Lozan neden gündeme geldi?

Sami GünalBu yazıda, Lozan’a karşı alınan tarihsel ve ideolojik tavırların irdelenmesinden ziyade, tavrın zamansal zorunluluğu irdelenecektir. Tavrın ideolojisi zaten içindedir.O-HAL eliyle Anayasa tağyir, tebdil ve ilga edilirken(!)...

Sami Günal

Bu yazıda, Lozan’a karşı alınan tarihsel ve ideolojik tavırların irdelenmesinden ziyade, tavrın zamansal zorunluluğu irdelenecektir. Tavrın ideolojisi zaten içindedir.

O-HAL eliyle Anayasa tağyir, tebdil ve ilga edilirken(!) Lozan sorguya çekilmektedir.
“Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü?''

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine askeri elbiseyle sızmış bir çetenin mensupları iki buçuk ay önce darbeye kalkışıyorlar ve bu harekât bertaraf ediliyor. Bu bertaraf etme durumu hedef alınan grubun (AKP-Erdoğan) öz gücüyle değil, toplumun tüm kesimlerine yayılmış bir zihni ve fiili konsensüs dâhilinde oluyor.

Ordu, örgütlü yapılanmaların en büyüğü ve en güçlüsüdür. Bu büyüklük ve güçlülük, kati ve katı disiplinli ve de silahlı olmasından ileri gelir. Ordunun, bir harekâta emir komuta dâhilinde katılması ya da katılmaması o harekâtın başarı/başarısızlık durumunu tayin etmektedir.

15 Temmuz darbe girişiminde, emir komuta dahlinin olmaması ve ordu içindeki ezeli ve ebedi düşman olarak görülen Atatürkçü kesimin de destek vermemekle kalmayıp fiili engellemelere kalkışması darbe girişimini söndürmüştür.
Yoksa, ağır silahların taşıyıcısı olan bir ordu gücü karşısında kişi sevgisine dayalı olarak sokağa çıkan iki üç bin sivil insanın engelleyebileceği bir eylem değildir darbe dediğimiz olay. Bununla birlikte hiç kuşkusuz ki sivil inisiyatifin etkisini de bir kenara not ediyoruz. Teşbihte hata olmaz, üç beş sivilin karşısında teslim olmak, eşyanın tabiatına aykırı düşerdi. Başarısızlık durumunda kendi kelleleri gidecek olan acımasız darbeciler üç beş sivile karşı acıma ve merhamet göstermezdi. Zaten bu acımasızlığı da belli oranda gösterdiler.

Darbenin “becerilememe'' üzerine kurgulanmış olmasını ve becerememeyi bu yazı kapsamı dışında bir kenara bırakıyoruz. Zaten darbeyi engelleyen sonuç, bu hususla (becermeme) birlikte Atatürkçü kanadın tutumudur.
Çene altına kadar girip cana kast edenlerin ideolojilerinin iyi hal ideolojisi; dostluklarının da dostluk olmadığı an itibariyle anlaşılınca, ülkeyi “vekâlet'' kalkışmasıyla ele geçirmeye çalışan güç karşısında gerçek yurtseverlerin ve sığınılacak gücün kim olduğu anlaşılmıştır(!)

İşte, düğüm buradadır. Nitekim darbe girişiminin ardından darbeye maruz kalan odaklar hiç kuşkusuz pragmatik bir hesapla söylemlerinde ve davranışlarında yüz seksen derecelik bir dönüşle Atatürk’e sarılmışlardır... Parti binalarına ve özel hanelerine posterler… Söylevler falan filan!

Yukarıda sözünü ettiğimiz “düğümün'' sahiplerinin kutsamalarından-mabetlerinden biri olan Lozan’ın günü (24 Temmuz) gelmişti. N’olur n’olmaz! Nede olsa ortalık halen sisli durumdadır. Korku belasına, olası tehlike anlarındaki olası ittifakların hatırına onlara da bir selam çakmak gerekiyordu. Eh, ortada fol da var yumurta da var. Kimsecikler yadırgamazdı da. Tam da gününe denk gelmişiz. 24 Temmuz’dur. Protokole de riayet etmek gerekir... Karşıdaki alıklar ise, nihayet milli çizgimize çektik, deyip avunur dururlar. İşte selam:

“Bu anlaşma, (Lozan) yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir. Lozan Antlaşması’nın içeriği, bu anlamda başta milli irade ve demokrasi olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu temel ilkelerin değeri, bugünlerde çok daha iyi anlaşılmaktadır.''

Bundan güzel selam olur mu?

“Korku dağları aşırır.''

İnsanın nutku tutulur ve kurur. Olmadık ittifaklara da kalkıştırır. Bir bakarsın ki ezeli düşmanı dost görürsün. Ama serde verilen ikrarlar da var. Canlı âdemiz ve canlı aslına rücu eyler. Bunu, “Huylu huyundan vazgeçmez''le destekleyelim. İkrarımıza sadık kalmazsak iktidar elden gidebilir. Titreyip kendimize gelmeliydik… Kısa zamanda geldik de. Ben yerimdeyim, diye tabana bir selam çakmak gerekiyordu.

Şimdi anlamaya çalışacağız düğün değilken bayram değilken eniştemizin bizi (Lozan’ı) niye öptüğünü.

Neylersin ki taban dini temelli etnisite yönünde oldukça heterojen ama söz konusu Atatürkçülük olunca tam homojen. Türk’üyle, Kürt’üyle, milliyetçisiyle dost olunur da Atatürkçüsüyle asla olunmaz. Tabanı konsolide edecek ve onları hoşnut edecek olan, başkalarının sinir uçlarından birine dokunmak gerekiyordu. Nutka uygun takvimsel bir denklik ve zorunluluk da söz konusu değildi ama ortada tabandan kaynaklanan zorlamasal bir durum var. Bu çıkış, tabanın nabzına karşı bir şerbetleme önlemiydi ve olan da buydu. Nitekim çok yakın bir ses ne diyor, bakalım:
“Cumhurbaşkanımız Lozan zaferi denen saçmalığı ifade etti. Kendisinin arkasına saklanarak yükselen Kemalizm rezaletine dur dedi. Helal olsun.''

Bu yolda kimler kullanılmadı ki? Türk milliyetçileri mi kullanılmadı, Kürt milliyetçileri mi kullanılmadı, hayat memat meselesi olduğu anda iki buçuk aylığına da olsa Atatürkçüler mi kullanılmadı?

Bilmem anlayabildik mi, yoksa halen anlamayanımız var mı, durup dururken eniştemizin bizi niye öptüğünü?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.