Seçim sonrası oluşan yeni kabine aslında Türkiye’de yeni bir umut doğabileceği yönündeki beklentileri yeniden tazeledi. Keşke İktidar bu umutları güçlendirecek bir adım atabilse…
Şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizden çıkabilmesi için böyle bir adıma şiddetle ihtiyaç var. Zira özellikle son beş yılda uygulanan politikalar, Türkiye’nin ekonomide, hukukta, demokraside dünya ile arasındaki mesafenin hızla açıldığı bir sürece işaret ediyor.
Dolayısıyla ekonomide rasyonaliteye dönmeden, hukukun üstünlüğünü yeniden inşa etmeden ve özgürlüklerin önünü açmadan büyüyen bir ekonomiye sahip olmak da demokrasinin kalitesini yükseltmek de ne yazık ki mümkün değil.
Ancak son günlerde yaşanan gelişmeler hiç de iyi yönde işaretler vermiyor. Oysa iktidarın önünde öylesine imkanlar var ki bu süreç heba edilirse doğrusu yazık olur.
Mesela Tele-1 yayın yönetmeni Merdan Yanardağ, Öcalan’la ilgili sözlerinden dolayı tutuklandı. Hemen belirtelim, sağlıklı işleyen bir hukuk devletinde bu konuşmaların ‘suç’ olarak tanımlanması mümkün değildir. Evet Merdan Yanardağ bir demokrasi kahramanı filan değil. Ama bu konuşmalardan suç icat etmek de kabul edilemez.
Hemen her yazımda altını çizmeye çalıştığım bir gerçek var, Türkiye’deki Ortodoks solun da merdiven altı İslamcıların da gerçek anlamda demokrat olduklarını söylemek ne yazık ki pek mümkün değil. Zira hemen her kesim daha çok kendine demokrat ve zihin dünyaları da farklılıklara tahammüle müsait değil. Bu açıdan bakıldığında, Merdan Yanardağ’ın görüşlerine katıldığımı söyleyemem ama fikirlerine tahammül etmeyi de demokrasinin bir gereği olarak görürüm.
Hal böyleyken Yanardağ benzeri tutuklamalar, ülkedeki farklılıkları daha derinleştirip keskinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Önemli olan, her vesileyle farklı düşüncelerin ‘hainlik’le damgalanıp ötekileştirmek yerine, fikrin özgürce ifade edilmesinin önünü açmaktır. Aksi taktirde bu uygulamalar, sadece Türkiye’nin demokratik görünürlüğüne zarar verir.
Ayrıca unutmayalım, bugün Merdan Yanardağ’ın Öcalan’la ilgili sözlerinin benzerlerini geçmişte pek çok AK Partili daha ileri ifadelerle dile getirdiler.
Bu konuda arşivlerdeki birkaç örneğe bakmak bile yeterli olacaktır.
-“Yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir modelde PKK seçime girsin ve seçilsin. Seçilerek gelsin.” (1 Ekim 2012)
-“Abdullah Öcalan’ın PKK üzerindeki hâkimiyeti, gücü ve sembolleşen liderlik konumu devlet için bir şanstır. Öcalan, şu anda en güçlü konumunda ve devlet için bir aktör haline geldi.” (1 Ekim 2012)
-“Şu anda binlerce Türk oğlu Türk, Abdullah Öcalan’ın mesajıyla duygulanıyorsa; artık gerçekten yeni bir dönem başlamış demektir.” (21 Mart 2013)
-“Barışı ne uğruna harcamak istiyorsunuz? En azından Abdullah Öcalan kadar ilkeli olun.” (28 Haziran 2013)
-19 Temmuz 2013, Yasin Aktay-AKP genel başkan yardımcısı: “Öcalan dünyanın geleceğini iyi okuyor.” (19 Temmuz 2013)
-Sayın Öcalan demeyi, Öcalan posterleri taşımayı ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan biz çıkardık.” (28 Kasım 2013)
-“Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var. Mesajlarında sürecin geleceğini düşünen bir hassasiyeti var.” (8Haziran 2014)
-“PKK bir terör örgütü değildir. PKK kendi topraklarında, belli bir politik programı hayata geçirmeye çalışan bir politik harekettir.” (18 Haziran 2014)
Denebilir ki “Bu ifadeler kanın durması için başlatılan çözüm sürecinde söylenmiştir, bugün için örnek olamaz.” Evet doğrudur, gerçekten de çözüm süreci o gün için hayati bir öneme sahipti ve yapılması gerekiyordu, ben de sonuna kadar destekledim. Ama o sözler söylenmiştir ve tarihin hafızasına kaydedilmiştir.
Dolayısıyla bugün de yapılması gereken, yasaların da tarif ettiği gibi eğer ‘şiddeti övme’ söz konusu değilse, insanlar fikirlerini özgürce ifade edebilmelidirler.
Şimdi AK Parti iktidarına düşen, demokrasi ve Özgürlükler Endeksi’nde Türkiye’yi antidemokratik ülkeler ligine düşüren görüntüden kurtarmaktır. İnanıyorum ki ‘hukukun üstünlüğü’ne titizlikle uymak Türkiye’ye de AK Parti’ye de büyük değer katacaktır.