Beş gündür deprem bölgesindeyim. Son üç gündür de Antakya’dayım.
Artık psikolojik durumumu kontrol edemeyeceğim endişesiyle dönmeyi düşünüyorum.
Buradan ayrılmak, ihanet olacakmış gibi hissediyorum. Her sokakta her apartmanda acı var, feryat var.
Aktarmak istediğim haberler için olaylara ne kadar “duygulardan arındırılmış gerçek” gözlüğüyle baksam da gördüklerimin trajik hali beni içine çekiyor.
Yaşananlar size o kadar gerçeküstü geliyor ki bir zaman sonra kendinizi bir kıyamet filminin içerisinde hissediyorsunuz.
İlk gün enkazların içinden gelen yardım feryatları, bu bağırışların gün geçtikçe azalması, üstelik buna müdahale edememek, buna sürekli maruz kalmak ruhumuzu çekip alıyor.
Bakın Antakya’da depremin üçüncü ve dördüncü gününde yaşananları aktarayım.
En büyük ihtiyaç cenaze torbaları. İnsanlar cenazelerinin başında bekliyor. İmkânı olan kendisi taşıyor, olmayan alınmasını bekliyor. Yakını olmayan kişiler görevlilerin alması için battaniyeye sarılıp bırakılıyor.
İnsanlar soğuk hava nedeniyle ölüyor belki ama hava yaz sıcağı olsaydı Antakya sıcağında bunca cenazenin yaratacağı sorunları düşünmek bile istemiyorum. Öyle ki artık sokaklar kokmaya başladı. Devlet hastanesinin koridorları, bahçesi, morgları dolup taşıyor. Ölü sayısının daha da yükselmemesinin sebebi hayatını kaybedenlerin henüz kimliklendirilememesi olarak gözüküyor.
Açık ve net söyleyelim. Tabii ki deprem öldürmez, düzgün yapılmayan bina öldürür ama bu depremde koordinasyonsuzluk öldürdü.
İlk 48 saat çok önemliydi. Neredeyse hiç müdahale edilemedi. Hiçbir zaman bu müdahalenin yapılamaması nedeniyle ölen insanların sayısını öğrenemeyeceğiz. Fakat devletin bir planının olmadığını da görmüş olduk.
Her kent için ayrı ayrı 7-8 büyüklüğündeki depremlerin yaratacağı her türlü tahribat, yolların yıkılması da dahil düşünülerek bir operasyon planı yapılmalıydı.
İçerisinde; ordunun, kurtarma ekiplerinin, sivil gönüllülerin, elektrik ve doğalgaz şirketlerinin, okulların, stadyum ve toplanma alanlarının, demografik, jeolojik, psikolojik ve sosyolojik analizlerin yer aldığı müdahale planı olmalıydı. Şehirlerin tamamen yıkıldığı müdahale simülasyonlarının olması lazımdı.
Kimse bana anlatmasın 7.5 büyüklüğündeki deprem, bir buçuk dakika sürdü, elektrikler kesildi, hava kapalıydı bahanelerini. Onu ovaya, tarlaya 15 katlı bina yapmadan önce düşünecektin.
Bilim bize tüm bu engelleri aşmaya olanak sağlıyor.
Antakya’da enkazdan girilemeyen sokaklar dışında hemen hemen tüm ana caddeleri dolaştım. Un ufak olmuş kolonlar her yerde gözünüze çarpıyor.
Cebrail Mahallesi’nde 91 saat sonra 2 yaşındaki bebek enkaz altından Maltepe Belediyesi Arama Kurtarma ekiplerinin yaptığı sismik dinleme sonrası sağ ve son derece sağlıklı şekilde çıkarıldı.
Halbuki yardım çağrılarını, demirlere taşla vuranları, telefonundan ses açanları, fenerleriyle ışık vermeye çalışanları ilk 48 saat kendi kulaklarınızla, gözlerinizle bile duyabiliyordunuz.
Öyle sismik dinlemeye filan gerek yoktu.
Uzatmayayım...
Çok kötü durumdayız. Her açıdan yıkılmış haldeyiz. Cumhuriyet tarihinin hem sosyopolitik hem de ekonomi-politik açıdan en yıkıcı olayıyla karşı karşıyayız.
Henüz sonuçlarını bile öngöremediğimiz bir afeti yaşıyoruz. Milyonlarca yeni yoksul, evsiz, yetim, öksüz insanımız oldu.
Üstelik dahası da var...
İktidarın, ülkenin bir bölümüyle birlikte yıkılarak tarihin tozlu sayfalarına karıştığına da canlı canlı tanıklık ediyoruz.