İstanbulluların her gün bir yerlerde mutlaka karşılarına çıkan Murat Kurum reklamının üstünde gördükleri ‘sadece İstanbul’ sözcük kalıbının anlamını tam kavrayamadığım için bugüne kadar üzerinde durmamıştım.
Kurum’un konuştuğu kürsülerde de en göze çarpan yerde aynı propaganda kalıbı görülebiliyor.
Aynı türden reklamlarla benim yazılarımın çıktığı bu sitede de karşılaşmış olabilirsiniz.
Usul şu: AK Parti, reklamlarını Google’a da veriyor, Google da siyasetle ilgilenen okurların okuduğu sitelere aktarıyor…
Saflığıma verin isterseniz, ‘sadece İstanbul’ kalıbına, reklamların üstünde her gördüğümde, pek anlam veremiyordum. Partisi tarafından İstanbul belediye başkanlığına aday gösterilmiş biri elbette sadece İstanbul’a aday olacak; İstanbul ile birlikte başka illerde de seçmenlerin karşısına aday olarak çıkacak değil ya?
Tuhaf görünüyordu bu yüzden aynı kalıp.
Meğerse maksat başkaymış. Geçenlerde biri televizyonda anlatmış da dolaylı olarak ben de onu dinleyen birinden duyup öğrendim.
Murat Kurum’un seçim kampanyasını planlayanlar, -sanırım yabancı birileridir- o kalıbı, CHP adayı rakibi Ekrem İmamoğlu’na nazire olsun diye kullanıyorlarmış…
İmamoğlu bu seçime de geçen seçimde olduğu gibi İstanbul’a belediye başkanı adayı olarak katılıyormuş ama, gözleri daha yukarılardaymış. Seçimi yeniden kazanırsa, önce CHP genel başkanlığına aday olacakmış, oradan da cumhurbaşkanlığına…
Gözü belediye başkanlığından yukarıdaki yerlerde olan birine karşı sadece İstanbul’u hedefleyen bir aday olarak katılıyormuş AK Parti adayı yarışa ve bunu anlatmak için de her reklam afişinde o kalıp kullanılıyormuş…
Bir baktım, dün, Ekrem İmamoğlu da, nedense o nazireden etkilenmiş ve gözü ile gönlünün İstanbul’da olduğuna dair bir açıklama yapma ihtiyacı duymuş. Yine de açıklamasının sonuna eklediği "2028’e dört yıl var, bugünden onu konuşmak benim adıma hadsizlik olur" cümlesiyle, o ihtimali bütünüyle kulak ardı etmemiş…
Kusura bakılmasın ama, niye o kalıptan rahatsızlık duyulması gereksin ki?
İsterseniz şu soruya birlikte cevap arayalım: İstanbul belediye başkanlığının daha yüksek makamlara çıkmak için uygun bir basamak olduğu nereden hareketle düşünülüyor olabilir?
Cevap şu: Tabii ki, Tayyip Erdoğan’ın siyaset macerasından…
Siyasi hayatının başlangıcında Refah Partisi’nden 1989 yerel seçiminde Beyoğlu’na belediye başkanı olmak istemişti Tayyip Bey, nasip olmadı.
Ardından, bir sonraki genel seçimde -1991’de- İstanbul’dan Refah Partisi listesinden milletvekili adayı oldu, 6. bölgede ilk sıradaydı ve o seçimde Refah oradan bir milletvekili çıkardı. Ancak o seçimde tercih oylu sistem uygulandığı ve ikinci sıradaki Mustafa Baş ondan daha fazla tercih oyu aldığı için, Tayyip Erdoğan Meclis’e giremedi.
İstanbul’a büyükşehir belediye başkanı seçildikten -1994- sonra ise, önüne siyasi yasak engeli de çıkartıldığı halde, yeni kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni iktidara taşıdı, siyasi yasağı Meclis’te kaldırıldıktan sonra, önce başbakan, daha sonra da cumhurbaşkanı oldu.
Önceleri engeller yüzünden talip olduğu yerlere seçilemezken, İstanbul’a belediye başkanı olduktan sonra, engellere rağmen cumhurbaşkanlığına kadar yükselebildi.
Atamayla bürokraside önemli görevler üstlenen, yine atamayla bakan olan, en son yine atanarak belediye başkan adayı olarak meydanlara sürülen Murat Kurum, bir dahaki seçimde cumhurbaşkanı adaylığı ataması yapılırsa, "Hayır, kabul etmem" mi diyecek?
Elbette kabul edecek.
Siyasi hayat gözlemlerimden çıkardığım önemli sonuçlardan biri de şudur: Siyaset, hırsı olmayana uygun bir alan değildir…
Hırslı olmayan ne yapacağını bile bilemez siyasi hayatta.
Dahası da şu: İstanbul’da belediye başkanlığı görevini üstlenmiş hırslı bir siyaset adamı, eğer gözü daha yukarılardaysa, başında bulunduğu kente göz alacak hizmetler yapmak, onu gıpta edilecek bir hale getirmek zorunda kendisini hissedecektir.
Hırsı olmayan, ‘sadece İstanbul’ diyen biri, seçildikten sonra ne yapabilir peki?
Tahminim, bir bürokrat gibi davranır.
Öylelerini de gördü İstanbul; bu gün isimleri bu kentle sürekli anılan eski belediye başkanları, ‘sadece İstanbul’ demeyecek tarzda insanlardı.
İki büyük kentimizde ne kadar kalıcı eser varsa onlara borçluyuz.
Ötekiler çoktan unutuldu.
Murat Kurum’un seçim kampanyasında yabancı reklamcıların parmak izlerini görmemin sebebini de söyleyeyim: Bu yazının konusu olan kalıp slogan ve benzerleri.
Şimdi merakım şu: Reklamlar acaba hangi yabancı reklamcının eseri?