Korkut Boratav sordu: Türkiye'nin kredi puanlarını kimler düşürüyor?

'Hocaların hocası' olarak da bilinen iktisat profesörü Korkut Boratav, "AKP'nin faiz takıntısının arka planında uluslararası finans çevreleriyle...

'Hocaların hocası' olarak da bilinen iktisat profesörü Korkut Boratav, "AKP'nin faiz takıntısının arka planında uluslararası finans çevreleriyle anlaşmazlık var" yorumunda bulunurken, "Ekonomiye deli gömleği giydirdiniz. Neo-liberal programa kenarından, ucundan karşı çıkarak sadece kargaşa yaratırsınız. Geç kaldınız; geçmiş ola" dedi.

Boratav, SoL'da yayınlanan bugünkü yazısında, "Türkiye'nin kredi puanlarını kim düşürüyor" sorusuna yanıt aradı.

Boratav'ın yazısı şöyle:

"Türkiye’nin kredi puanları: Kimler düşürüyor? Niçin?<>
“Faiz takıntısı”, TCMB Başkanı’nın görevden alınmasıyla sonuçlandı. Arka planda uluslararası finans çevreleriyle anlaşmazlık var.

Bu çevrelerin Türkiye değerlendirmelerini kredi derecelendirme kuruluşlarından da izleyebiliyoruz. En başta üç uluslararası şirket var: Moody’s, Fitch, Standard & Poors…  Uğraşı alanlarının (“piyasanın”) yüzde 95’i onların denetiminde. Bu şirketleri, ayrım yapmadan “Üçlü Çete” diye adlandıralım.

Üçlü Çete, son iki yılda Türkiye’nin puanını üst üste kırdı. Nedenlerine, bizimkilerin tepkilerine göz atalım. 

“Kerameti kendinden menkul” kuruluşlar…

Kredi derecelendirme kuruluşları, yani Üçlü Çete, uluslararası piyasalardan kredi arayan devletleri (ülkeleri), şirketleri, kurumları, bankaları izler. Bunlara verilen puanlar, olası borçlunun güvenilirliğini ölçer. 

Borçlunun temerrüt riski arttıkça düşen bir puan… Düştükçe, kredinin maliyeti yükselir; koşulları ağırlaşır. Aşağılarda, “yatırım yapılamaz”, hatta “çöp” eşiklerinin aşamaları yer alır. 

Bu puanları, sadece kredi veren, tahvilleri pazarlayan uluslararası bankalar izlemez. Menkul kıymetler piyasalarına dönük fonları, plasmanları yönlendiren finansal şirketler de dikkate alır. “Müşteriler” kim? Finans kapitalin, “kupon keserek, kâğıt satarak yaşayan”, rantiye, asalak, spekülatör kesimi…     

Finans kapitalin yükseldiği, şiştiği bir dönemin “ucubeleri”nden söz ediyorum. Sıradan insanların gönenci bakımından fuzulî, asalak; kapitalizmin bugünkü aşamasında işlevsel, gerekli organizmalar… 

“İşlevsel”, ama, “tahripkâr” da olabiliyor: Üçlü Çete’nin “kerameti kendinden menkul” kuruluşlar olduğu 2008 krizinde ortaya çıktı. Yüksek puan verdikleri astronomik borç senetleri battı; emekçiler konutlarını yitirdi; finansal kriz tetiklendi. Hesap sorulmadı; marifetlerini sürdürdüler. 

Türkiye’ye karşı “dış komplo” mu?

Üçlü Çete, birkaç yıldan beri AKP iktidarını tedirgin etmektedir: Önce, Türkiye’nin kredi puanını “yatırım yapılamaz” eşiğine indirdiler. Niçin? 

2013’te FED parasal daralma kararı aldı. Yükselen piyasa ekonomilerinden para çekilmesi başlayacaktı. “Hangileri çok riskli?” sorusu gündeme geldi. Üçlü Çete, “bu ülkeye daha fazla açılırken dikkat edin…” anlamına gelen “yatırım yapılamaz” puanını Türkiye’ye de yakıştırdı. Hızla bozulan dış kırılganlık göstergelerini dikkate alarak…

Üçlü Çete, 2017 sonrasında da Türkiye’nin “gidişatını” beğenmedi; TL’li tahvil ve hisse senetlerine para bağlayan yatırımcıları uyardı: Türkiye’nin kredi puanını üst üste düşürdü; “çöp” düzeyinin alt aşamalarına çekti.  Moody’s son darbeyi 18 Haziran’da vurdu: 18 Türk bankasını kredi puanlarını birer çentik daha indirdi. 

