Önceki gün 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümüydü, şehitlerimizi rahmet ve saygıyla andık ve o kabus gecesini hafızamıza bir kez daha nakşettik.
Hiç kuşkusuz 15 Temmuz tarihimizin en kirli darbe girişimlerinden birisiydi ve halkın doğrudan müdahalesiyle bu beladan kurtulduk. Darbe girişimine karşı, tarihimizde ilk kez halkın demokrasi için sokağa çıkması tarihi bir önem taşıyor, bu açıdan son derece kıymetli… Zira biliyoruz ki Türkiye her on yılda bir darbelere ve ara rejimlere muhatap olmuş bir ülke. Ve bu darbelerin hiçbirinde halk sokağa çıkmadı.
Bu açıdan bakıldığında 15 Temmuz, demokrasi açısından bir milat olabilirdi. Ama ne yazık ki Türkiye, çapulcuların bu darbe girişimini demokratik bir fırsata çevirmeyi başaramadı.
Aslında darbenin hemen ertesinde AK Parti, CHP, MHP dahil neredeyse tüm partilerin katılmış olduğu Yenikapı mitingi demokrasi için tarihi bir buluşmaydı. Eğer iktidar bu fırsatı değerlendirebilseydi, arkasında kuvvetli bir halk desteği ve siyasi birliktelikle hem demokrasimizi güçlendirebilir hem de darbecilere tüm kapıları kapatan bir hukuk devleti inşa edebilirdik.
Ancak darbenin kirli atmosferi dağıldığında, "Yenikapı ruhu" çabuk unutuldu ve iktidar demokrasi dışı heveslere kapıldı. Oysa Meclis darbeciler tarafınca uçaklarla bombalanırken tüm partilerin vekilleri bu kötülüğe karşı omuz omuza mücadele etmişti fakat sonrasında AK Parti, muhalefeti FETÖ’cü olmakla suçlamayı tercih etti ve demokrasi için doğan büyük fırsatı maalesef heba etti.
Evet iktidar, bizzat darbeye katılanlar dahil bu kötülüğe bulaşanlara karşı devlet içinde sıkı bir mücadele başlattı ve büyük ölçüde temizledi. Bu arada örgütün tepe noktasında yer alan adlar de kaçmayı başardı fakat bu yapının kurslarına, okullarına giden, bankasına para yatıran, bir şekilde önünden geçenler de ağır bedeller ödedi. Ama talihsizlik o ki bu yapının devletin kılcal damarlarına kadar girmesine izin veren iktidar, sanki hiçbir vebali yokmuş gibi kendisini temize çıkarıp kenara çekildi. Ve doğal olarak ‘siyasi ayak’ toplumun zihninde bir soru işareti olarak kaldı.
Sonrasını biliyoruz, 17-25 Aralık’taki ‘paralel kalkışma’da Tayyip Erdoğan’a hakarete varan ifadeler kullanan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, adeta altın tepside öyle bir imkan sundu ki AK Parti iktidarının rejimi değişiklik yapmak için önündeki tüm kapılar sonuna kadar açıldı.
Ve bu imkanı süratle değerlendiren AK Parti, 2017 referandumu ile tahribatı uzun seneler devam edecek olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini hayata geçirmeyi başardı.
İşte Türkiye demokrasisi açısından esas talihsizlik de o gün başladı. Çünkü Azerbaycan ve Türkmenistan gibi şu ana kadar demokrasiyle tanışmamış Türk cumhuriyetleri haricinde bir örneği bulunmayan bu yeni alaturka sistemin demokrasiyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
Maalesef AK Parti-MHP koalisyonu, rejim değişikliği hamlesiyle koskoca bir Osmanlı devlet geleneğini ve yüz senelik Cumhuriyet dönemi tecrübesini yok sayarak ülkeyi başı ve sonu belli olmayan ucube bir sisteme mahkum etmiştir.
Yasama, yürütme ve yargının tek kişide toplandığı, fiili anlamda ‘kuvvetler birliği’nin geçerli olduğu, hesap verilebilirliğin olmadığı böylesine layüsel bir sistem, herhalde yüzyılın en absürt buluşu olarak tarihe geçecektir.
Bugün demokratik bir perspektiften baktığımızda eleştirdiğimiz Osmanlı’da bile böylesine keyfi bir sistem hakim değildi. Biliyoruz ki Osmanlı kuvvetli bir devlet geleneğine sahipti. Bu yapının tepesinde padişah bulunuyordu, ayrıca güçleri hiç küçümsenmeyecek bir Şeyh’ül İslam ve Sardazam vardı. Doğal olarak bu hiyerarşik yapıda padişah, aklına estiği gibi ülkeyi yönetme yetkisine sahip değildi.
Kimse kusura bakmasın fakat bilim ve teknolojinin tasavvurlarımızı aşan bir hızla geliştiği, değiştiği bir dünyada Türkiye’ye giydirilen bu akıl dışı sistem, kelimenin tam anlamıyla bir kabile anlayışının tezahüründen başka bir şey değildir.
İfade etmesi insana acı verse de maalesef 15 Temmuz darbe girişiminden demokratik değil, otokratik bir sistem icat ettik. Herhalde gelişmiş dünyanın gittiği istikametin tam aksine bambaşka bir evrene gitmeyi ama biz Türkler başarabilirdik!
Kişiye özel olarak icat ettiğimiz alaturka sistem yüzünden, ekonomiyi ‘Nas’ politikalarıyla, hukuku emirle, eğitimi ‘dindar nesil’ anlayışıyla yönetme hevesine kapıldık ve sonunda iflas ettik.
Bu yüzden dünyanın hiçbir ciddi ülkesi bizlere ‘güven’ duymadığı için yatırım yapmaya gelmiyor, en acil finansal gereksinimlerimiz için birkaç Arap ülkesi haricinde hiçbir ülkeden kredi bile temin edemiyoruz.
Bu yüzden demokratik dünyada refah standartları her gün yükselirken, biz derin bir ekonomik krizin altında eziliyoruz.
Bu yüzden ‘hukukun üstünlüğü’ endeksinde, yolsuzluk ve özgürlük endeksinde antidemokratik ülkelerle yarışıyoruz.