Merdan Yanardağ
İslamcı hareketin ve AKP iktidarının başta Batı olmak üzere bütün uluslararası ilişkileri, iç politik ihtiyaçları tarafından belirlenir. Adeta bir kural gibidir bu durum; çünkü Soğuk Savaş İslamcılığına dayanan Türkiye gericiliği, esas olarak bir emperyalizm imalatıdır. Sola ve komünizm tehdidine karşı geliştirilen bir siyasal harekettir. Bu anlamda siyasal islamcılığın tarihi, yüz kızartıcı bir işbirliğinin tarihidir.
Bu utanç verici işbirliğinin temelini siyasal İslamcılığın iktidar stratejisi oluşturur. Güçlenip iktidara gelene kadar emperyalizme ve kurulu düzene hizmet edilir. Onların bütün kirli operasyonlarında yer almaktan kaçınılmaz.
İktidara geldikten sonra ise orda kalmak ve devleti bütünüyle ele geçirmek için işbirlikçi siyaset sürdürülür. Ancak bu hedeflere ulaşıldığı düşünülürse, o zaman kendi dar ideolojik programlarını uygulamaya ve dayandıkları dış güçlere dirsek göstermeye, tutarsızlaşmaya başlarlar. Modern çağın bütün siyasal islamcı örgütlerinin izlediği strateji budur.
Dolayısıyla İslamcılar hiçbir zaman samimi ve tutarlı bir anti-emperyalist olamazlar. Sinsi, iki yüzlü, yalana ve hileye dayalı bir siyaset tarzı izlerler. Bunun adı takiyedir. Kutlu dava için her yol mubahtır. İslamcı egemen sınıf olan gerici entelijansiyan (ulema ve udeba), küçük şeri çıkar için -iktidara ve servete ulaşmak demek- her şeyi yapar. Bu bağlamda, aktüel İslamcı hareketlerin neredeyse tümü Amerikancı ve NATO’cudur. Eleştirileri konjoktürel ve ikiyüzlüdür.
Emperyalizmin küresel haydutluk örgütü olan NATO’nun Rusya’nın burnunun dibindeki Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde düzenlediği zirve, ittifakın son yıllardaki en önemli toplantısıydı. NATO’nun bir anlamda yeniden inşa edildiği/konumlandırıldığı, yeni yönelimlerinin ve savaş stratejilerinin belirlendiği, daha önemlisi yeni tehdit değerlendirmesinin resmen yapıldığı zirve oldu. NATO’nun doğuya doğru genişleme siyaseti teyit edildi. Jeopolitik geri dönüyordu.
Emperyalist bir “terör örgütü” olduğunu belirtmenin abartılı olmayacağını düşündüğüm NATO, doğuya doğru genişleme stratejisinin sınırlarını da genişletti. Rusya’nın “düşman” ilan edilmesinin yanı sıra, ABD’nin küresel hegemonyasını tehdit eden Çin’de bu kapsama alındı. Pekin’in Moskova ile stratejik ortaklığına işaret edilerek, bu ülke de “tehdit” kapsamına sokuldu. Böylece, NATO’nun genişleme hedefi Asya-Pasifik havzasına kadar genişletilerek Çin’in de kuşatılması hedeflendi. ABD liderliğindeki Batılı emperyalist blok, ekonomik olarak sınırlayamadıkları Asya’nın yükselişini askeri tehdit ve güç ile engelleme çizgisi izliyordu. Bu ölümcül oyun, gezegenin geleceğini tehdit eden en vahim siyaset olarak değerlendirilebilir.
İktidar alanı daralan ve sıkışan AKP-Erdoğan yönetiminin, yeniden Batı’ya yönelmesinin de bir sonucu olarak vetosunu geri çekmesiyle İsveç’in de NATO üyeliğinin önü açıldı. Böylece Finlandiya’dan sonra İsveç’in de ittifaka katılması, Rusya’nın kuşatılarak ekonomik ve siyasal bakımdan da bloke edilme sürecinde önemli bir etap alınmış oldu. Sırada Ukrayna ve Gürcistan vardı. Ukrayna savaşının asıl nedeni NATO’nun bu stratejisiydi. Rusya aslında NATO ile savaşıyordu.
Öncelikle belirtelim ki; NATO’nun ahlaki, siyasal ve hukuksal bakımdan varlık nedeni bulunmuyor; çünkü Sovyetler Birliği ve sosyalist bloka karşı bir savunma örgütü olarak kurulduğu belirtilen, bunu kuruluş sözleşmesine yazan NATO, bu ülkelerdeki rejimler çöküp, ittifak dağıldığı halde varlığını sürdürdü. Sosyalist ülkelerin askeri ittifakı Varşova Paktı, kendisini dağıttığı tarihte 12 üyesi bulunan NATO’nun genişlemesi devam etti. Bugünün (İsveç de dahil edilirse) üye sayısı 12’ye çıktı.
Sovyet Birliği’nde sosyalist rejim kendi içine kapanarak çökünce, 1990’lı yıllar ve 2000’lerin başlarında bir ara “stratejik ortak” ilan edilen Rusya, sonra birdenbire yeniden “düşman” oldu; çünkü Moskova toparlanmış ve yeniden Batı ile güç mücadelesine gitmişti. Tek fark vardı, artık sosyalizm yerine Asyatik bir kapitalist (karma ekonomik düzen) ülke bulunuyordu karşıda.