İktidar çevrelerine göre, güçlenen Türkiye’ye karşı dış komplo… “Bunlara inat kendi derecelendirme şirketimizi kuracağız…” türü gayri ciddi niyetler de ortaya atıldı.    

Düşen puanların gerekçeleri 

“Üçlü Çete” son iki yılda Türkiye’nin kredi puanlarını niçin düşürdü? Türkiye raporlarında, notlarında yer alan gerekçelere göz atalım. 

Önce, Türkiye ekonomisinin dış kırılganlık göstergeleri üzerinde yoğunlaşıyorlar: Yüksek cari işlem açığı, dış kaynak akımlarına aşırı bağımlılık, şirketlerin dış borçlarının, bankaların kısa dönemli dış finansman gereksinimlerinin yüksekliği, döviz rezervlerinin zayıflığı… Bu gruptaki gözlemler, IMF gibi uluslararası ekonomik örgütlerin Türkiye tespitleriyle uyumludur. 

Bu tür dış kırılganlıklar 2017 sonrasında artmıştır ve iktisat politikalarında hatalardan kaynaklanmıştır. İddiaları sıralayalım:

2017’deki kamu destekli kredi pompalaması ekonomiyi aşırı ısıtmış, sert bir inişi kaçınılmaz kılmıştır. 

Siyasî iktidar, merkez bankasını baskı altında tutmuş; özerkliğini tehdit etmiştir. Bu yöneliş, hukuk devleti ve yolsuzluklarla ilgili uluslararası karşılaştırmalarla birleştiriliyor. Sonuç, ekonominin yönetiminde kurumsal zafiyet… 

Para politikasında enflasyon hedeflemesi ilkeleri çiğnenmektedir: TCMB’nin politika faizi, enflasyonun altında tutulmuş; dalgalı döviz kuru ilkesinden sapılmış; merkez bankası rezervleri döviz fiyatlarını frenlemek için eritilmiştir. 

Kamu maliyesinin saydamlığı aşınmakta, malî disiplin zayıflamakta, bütçe açıkları tırmanmaktadır. 

Üçlü Çete’ye göre, Berat Albayrak’ın sunduğu ekonomi programları ciddiye alınamaz. Kâğıt üstünde kalan; ayrıntıdan yoksun, yetersiz iktisat politikası belgeleri… 

Moody’s’in 14 Haziran 2018 tarihli notunda bir dış siyaset riski de yer alıyor: “ABD’nin olası yaptırımları Türkiye’nin bir IMF programına erişimini de güçleştirebilir.”

Bu eleştiriler, TCMB Başkanı’nın görevden alınması öncesindedir. Hemen sonrasında yatırım uzmanları ( “finans kapitalin ayak takımı”) eleştiri bombardımanına başladı.

Neo-liberalizmin makro-ekonomik programı

“Üçlü Çete”nin 2017’den sonra iktidara yönelttiği bu eleştirilerin arka planında neo-liberal makro-ekonomik programın ilkeleri yer alıyor. Bunlardan sapma yakından izleniyor. 

Bu ilkeleri sıralayalım:

  • Sermaye hareketlerinin serbestliği esastır; güvence altına alınmalıdır.
  • Merkez bankaları siyasî iktidara karşı bağımsız, özerk olmalıdır. 
  • Para politikası enflasyon hedeflemesine dayanmalı; merkez  bankalarının politika faizleri enflasyonu aşmalı; döviz fiyatları piyasalara bırakılmalıdır.
  • Malî disiplin: Bütçe açıkları ve kamu borçları belli eşikleri aşmamalıdır.

Serbest sermaye hareketleri ilkesi, finans kapitalin tüm dünyaya sınırsız yayılmasını öngörmektedir. 

