Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın Avrupa Parlamentosu raporuyla ilgili sarf ettiği "Biz de bu gelişmeler karşısında değerlendirmelerimizi yaparız ve bu değerlendirmelerden sonra da Avrupa Birliği'yle gerekirse yolları ayırabiliriz" ifadesini yorumlayan Tan, şunları söyledi:
"Ben bu ifadeleri ciddiye almıyorum. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları öncesinde, New York’ta görüşeceği liderlere, 'Beni dışlamayın, beni dikkate alın' mesajı vermek istiyor. Daha önce de benzer ifadelerde bulunmuştu. Bu sözlerin diğer bir hedefinin de iç siyasette milliyetçi ve ulusalcı kitlenin gönlünü okşamak olduğunu düşünüyorum."
AVRUPA PARLAMENTOSU RAPORDA NELER VARDI?
Avrupa Parlamentosu, İspanyol raportör Nacho Sanchez Amor tarafınca hazırlanan ve tavsiye kararı durumunda olan 2022 Türkiye raporunu geçtiğimiz çarşamba günü kabul etti. Parlamentodaki 434 milletvekili raporun kabulü yönünde oy kullandı. 18 milletvekili ret oyu verirken, 152 üye de çekimser kaldı.
Raporda Türk hükümeti, Avrupa Birliği ve üye ülkeler, mevcut çıkmazdan kurtularak, daha yakın ortaklık kurmaya çağırılıyordu.
"AB - Türkiye ilişkileri için alternatif ve gerçekçi bir çerçeve oluşturulması" tavsiye edilen raporda, Türk hükümeti tarafınca köklü bir rota değişikliği yapılması istendi. Aksi taktirde Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin sürdürülemeyeceğinin altı çiziliyordu.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, "Türkiye’nin AB üyeliği, jeopolitik pazarlıklar sonucu değil, Türk yetkilileri ülkedeki temel özgürlükler ve hukukun üstünlüğündeki gerilemeye son verilmesi için gerçek bir çaba içine girdiğinde gerçekleşecektir" diye konuşmuştu.
Raporda, Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimlerinde "tarafların eşit şartlar altında yarışmadığı” dile getirilerek, iktidarın haksız bir avantajla seçim sürecini yürüttüğü belirtiliyordu.
Parlamento raporunda, "sert, kışkırtıcı ve ayrımcı söylemler ile bazı muhalefet partilerinin destekçilerine yönelik sindirme ve tacizin yanı sıra iktidar partilerinin muhalefeti terörizmle ilişkilendirmesinin süreci baltaladığı" savunuluyordu.
"Türkiye'de yargının bağımsız olmaması ve yargı sisteminin siyasete alet edilmesi" kınanan raporda, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tüm kararlarını tam olarak uygulaması" isteniyordu.
Avrupa Parlamentosu raporunda, Türkiye’de devam eden kovuşturma ve sansürün yanı sıra, gazetecilere ve bağımsız medyaya yönelik baskılar da kınanıyordu.
Raporda, Türkiye’de kadın haklarının kötüleştiği, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kadın cinayetlerinin yanı sıra, LGBTI+ toplumuna yönelik yaygın nefret söylemi ve ayrımcılığın da arttığı vurgulanıyordu.
'ERDOĞAN'IN MASADAN KALKABİLECEĞİNİ HİÇ SANMIYORUM'
Tan, Çamlıbel'in "Biraz önce defaatle Erdoğan’ın bu tür çıkışlarının artık muhataplarında ciddiye alınmadığını anlattınız aslına bakarsak örnekler üstünden. Şimdi bu 'yolları ayırabiliriz' sözünü duyan Avrupalı liderlerin 'Eyvah Türkiye'yi kaybediyoruz' diye panikleyip bugüne kadarkinden farklı bir politika seyretme ihtimalleri var mı? Yoksa gene Erdoğan’ın her zamanki blöflerinden biri diye mi düşünecekler?" şeklindeki sorusu üzerine de şunları kaydetti:
"Onlar da ciddiye almayacaklar. Avrupalıların böylesine duygusal tepkiler vereceklerine de inanmıyorum.
"Erdoğan'ın AB ile mevcut kapsamlı ticari ve ekonomik ilişkileri göz ardı ederek, masadan kalkabileceğini hiç sanmıyorum. Avrupa ile Türkiye’nin ilişkilerinin koparılması ne gereklidir ne mümkündür."
Çamlıbel'in devamında yönelttiği sorular ve Tan'ın bunlara verdiği yanıtlar şöyle:
- Bir de Avrupa Konseyi sorunsalımız var ki orada tam üyeyiz, hatta kurucu üyeyiz. Ancak yaz tatili öncesinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Osman Kavala'nın eylül ayına kadar serbest bırakılmaması halinde Türkiye için üyelikten ihraç da dahil olmak üzere bütün seçenekleri gözden geçireceği uyarısında bulunmuştu. Selahattin Demirtaş dosyası da aynı hatta ilerliyor. Sizce Türkiye Ukrayna işgali nedeniyle üyelikten atılan Rusya’nın durumuna düşebilir, yoksa Avrupa Konseyi Türkiye’yi kaybetmemek adına o kararı öteler mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulmasına ülkemizin stratejik çıkarları penceresinden bakmalıyız. İçinde yaşadığımız uluslararası güvenlik mimarisi 78 yıl önce kuruldu. Merkezinde Birleşmiş Milletler var. İnsan haklarına saygı ve sosyal adaleti, barış ve güvenliğin temeli, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmanın ön koşulu sayar.
