Demirtaş’ı da dinlemenin ne mahzuru var?
Türkiye 40 yıldan fazla bir süredir terörle mücadele ediyor. Bu mücadelede gencecik çocuklarımızı şehit verdik, anneler gözyaşı döktü, aileler büyük acılar yaşadı. Ama aynı zamanda terörün iğvasına kapılan binlerce Kürt genci de hayatını kaybetti, onların annelerinin de yüreği yandı.
Acı olan şu ki terör yüzünden Türkler de Kürtler de kaybetti…
Bugüne kadar uygulanan bütün ‘güvenlikçi’ çözüm yöntemleri bir ölçüde terörü geriletti belki ama temelde Kürt meselesi çözülemediği için terör Türkiye’nin gündeminde olmaya devam etti.
Devletin resmi bakış açısı, Kürt meselesiyle terörü her zaman ayrı olarak değerlendirmeyi tercih etmiştir. Her ne kadar ifade ediliş biçimiyle doğru gibi gözükse de sonuçları itibariyle hiç de öyle olmadığını biliyoruz.
Kürt meselesi konusunda zaman zaman doğru söylemler dillendirilse de doğru politikaların bir türlü hayata geçirilememesi yüzünden çözümsüzlük hep baki kaldı. Hemen bütün iktidarlar döneminde “siyasi alanı güçlendirelim ki terörün eli zayıflasın” tezi dillendirilmesine rağmen, Kürt meselesi konusunda mesafe alınamadı.
Aslında 2005 yılında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Kürt halkının geçmişte yaşadığı acıları açık yüreklilikle dile getirip haklarını teyit eden sözleri cesur ve tarihi bir adımdı. Sonrasında başlayan ‘çözüm süreci’ de umutları yükseltmişti. Ancak bu süreç de iktidarın zaafları ve PKK’nın şımarıklığı yüzünden akamete uğradı ve yeniden başladığımız noktaya geri döndük…
Bugün itibariyle neredeyse bütün siyasi partilerin, HDP’ye yönelik olarak yaptıkları eleştirilerin ilk cümlesi “PKK ile arana mesafe koy” çağrısı ile başlıyor. Bu tür çağrıların siyaseten somut sonuçlar üretebileceği konusunda tereddütlerim olsa da Türkiye’de siyaset yapan bütün partilerin toplumun acıları konusunda hassas olmalarını anlamlı buluyorum.
Ancak HDP’nin PKK ile arasına mesafe koyması çağrısının gerçekçi olabilmesi için HDP’nin de halkın iradesiyle parlamentoya gelmiş legal bir parti olduğu konusunda hiçbir partinin ajandasında ‘gizli’ gündemlerin olmaması gerekir.
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra kurumlar ve parlamento devre dışı kaldığı için Kürt meselesini konuşmanın, tartışmanın zemini de ne yazık ki tümden kaybolmuş bulunuyor. AK Parti-MHP koalisyonunun yarattığı bugünkü aşırı milliyetçi ve ulusalcı iklimde, iktidarın her alandaki icraatlarında olduğu gibi Kürt meselesinde de son söz MHP’ye ait. Bu yüzden, AK Parti Kürt meselesi konusunda bir irade koyma yetkisine haiz değil.
Peki neredeyse bütün siyasi partilerin, HDP’ye PKK ile arasına mesafe koyması çağrısı yaptığı bir ortamda Selahattin Demirtaş’ın sözlerine de kulak vermek gerekmez mi?
Partisiyle ilgili Anayasa Mahkemesi’nde kapatılma davasının sürdüğü, onlarca seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atandığı ve beş yılı aşkın bir süredir cezaevinde bulunan Demirtaş epey bir süredir çok önemli mesajlar veriyor.
Demirtaş’ın 9 Mayıs’ta T24’te yazdığı yazıda HDP’lilere yönelik şu ifadelerini lütfen dikkatlice okuyalım:
“Büyük değişime hazır olun. Kimseyi dışlamayın. Herkesin el ele, yan yana durması için uğraşın. Ortak paydamız demokratik cumhuriyettir, ortak evimiz Türkiye’dir, ortak devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.”
Aynı Demirtaş geçtiğimiz ay HDP'ye yönelik, "Önce iğneyi kendimize batırmadan, önümüze gelene çuvaldızı batırmanın kimseye bir yararı yok. Türkiye’de değişim istiyorsak bunu kendimizden başlatma cesaretini göstermek zorundayız” açıklamasının ardından bir çağrı da terör örgütü PKK'ya yaptı ve PKK'nın Türkiye'ye karşı silahlarını bırakmasını istedi.
Hiç ‘ama’lı, ‘fakat’lı cümle kurmaya gerek yok, Demirtaş herkesin anlayabileceği netlikte “Ortak evimiz Türkiye, ortak devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir” diyor. Daha da önemlisi PKK’ya silah bırakma çağrısı yapıyor.
Biz de bunu istemiyor muyduk, peki bu sessizlik niye? Eğer gerçekten niyetimiz bu ülkede birlikte yaşamaksa, gizli ajandalarımızı bir tarafa bırakıp bu sese kulak vermemiz gerekmiyor mu?