Hasan Güneş, TELE1.com.tr'ye yazdığı yazıda neoliberal düzende eğitimi ele aldı. Neoliberal sistemde eğitimin amacını anlatan Güneş, hem dünya hem de Türkiye açısından bu dönemin gelişimini ele aldı.
Güneş'in yazısı şöyle:
Türkiye’de neoliberal eğitim düzenin aşağıda ayrıntılarıyla verilen “amaç” boyutuna ilişkin özetleyecek olursak: Neoliberal eğitim düzeninde 1970’ler, özellikle Türkiye’de 1980’ler belirleyici olmuştur. Her alanda olduğu gibi neoliberal eğitimin yaygınlaşmasında da devlet önemli roller oynamaktadır.
Diğer taraftan, eğitim düzeni kapitalizmin temel değişkenleri doğrultusunda yapılandırılmaktadır. Neoliberal eğitim düzeninde “beşeri sermaye” anahtar bir kavram olarak ele alınıyor. Böylece, çok genel anlamda 1980’ler öncesinde var olan eğitime eşit erişim hakkı yok ediliyor. Dolayısıyla neoliberal eğitim düzeninde eğitim, parası olanın bu haktan yararlanacağı bir duruma indirgeniyor.
Yine,1980’ler neoliberalizm ve dinselliğin kol kola gezdiği yıllar olmuştur. Bu oluşumda GATS vb. uluslar arası kuruluşların payı belirleyici olmuştur.
Vurgulanması gereken diğer önemli noktalarda biri de kamunun eğitimde ağırlığının, sermaye çevrelerinin lehine azalmasıdır. Sermaye çevreleri kapitalizmin kar etme arzu ile başta özelleştirme yoluna başvurdukları unutulmamalıdır.
1970’ler belirleyici hale gelmiştir. Piyasa yönelimli ele alışların belirleyici olduğu bu yıllarda, yaşanan sürecin adının özelleştirme konulması, bu anlamda doğal bir süreçtir… Kapitalist toplumsal yapıda son dönemde içinde yaşadığımız ve yeni olarak tanımlanan deregülasyon ve özelleştirme, sermaye birikim sürecinin günümüzde ulaştığı aşamanın sonucudur. Gerek deregülasyon gerekse özelleştirme, özünde sosyal yaşamın farklı alanlarının sermayenin hareket alanına çekerek sermayeleştirme sürecini hızlandırmıştır. Bu aşamada belirleyici olan özel olan ile kamusal olanın sermaye birikiminin ulaştığı yeni aşamaya uygun olarak yeniden tanımlanmasıdır. Sermayenin 1940’lı yıllarla birlikte başlayan yoğun birikim rejiminin 1970’li yılların başında kendine içkin olan birikim krizlerini açığa çıkarması ile birlikte, sermayenin gerek belirli mekanlarda yoğunlaşarak, gerekse mekansal olarak dünya ölçeğine yayılarak var olan potansiyelleri kullanmaya yönelmesi, sosyal yaşamın devamlılığı için gerekli olan çok önemli alanların da sermayeleştirilmesini gündeme getirmiştir.
Eğitim ve sağlık özellikle üzerinde durulması gereken iki önemli alandır. Bireysel olanla toplumsal olanın kesiştiği iki alan olarak eğitim ve sağlığın sermayeleştirilmesi süreci, bu alanların ekonomik ilişkilere taşınması, bu hizmetlerde kullananın maliyeti karşılama esasının getirilmesine bağlı olarak, kısa sürede bireyler, uzun erimde ise toplumsal yaşamın hızla tahrip edilmesini gündeme gelmiştir. Tahrip sürecinin anlaşılması için, belirtilmesi gereken birincil önemdeki vurgu; sorunun sermaye karşısında devletin gerilemesi değil, devletin yeniden tanımlanarak sermayenin yeni ihtiyaçlarına uygun bir dizi işlevi üstlenmesi olduğunu vurgulamak gerekiyor. Daha önce kamusal hizmet olarak sunulan servislerin birer meta olarak yeniden tanımlanmasında sermaye ile devlet arasında mücadele değil, stratejik bir işbirliği vardır. Bu anlamda devletin yaşam üzerinde var olan tekelinin zayıflatılması gibi bir değişim değil, yaşanan daha önce devletin tekelinde olan bazı alanların ya da tamamen ne devlet ne de sermayenin belirleyiciliğinde olmayan alanların bizzat devlet desteği ile piyasa sürecine çekilmesidir.
Bu anlamda bu dönemi, tanımlayan temel vurgu, güçlü devlet, serbest piyasa olması gerekiyor. Güçlü devlet, sermayeleştirilecek alanları tanımlayarak gereken düzenlemeleri yapma ve bu düzenlemelerde etkilenenlerin oluşturacağı toplumsal muhalefeti baskı altına alma işlevlerini üstlenmelidir.