurda Twitter bile kapatıldı, galiba “Nereye kadar gidebiliriz” sorusunun cevabı arandı toplumun nabzında. Çok ileri gidilemeyeceği anlaşılınca geri adım atıldı gerçi lakin bu cinsten denemelerin sürdürüleceği görülebiliyor. Son olarak Ekşi Sözlük’e getirilen erişim yasağı da sıradan ve tesadüfi bir adım olmasa gerek.
***
Görülen o ki deprem konusunun kamuoyunda “dini ve milli hassasiyetler” bağlamına oturtulabilmesi mümkün olmadı. Çünkü “şimdiye kadar test edilmemiş derecede” vahim bir felaketi yaşıyor ülke. Hepimiz aynı gemideyiz. Derdimiz ortak. Gayet elle tutulur bir dert. Ekonomide yaşanan felaketin belki telafisi bulunacak lakin depremde kaybedilen canları geri getirmek mümkün olmayacak.
“Şimdi onu bunu bırakın, Aya gideceğiz, petrol bulduk… Ekonomimiz tarihte olmadığı kadar güçlü… Görmüyor musunuz, bütün dünya bizi kıskanıyor” laflarıyla insanları oyalamak artık daha da zor.
Deprem bölgesindeki insanlar hâlâ “Çadır!” diye feryat ediyor. “Çadır yok diyen haindir, şerefsizdir” demekle sorun çözülmüş olmuyor. Muhalefete küfredince oradaki yaralı insanların acısı hafifletilemiyor.
Şu da var: Depremin ardından arama kurtarma çalışmalarındaki gecikmeyi ve diğer koordinasyon eksikliğiyle ilgili ihmalleri not etti millet. Ancak bir de depremin öncesinde yapılanlar var ki henüz onları konuşmaya tam olarak sıra gelmiş değil. İmar afları başta olmak üzere, ülkeyi bu felakete taşıyan haksız ve usulsüz uygulamaları, yanlış politikaları konuşmaya başladığımızda “Vatan, millet Sakarya” sloganlarıyla milletin sesini bastırmak mümkün olmayacak.
***
İktidarın en büyük açmazı çok yakında kendisi açısından “beka sorunu” anlamı taşıyan bir seçimin gerçekleşecek olması. Depremden önce de durumu iyi değildi. 2018’de verilen sözlerin tam tersinin gerçekleşmesi, bilhassa ekonomide yaşanan fiyasko, milletin birden yarı yarıya fakir düşmesine yol açan inat vs. seçmen teveccühünden mahrum etmişti iktidar partilerini.
Yine de masaya sürülen seçim yatırımları sayesinde ciddi anketlerde yüzde otuzların üstüne çıkamayan oyunu yeniden bir miktar yükseltmek, hiç değilse Meclis çoğunluğunu muhafaza edebilmek gibi ümitleri vardı Cumhur İttifakı’nın. Şimdi depremin ortaya çıkardığı yanlış politikalar, ihmaller, hazırlıksızlıklar tablosunun bu ümidi de kırdığı anlaşılıyor.
Açıkçası bu durumda ne yapmaları gerektiğini kendileri de bilmiyor muhtemelen. Hükümet olarak sorumlu oldukları işler var. Önce enkazı kaldırıp yaraları sarmak, daha sonra da depremzedeler için geçici ve kalıcı barınma alanları oluşturmak zorundalar.
Ne var ki bugünkü iktidarın siyaset anlayışı ve yöntemi “Eski AK Parti” döneminden çok farklı. Reis kültünü oluşturup tek adam yönetiminin yollarının kazılmaya başlanmasından itibaren ve nihayet “Türk tipi Başkanlık” adı altında otokratik sisteme geçilmesiyle “İş yaparak milletin desteğini almak” yerine “Toplum kesimleri arasındaki çelişkileri diri tutarak kendi tabanını konsolide etmek” temel siyaset yöntemi olarak benimsendi.
Bu ikincisi daha kolay, daha maliyetsiz ve ne yazık ki daha fazla oy getiren yol olduğu için diğer yollar tamamen unutuldu. İktidarın refleksleri de bu doğrultuda değişti. Kavga çıkarma becerisi daha yüksek olanlar siyasi kadroda yükseldi, göze girdi.
Başka yol bilmiyorlar. “Deprem koordinasyonu” denilince deprem bölgesine gidip muhaliflere oradan bağırıp çağırmayı anlıyorlar mesela. Söz gelimi afet bölgesinde çadır ihtiyacı varsa, bu işin sorumlusu olarak oradaki insanlara yetecek sayıda çadırı temin etmenin yolunu aramak yerine “Çadır yok diyen vatan hainidir” diye kükremek daha kolaylarına geliyor.
Kimileri iktidar kanadının böyle bir zamanda bile dilini sertleştirmeyi tercih etmesini, hakaretlerin dozunu artırmasını, hatta düpedüz sövgü aşamasına geçmesini “Seçime doğru kamuoyu üzerinde baskıyı arttırma niyeti” olarak anlıyor. Oysa bu tutumun kendilerine fayda sağlaması imkânsız. Ama “siyaset olarak” başka yol bilmiyorlar, başka türlü davranmayı beceremiyorlar. Asıl sorun bu.