Önce Demirtaş savunmalarında daha sonra hapishaneden yaptığı açıklamalarla AK Parti ile de görüşülmesi, üçüncü yol vurguları yaptı, 8 yıl sonra geçen ay verdiği ilk röportajda "Erdoğan artık çözüm sürecini dondurucudan çıkarmalı" diyen Leyla Zana, Diyarbakır’da inzivaya çekildiği köyden çıktı. 21 Mart’ta Diyarbakır’daki Newroz’da konuşacak.
Bir gün önce de 20 Mart günü Erdoğan, Diyarbakır’da olacak.
Karayılan Newroz’dan önce bir müjde açıklayacaklarını söyledi. Ahmet Türk, "Derin devleti CHP ikna edemez, Erdoğan ikna edebilir" dedi. Bu arada Irak’a giden Fidan, Kalın ve Güler’in Iraklı muadilleriyle yaptıkları görüşmelerden Irak’ın PKK’yı yasa dışı ilan etme kararı çıktı.
Yerel seçimlerde iki hafta kala, İstanbul’da Kürt seçmenlerin kritik önemi artmışken gelen bu alametler haklı olarak birleştiriliyor ve soruluyor: Yeni bir çözüm süreci mi devrede?
Bütün Türkiye bu soruyu tartışırken, Diyarbakır’da hafta sonu İnsan Hakları Derneği’nin düzenlediği Kürt Meselesini Çözümü ve Barış Konferansı’nda ise karamsarlık hakimdi.
Karamsarlığı, Demirtaş’ın hapishaneden konferansa gönderdiği "Çözümün muhatabı Erdoğan ve Öcalan’dır mesajı bile gideremedi.
O emsaj bütün sitelerde manşet olurken, mesajın gönderildiği konferansta kimse bundan bahsetmedi.
Peki bu kötümserliğin sebebi doğrudan meselenin muhatabı olmak mı yoksa siyaseten iktidara öfke miydi?
Her ikisi de.
Özellikle kayyumlar, bölgede ve bölge dışındaki Kürtlerin AK Parti’ye öfkesini artırıyor.
Bu kayyumların şehirlerin çok kötü yönetip yönetmemesiyle ilgili değil. Bazı kayyumlar gayet iyi işler de yapmış.
Ama uygulamanın kendisi saygısızlık olarak görülüyor, gururları incitiyor.
Bu yerel seçimlerde de DEM Parti’nin yine çoğu çok düşük profilli adayları bir oy kaybına neden olacak olsa da yine de insanlar buna karşı tepkilerini iktidara gösterebilecekleri büyük fırsatı kaçırmayacaklar.
Yerine yeniden kayyumlar atansa da.
İstanbul’daki Kürtlerin de en az yarısının gidip İmamoğlu’na oy verecek olmasının motivasyonu da bu.
Yoksa CHP, CHP Diyarbakır İl Başkanı’nı bile ikna etmekten uzak bir çizgide. Özellikle de 14 Mayıs’a doğru açılan büyük kredi, Ümit Özdağlı protokolle tükendikten, Burcu Köksal’da şüpheler doğrulandıktan sonra.
Ama salondaki çözüm süreciyle ilgili karamsarlığın esas sebebi bunlar değil.
Salonla gerçek hayat arasındaki dil ve gündem farkı.
Türkiye ya da daha doğrusu AK Parti iktidarı 2005 ile 2013 arasında pişirdiği bittikten sonra en az üç kere yeniden denediği çözüm süreçleri büyük bir hayal kırıklığı ve bölge tarihinin en büyük yıkımının yaşandığı hendeklerle bitti.
AK Parti iktidarı artık bütün devlete, orduya hakim.
Arap Baharı yenildi, bölgede otoriter rejimler kazandı. Esad kazandı, PKK için Suriye’de 40 yıllık tarihinde ilk kez bir şehirde hakimiyet kurdu, kendine ait bir alanda iktidar oldu. Türkiye’deki çözüm, barış PKK’nın gündeminden düştü.
Bu arada Liberal demokrasi karşıtı rüzgar bütün dünyayı kapladı. En son Avrupa’nın en solundaki Portekiz’de bile aşırı sağ yüzde 20’lere dayandı.
Diğer iki faktör hala var.
Yani hala daha da güçlü olan Erdoğan tarafından yönetiliyoruz ve hala AK Parti’de sayıları ve etkileri azalsa da Kürt ve Kürt meselesine duyarlı isimler kritik yerlerde.
Ama en kritik faktör artık yok.
Terör artık Türkiye’de vatandaşların şikayet ettiği bir sorun değil. PKK’nın Türkiye’deki eylem kapasitesi artık çok sınırlı. Bu yüzden Çözüm sürecinin ana sloganı olan "analar ağlamasın" sloganı bugün kimseyi etkilemiyor. Çatışmalar genelde sınır ötesinde Suriye’de, Irak’ta oluyor. Büyük kayıplar yaşanmıyor. Ordu profesyonel askerliğe geçtiği için, PKK’ya katılımlar Türkiye’den çok düştüğü için yaşanan ölümler büyük öfke krizlerine, travmalara neden olmuyor.
Yani ortada çözülmesi acil bir mesele yok. Savaş olmadığı için barış kelimesi de heyecan yaratmıyor.
PKK devlet için hala bir mesele ama vatandaşlar için değil. Kürtler için de çok değil.
Artık bu düzeydeki terör, şiddet Türkiye’de birlikte yaşanabilecek, acilen çözülmesi gerekmeyen bir mesele.
Bu yüzden uzun bir süredir Türkiye’deki tartışmalardan PKK’dan değil, HDP’den, DEM Parti’den bahsediliyor. Tartışmalarda adından en çok bahsedilen, öfkenin muhatabı olan da Öcalan, Kandil’deki PKK’lılar değil Demirtaş.
Çünkü Kürtlerin artık en büyük gücü, kozu şiddet değil, siyaset.
Peki bu nasıl mümkün oldu?
DEM Partililerin büyük siyasi başarısıyla değil, iki faktörle mümkün oldu.
Birinci faktör: demografik değişim.
Kürtlerin nüfusu artık onları siyaseten etkili hale getirdi. Demirtaş gibi karizmatik bir siyasetçi bu demografik gücü mobilize etmeyi, bir partiye kanalize etmeyi başardı.
O yüzden Kürtler artık küstürülmemesi gereken, konuşurken dikkatli olunması gereken bir potansiyel müttefik.
O yüzden 90’larda devletin resmi politikası olan inkar-red politikaları artık siyaseten ayıp, 90larda devletin ordunun resmi görüşünü bugün savunan kimse yok.
Kürtçe yasakları yaşandığında iktidar çevrelerden hızlı yalanmalar geliyor. Burcu Köksal’ın konuşması üzerine CHP’den gelen seri yalanlamalar ortamın nasıl değiştiğini gösteriyor.
İkinci faktör başarısızlıkla biten çözüm süreci.
Çözüm sürecinde her şey en zirvede o kadar yaşandı ve konuşuldu ki çözüm süreci Türkiye’yi, Kürt siyasetini değiştirdi. Çözüm süreci meselenin savaşarak değil konuşarak çözülebileceğini gösterdi.
Yani özetle Kürt sorunu 80’lerde, 90’larda, hatta 2013’lerde hayatı felç eden, herkesi etkileyen bir meseleydi. Artık Kürt sorunu yok, Kürt gerçeği var. O yüzden çözüm süreci, barış yok. DEM Parti, Demirtaş, Kürt seçmenler var.
Kürtler artık bir siyasi, demografik güç.