74 yıl önce kurulan Avrupa Konseyi de Birleşmiş Milletler felsefesinin bir anlamda bölgesel uzantısıdır. Temel hedef Avrupa’da demokratik güvenlik koşullarının güçlendirilmesidir.
Burada hatırlanması gereken, Türkiye’nin hem Birleşmiş Milletler’in hem de Avrupa Konseyi’nin kurucu üyeleri arasında yer almasıdır. Türkiye, her iki kuruluşta da yaratılan normatif yapının mimarları arasındadır. Bu ülkemiz için gurur vericidir. Ülkemizin uluslararası alanda etkin ve saygın konumunun kaynağı ve güvencesidir. Türkiye’nin batı ve doğu ile ilişkileri birbirinin karşıtı değil, tamamlayıcısıdır. Avrupa Konseyi Türkiye’nin uluslararası itibarı için temel sütunlardan biridir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bağımsız yargı organıdır. Mahkeme kararlarına uyulması, Konsey üye devletleri için hukuken bağlayıcı bir yükümlülüktür. Mahkeme kararlarının uygulanmaması, üyelikten çıkarılma ile sonuçlanabilecek yaptırım sürecinin yolunu açar. Anayasamızın 90. maddesi, taraf olunan uluslararası sözleşmeleri iç hukukumuz ile bütünleştirir. Mahkeme kararlarının uygulanmaması, üyelik yükümlülüklerinin olduğu gibi, Anayasa’mızın da ihlalidir.
Halen Bakanlar Komitesi’nin gündeminde olan üç karardan ikisi ne yazık ki ülkemiz ile ilgilidir: Kavala ve Demirtaş kararları. Kronolojik olarak Kavala kararı önde olmakla birlikte Demirtaş kararı da onu yakından izlemektedir. Komite her oturumunda aldığı kararlar ile hükümeti uygulamaya zorlamakta, aksi halde yaptırım sürecinin ilerleyeceğini vurgulamaktadır. Önümüzdeki günlerde Komite’nin ülkemizin saygınlığının sorgulanmasına yol açacak adımlar atması şaşırtıcı olmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasının reddedilmesi, Türkiye’nin uluslararası itibarının ana kaynaklarından biri olan Avrupa Konseyi ile ilişkilerinin rayından çıkmasına yol açma riski taşıyor.
'SEZGİN TANRIKULU GÖREVİNİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMİŞTİR'
- Partinizin Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilgili sözleri nedeniyle Adalet Bakanı soruşturma izni verdiklerini açıkladı. Olay bununla da kalmadı Cumhurbaşkanı Erdoğan Tanrıkulu’nu "terörist müsveddesi" gibi ifadelerle hedef gösterdi. Tanrıkulu’nun söz konusu açıklaması şöyleydi: "Bu Türk Silahlı Kuvvetleri değil mi 12 Eylül'de faşist darbeyi yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz'da darbe girişimi yapan, köyleri yakan... Onlarca faili bilinmeyen cinayet. Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi? AİHM kararıyla sabit hale gelen..." AİHM kararlarına atıfta bulunmak, uluslararası mahkeme dosyalarına giren ihlallerden bahsetmek suç mudur sizce?
Üyesi bulunduğum bir demokratik kitle örgütü konuyla ilgili açıklamasında şunu söylüyordu; “Demokrasilerde eleştiriden, denetimden, hesap vermeden muaf hiçbir kurum, kuruluş, kişi yoktur. Milletvekillerinin görevi devletin kurum ve kuruluşlarını millet adına denetlemek, varsa suç, hata ve eksiklikleri eleştirerek millete açıklamaktır. Sezgin Tanrıkulu ‘TSK'nın yaptığı her şey eleştiriden azade değildir. TSK üzerinden bütün şaibelerin kalkması amacıyla bunları sorarız’ derken görevinin gereğini yerine getirmiştir”. Ben bu açıklamaya tamamıyla katılıyorum.
'ÖZGÜR ÖZEL'İN ÇIKIŞINI DEĞERLİ BULUYORUM'
- Özgür Özel genel başkanlığa adaylığını açıklarken Kemal Kılıçdaroğlu’na kuvvetli eleştiriler yöneltti ve şu ifadeleri kullandı: “Toplumsal talep ve ihtiyaçların aksine, partimizin yönetimi yenilginin nedenlerini araştırıp yeni yol haritası çizmedi. Farklı bahaneler üretti, siyasi sorumluluk üstlenmedi. Parti içi iktidarı korumaya odaklandı. Güvenini yitiren seçmenimiz, siyaseti terk edecek kadar bir duygusal kopuşa sürüklendi. Parti yönetimi, bu kırılmayı görmezden gelmeyi tercih etti.” Siz taze CHP’li olarak Genel Merkez’in seçim sonrası tutumu nedeniyle hayal kırıklığı yaşadınız mı? Sizce de Özel’in söylediği gibi CHP seçmeninde bir duygusal kopuş var mı?
Bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ancak, CHP’nin demokratik rekabete önem ve değer veren bir siyasi parti olduğu düşünüldüğünde, Özgür Özel’in bu çıkışını değerli buluyorum ve saygı duyuyorum.