Çoğu zaman yaşadıklarımızın muhasebesini yapmakta güçlük çekiyoruz. Ama biliyoruz ki yaşamımıza ilişkin bir iç muhasebe yapamadığımız sürece, hem kişi olarak hem de toplumsal olarak savrulmalardan asla kurtulamayız.
Son yıllarda öylesine bir savrulma yaşıyoruz ki geriye dönüp baktığımızda, günlük hayatımızda yapıp ettiklerimizin vicdani anlamda izahını yapmak ne yazık ki mümkün değil. Çünkü gerek dini gerekse insani anlamda bizi bağlayan değerleri hayatımızdan tümüyle kovmuş bulunuyoruz.
Maalesef günümüz dindarları başkalarının hakkı-hukuku, şerefi ve haysiyeti mevzusunda o kadar duyarsız hale geldiler ki her önüne geleni ötekileştirmede ve onları itibarsızlaştırmada hiçbir sınır tanımıyorlar.
Siyaset dilinin kirlettiği zihinler, neredeyse kendisi haricinde herkesi ‘terörist’, ‘ajan’, ‘din düşmanı’ gibi tanımlarla itibarsızlaştırmakta bir beis görmüyorlar.
Bu ifadeleri biraz abartılı bulanlar olabilir, bunu biliyorum. Ama ne yazık ki her gün şahit olduğumuz bazı gerçekler, bu cümlelerin bile ötesinde vahim bir duruma işaret ediyor. Geçtiğimiz günlerde, dindarlık hassasiyetine sahip olduğuna inandığım AK Partili bir arkadaşım aradı ve yazılarımla ilgili eleştirilerde bulunmuş oldu. Dediği aynen şu şekilde: “Görüyorum ki sen de istikamet değiştirmişsin; Osman Kavala ve Can Atalay gibi teröristlerin haklarını savunuyorsun.”
Eleştirilerin daha da fazlası var fakat yalnız bu kadarını yazıya alabildim. Bu ifadeleri dindar birisinin söylemesi içimi o kadar acıttı ki bir Müslüman olarak hicap duydum ve arkadaşım adına da gerçekten çok üzüldüm.
Bu nasıl bir zihniyet yapısıdır ki herhangi bir olay ya da kişiyle ilgili bu tür suçlamalarda bulunmadan önce işin aslını araştırmadan, bu insanların özgürlüklerinden yoksun edilmelerine yol açacak nasıl bir suç işlemiş olduklarına bir kez olsun bakmadan böylesi ithamlarda bulunabiliyorlar doğrusu inanılır gibi değil.
Eğer hayata bu ideolojik ve partili gözlüklerini çıkartarak hakkaniyetle bakmayı deneseler, inanıyorum ki iyi ile kötünün nasıl bir şey olduğunun da ayırdına varacaklar. Çünkü o zaman gerçekten vicdanlarının sesini duyacaklar.
Değişik zamanlarda bu köşede, ‘dindarlık hassasiyeti’ mevzusunda benim için de hayati bir öneme sahip olan Hz. Peygamberle ilgili bir mesela altını çiziyorum. Galiba bir kez daha yeniden etmekte yarar var. Hz. Peygamber döneminde Vabisa adlı bir sahabe, Peygambere “İyilik nedir, kötülük nedir” diye bir soru sorar, yanıt aynen şu şekilde: “Ey Vabisa! Kalbine danış, nefsine danış, iyilik gönlünü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir; kötülük ise sana fetva verseler bile, gönlünü (kalbini, vicdanını) huzursuz eden ve içinde şüphe bırakan şeydir.”
Dinin adeta özeti durumunda olan Hz. Peygamberin bu sözleri, inanan insanlar açısından çok önemli olması gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla dini hassasiyete sahip olan insanlar gerek bizzat kendi hayatlarını tanzim ederken, gerekse başkalarıyla ilgili kanaatlerini ortaya koyarken ve onlarla ilgili konuşurken Hz. Peygamberin bu sözlerini asla yok sayamazlar.
Çünkü Kur’an’ın hitabına muhatap olan insanın, yeryüzündeki tüm yaratılmışlara karşı hak-hukuk, adalet, ahlak ve temel insani değerler çerçevesinde hareket etmek gibi bir yükümlülüğü bulunmaktadır.
Ama gelin görün ki zihin dünyaları siyasal bir kirlenme ile malul durumda bulunan günümüz Müslümanları, İslam’ı bile utandıran bir tavır içindeler. Geçtiğimiz günlerde KARAR tv’de konuşan Ali Bardakoğlu Hoca’nın şu sözleri hepimiz için bir uyarı niteliği taşıyor: “İslam dünyasının Hz. Peygamberi anlama mevzusunda yeterince özenli davranmadığı kanaatindeyim. Müslümanlığımızı İslam’a doğru yükseltmek zorundayız. Bugünkü Müslümanlar İslam’ın önüne perde oluyorlar ve dışarıdan bakanlar Müslümanlığın halini görüyor fakat İslam’ı göremiyorlar.”
Biliyoruz ki o ‘rahmet ve merhamet peygamberi’, yaşamı süresince kimseyi ayıplamamış, düşmanlarına bile beddua etmemiş, kötülüğe kötülükle karşılık vermemiş, kendi nefsi söz konusu olduğunda hiçbir zaman intikamcı olmamıştır.
Yaşayışıyla iyilik yapmayı, bizlere miras olarak bırakan Hz. Peygamberin şu sözleri hepimiz için en önemli örnek olmalıdır: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.”
Ama ne yazık ki günümüzün Müslümanları insanlara karşı ‘iyilik’ ve merhametli davranmayı değil, kötücül örnekler sunmayı tercih etmiş bulunuyorlar. Galiba nasıl bir peygambere inandığımızı sorgulamamız gerekiyor…