Epey bir süredir ‘Altılı Masa’nın (Millet İttifakı) ağır hareket ettiğini ve bu halin iktidara büyük avantaj sağladığını anlatmaya çalışıyorum.
Gerçekten de çok zaman kaybettiler, sadece parlamenter sistem çalışmalarıyla ilgili yaklaşık bir yıllık bir sürenin harcanmış olması bile zamanın ne kadar boşa harcandığının en önemli göstergesidir. Kaldı ki muhalefet dört yüz vekil sayısına ulaşamazsa, gündeme bile gelmeyecek bir mesele…
Ayrıca büyük bir yoksulluk yaşayan insanların parlamenter sistem diye bir dertleri de yok. Onlar tencerelerini kaynatabilmenin derdindeler. Dolayısıyla muhalefet şu ana kadar hükümet programını, yol haritasını çoktan açıklayıp aday meselesini netleştirmiş olmalıydı.
Maalesef aday meselesinde önemli bir mesafe alınamadığı için toplumun karşısına güçlü bir sesle çıkılamamış ve neredeyse bütün alan tümden iktidara bırakılmıştır.
Düşünün bir yıl önce Cumhur İttifakı’nın tepe isimleri, bakanlar, milletvekilleri toplumun karşısına çıkacak halde değildiler ve ağızlarını adeta bıçak açmıyordu. Ancak bugün sesleri daha gür çıkıyor ve küçük de olsa bir toparlanma rüzgarı esiyor. Elbette bunda asgari ücret artışının, memura-emekliye yapılan zamların ve EYT’nin bir ölçüde yapı var. Ama esas iktidarı coşturan, muhalefetin neredeyse altı aydır ortalarda gözükmemesidir.
Oysa halen Türkiye’de yaşanan fukaralık manzaraları hiçbir iktidarın yüzünü güldürmeye yetmeyecektir. TUİK kağıt üzerinde enflasyonu yirmi puan indiriyor ama halkın tenceresindeki yangın her gün daha da büyümeye devam ediyor. Her ne kadar iktidara alkış tutmakla görevlendirilmiş bulunan gazeteler ve tek tip talimatlı kalemler memleketin güllük-gülistanlık olduğunu anlatabilmek için büyük gayret sarf etseler de bu masallar yoksulların acısını dindirmeye yetmiyor.
Memleketin hali böyleyken muhalefetin hala kitabi metinler hazırlamakla zaman kaybetmesini anlamak ne yazık ki mümkün değil. Evet iktidara geldiklerinde nasıl bir Türkiye inşa edeceklerinin ilkelerini belirlemeleri, yol haritalarını şekillendirmeleri önemli.
Ancak unutmayalım ki seçime yaklaşık üç ay var ve muhalefet hala adayını belirleyebilmiş değil. Doğal olarak bu durum, muhalefete bel bağlayan kitlelerde giderek bir umutsuzluk hali oluşturur ki ülkenin buna tahammülü yok.
6’lı masanın son toplantısında birlikteliğin Millet İttifakı olarak belirlenmesi önemli bir adım. Dolayısıyla bu yeni durumdan anlıyoruz ki muhalefet liderleri artık dönülmez bir noktada olduklarını hep birlikte “Yeter söz milletin” sloganıyla da teyit etmiş bulunuyorlar.
Şimdi sırada aday tespiti var, eğer zaman kaybetmeden milletin teveccühüne mazhar olacak bir aday belirleyip milletin karşısına çakabilirlerse, 14 Mayıs’taki değişim için büyük bir avantaj sağlayabilirler.
Aslında uzun zamandır Millet İttifakı zaten en avantajlı konumdaydı, bütün araştırmalarda rakamsal anlamda Cumhur İttifakı’nın çok önündeydi. Maalesef o bitmeyen toplantılarla çok zaman kaybettiler ve doğal olarak iktidar sanki kazanıyormuş gibi bir algı oluştu. Evet böyle bir hava var ancak rakamlara baktığımızda bütün iyimserlik rüzgârına rağmen Cumhur İttifakı’nın adayı yüzde 42’lerin üzerine çıkabilmiş değil.
Kısacası iktidar bütün toplama-çıkarma işlemlerine rağmen kazanmıyor ama muhalefet de kazanmayı garantilemiş değil.
Çünkü iktidardan memnuniyetsiz olan kitleler, henüz karşılarında değişimi sağlayacak güçlü bir rüzgarın varlığını da ne yazık ki hissedemiyorlar.
Muhtemelen Millet İttifakı adayını belirleyip tek ses halinde meydanlara çıktığında rüzgar değişecek ve iktidardan yüz çeviren memnuniyetsizler bekledikleri adrese kavuşacaklardır.
Kaldı ki Cumhur İttifakı mevcut haliyle muhalefete gollük paslar vermeye de devam ediyor. Mesela Cumhur İttifakı’nın “Yeter söz milletin” sloganı… Hepimiz biliyoruz ki bu slogan, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde tek parti döneminin ceberrutluğuna karşı Demokrat Parti tarafından kullanılmıştı.
Yani şimdi iktidar, kendi tek parti dönemine karşı bir slogan icat ederek muhalefete armağan etmiş bulunuyor. Muhalefete bundan daha büyük bir kıyak olabilir mi?
Şimdi muhalefete düşen, bu hediyeyi alıp ekonomiyi duvara toslatan, ‘hukukun üstünlüğü’nü yok eden, adalete olan güveni sarsan ve Türkiye’yi 1930’lu-40’lı yıllara götüren iktidara karşı tıpkı 1950 14 Mayıs’ında olduğu gibi “Yeter söz milletin” sloganıyla haykırabilmek…