'Saray'a giden CHP'li' iddiasını ortaya atan ve hem medya hem siyaset gündemine oturan Rahmi Turan, "Artık sakız haline gelen bu konuyu kapatmak istiyorum" dedi.
"Türkiye'nin bunca ağır sorunları varken Türkiye günlerdir boş bir konuyu konuşuyor" diyen Rahmi Turan'ın Zebaniler başlıklı yazısı şöyle:
“Yanlış yaptım” dedim, özür diledim fakat, ülkenin başka sorunu yokmuş gibi hâlâ av bulmuş tazı iştahıyla saldırıyorlar!
Meslektaşım Levent Bulut'un anlattığı şu fıkra halimizi özetliyor:
Adamın biri cehennemi geziyormuş. Cehennemde meslek dallarına göre ayrı ayrı kuyular varmış. Her kuyunun başında bir zebani duruyormuş. Tam biri çıkacakken zebani adamın kafasına vurup onu tekrar aşağı atıyormuş!
Adam her kuyuda bu manzarayı görerek dolaşırken bir de ne görsün, başında zebani olmayan bir kuyu… Merakla sormuş:
“Neden bu kuyunun başında kimse yok?”
Zebani şu cevabı vermiş:
“Bu kuyu gazetecilerin kuyusu. Burada zebaniye gerek yok, çünkü onlar içlerinden biri çıkacak olursa onu tutup aşağıya çekiyorlar!”
Kıskançlık ve haset pençesindeki Türk basınının durumunu bu fıkra ne güzel anlatıyor, değil mi?
Artık sakız haline gelen bu konuyu kapatmak istiyorum.
“Saraya giden CHP'li” haberinin yarattığı gürültü hakkında bugün son defa yazarak olayı noktalamak isterken, Salim Taşçı'dan bir e-mail aldım. Ankara-Kızılay'dan yazıyordu.
Salim Taşçı, Başkent'te, iş çevrelerinin ve siyaset dünyasının yakından tanıdığı değerli bir isimdir. Maili okuyunca, mealen benim yazmak istediklerimi anlattığını gördüm. Bu nedenle Salim Bey'in mektubunu biraz kısaltarak naklediyorum.
“Kıymetli Rahmi Turan ağabeyimiz…
Ortada özür dileyecek kişi siz değilsiniz ama SÖZCÜ'yü düşünerek, her zamanki büyüklüğünüzü göstererek özür dilediniz, özür dilemesi gerekenlerde çıt yok!
Saldıran meslektaşlara gelince, Atalar hep şöyle demişlerdir:
“Taş yakından gelir!”
Taş atanların seceresi ortaya dökülecek olsa Yeşilçam'a 80 yıl yeter de artar bile… Öyküler, romanlar vitrinlere sığmaz.
Mesela;
Ekmek yediği masa üstünde sekreteri ile halvet olurken, karısı tarafından basılan gazeteci, sonunda bu sekreteri köşe yazarı yapmadı mı?
Kalemini satanlar, hem savcı, hem hâkim olup suçsuz insanları yargılayıp kodeslere tıktıran gazeteciler olmadı mı?
Vay ki vay… 32 kısım değil, 132 kısım tekmili birden…
Hamiş: Yel kayadan bir şey almaz.
Hazreti İsa misalinde var ya;
“En günahsızınız taş atsın…”
Hiçbirinin eli taş atmaya varmaz!
Bunlar yalan mı Hadi?
TV'lerde bana vahşice saldıranların başında, bir vakitler benim yanımda çalışmış olan bir kişi geliyor…
Kendisine ekmek veren eli ısıran Hadi Özışık hakkında, Babıâli'nin az sayıdaki düzgün yazarlarından biri olan Sabahattin Önkibar'ın bir yazısını nakledeceğim.
Onu iyi tanıyan Önkibar “Bunlar yalan mı Abdülhadi?” başlıklı yazısında aynen şöyle diyor:
“Yıllar önce Yeniçağ'daydım. Abdüllatif Şener'in AKP'den kopacağını öğrendim ve yazdım.
Kendi ifadesiyle AKP'li Cihan Kamer'den aldığı parayla internet sitesi kuran Abdülhadi Özışık (Adını Hadi diye kullanıyor) bu yazım üzerine AKP'yi sahiplenmek adına bana ‘Yalancı, yok böyle bir şey' diyerek saldırdı.
Önce ciddiye almadım. Benim bir dönem Ankara temsilcisi olduğum Türkiye Gazetesi'ni elden dağıtan ve arta kalan zamanda müstahdemlik yapan sıradan biriydi.
Muhatap almamam üzerine bu Abdülhadi üslûbunu çirkinleştirip saldırmaya devam edince mecburen karşı yazı yazdım ve de onu mahkemeye verdim.
SONUÇ: Hem Abdüllatif Şener yazdığım ‘İstifa edecek' başlıklı yazımdan kısa bir süre sonra AKP'den istifa etti, hem de Abdülhadi'yi yargıda tazminata mahkûm ettirdim.
İşte eğitimi olmayan ve “Ne idim, ne oldum?” moduyla gezinen, müstahdem kökenli bu Abdülhadi, kim güçlü ise onun kayığına biniyor.
Mesela FETO'nun etkin döneminde Fethullah'ın Avustralya gezisi misali pek çok organizasyona katıldı ve destekleyici yayınlar yaptı ki, isteyen arşivde bulabilir.
Bu arada yine kendisi yazdı, AKP'li belediyelerden dayak yemiş adamdır… Tekrar ediyorum, bunu sütununda yazan kendisidir. Peki, o dayak niçindir ve perde arkası nedir, açıklasana Abdül!”
Ergin Asyalı anlatıyor
Karikatürleriyle bu sütunu zenginleştiren Ergin Asyalı, “Sakallı Bebek” haberinin nasıl yapıldığına bizzat tanık olduğunu söyleyerek şöyle anlatıyor:
“Yıl 1987 idi. TAN grafik servisinde çalışıyordum. Genel Yayın Müdürü Tevfik Yener'di. O günlerde telefonla arayan okurlar ‘Sakallı bir bebek doğmuş, doğru mu?' diye soruyorlardı. Bunun üzerine Tevfik Yener, tamamen dedikoduya dayanan bu haberi, temsili resimle süsleyerek yayınlamaya karar verdi. Resmi çizen de ressam Remzi Taşkıran'dı. Haberde bunun sadece bir dedikodu olduğu da vurgulanmıştı.”