Merkez bankalarının özerkliği, ulusal para politikasının siyasî iktidarların değil, uluslararası finans kapitalin denetimi altına girmesini hedefler. Ekonomi politikalarının bir bölümü, yurttaşların denetleyemeyeceği, kimliği belirsiz bir dış otoriteye bağlanır. 

Enflasyon hedeflemesi, serbest sermaye hareketleri ortamında siyasî iktidarların aktif döviz kuru politikalarını imkânsız kılar. Ulusal ekonomiyi koruyacak, rekabet gücünü destekleyecek bir politika aracını böylece felce uğrar. 

Malî disiplin, kamu maliyesinin kalkınmacı ve konjonktürel (Keynes’gil) amaçlarla kullanılmasını frenler. 

Bu ilkeler, sermayenin sınırsız tahakküm programı olan neo-liberalizmin öğeleridir. Defalarca tartıştım; eleştirdim; tekrarını gerekli görmüyorum. 

AKP’nin neo-liberal sicili

Bu ilkeleri çiğnediği için bugün Üçlü Çete ve diğerlerince eleştirilen AKP iktidarının siciline bu açıdan göz atalım. 

2002’de IMF-Dünya Bankası anlaşmaları içinde uygulanan kapsamlı neo-liberal programın, AKP iktidarı tarafından aynen devralındığını hatırlatarak başlayalım. 

Sonrasında bu programın stratejik, yapısal öğeleri kesintisiz sürdürüldü; genişletildi: Kapsamlı özelleştirmeler, kamu hizmetlerinin piyasalaşması, işgücü piyasalarında emek örgütlerini eriten esnekleşme, altyapı yatırımlarında kapkaççı müteahhitleri ihya eden kamu-özel işbirliği (KÖİ) modeli vd… 

Neo-liberal makro-ekonomik programa gelelim: AKP iktidarı yabancı sermaye hareketlerinin daralmaya başladığı 2015’e kadar bu ilkeleri tümüyle uyguladı. Tek tek hatırlatayım:

989’da başlatılan sermaye hareketlerinin serbestliği, istisnasız uygulandı; her kritik aşamada teyit edildi. 

TCMB’nin özerkliği, 2001’de yasalaşmıştı. Önce AKP iktidarı tarafından sineye çekildi. Erdoğan, 2018’de bu ilkeye açıkça karşı çıktı; son adımı geçen hafta attı. Yasayı çiğneyerek Başkan’ı görevden aldı; özerkliğe son verdi. 

Enflasyon hedeflemesi ise, AKP iktidarınca 2015’e kadar tümüyle benimsendi. Sonuçlarından uzun süre hoşnut kaldı. Bol sermaye girişinin yaşandığı 2003-2007 ve 2010-2014’te ekonominin canlılığı ve yoğunlaşan dış bağımlılığı bu uygulamanın ürünüdür. Erdoğan “faiz lobisi”ne saldırırken dahi AKP’nin Orta Vadeli Program metinleri enflasyon hedeflemesi ilkesini açıkça benimsemekteydi. 

Kim haklı: İktidar mı? Üçlü çete mi?

Kim haklı? Ekonomik önceliklerini hayata geçirmek iddiasındaki AKP iktidarı mı? “İktisadî sağduyu” olduğu ileri sürülen politikaları telkin etmek isteyen finans kapital mi?  

Türkiye’ye ve benzer ülkelere 1980 sonrasında uygulatılan kapsamlı neo-liberal model temelden yanlıştır; AKP ise on üç yıl sonra, bu programın sadece bir bölümüne itiraza kalkıştığı için sadece gecikmemiştir; aynı zamanda çaresizdir. 

Ekonomiyi, finans kapitale öylesine bağımlı hale getirdiler ki, hareket alanları da kısıldı: Serbest sermaye hareketleri ortamında faizleri fazlaca indirirlerse yabancı sermaye kaçacak; önce döviz fiyatları, sonra enflasyon sıçrayacaktır.

Ekonomiye deli gömleği giydirdiniz. Neo-liberal programa kenarından, ucundan karşı çıkarak sadece kargaşa yaratırsınız. 

Geç kaldınız; geçmiş ola… "

<>

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.