HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, "Türkiye kendisine düşman aramaya devam ediyor. Savaş arıyor Türkiye. İktidar her yerde savaş arıyor. Suriye kesmedi, şimdi Libya’ya gidiyor. Bir savaş sanayi… Dolayısıyla savaşın mağdur ettiği kesimler de bunu ödeyecek. Bununda başında Kürt halkı geliyor" ifadelerini kullandı.
HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, süren Kanal İstanbul tartışmaları, erken seçim çağrısı ve gündeme dair birçok konuda açıklamalarda bulundu. Temelli, 1 buçuk yıl sonra erken seçim olabileceği ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu liderliğinde kurulan Gelecek Partisi için de açıklamalarda bulunan Temelli, “Söylemlerinde tereddütlü bir yaklaşım var” ifadelerini kullandı.
Temelli, Mezopotamya Haber Ajansı’ndan Özgür Paksoy ve Ömer Çelik’in sorularını yanıtladı.
‘BÜTÇENİN İKİ KARAKTERİ VAR’
2020 yılı bütçesi tartışmalar altında kabul edildi. Baktığımızda güvenlik harcamalarına ayrılan pay daha da yükseldi. Asgari ücret ise, açlık sınırıyla neredeyse eşdeğer, 2 bin 324 TL olarak belirlendi. Siz bu durumu “Kürde mermi, Türk’e siyanür düştü” diyerek özetlemiştiniz. Devletin güvenlikçi bir bakış açısına hapsolması ne kaybettiriyor?
Bu nasıl olur? İktidardan bekleyerek olmaz. Hele hele böyle bir iktidardan hiç olmaz. Bunu yolu emekçilerin örgütlü mücadelesiyle, sendikal mücadeleyle mümkün olacaktır. AKP iktidarı 18’inci bütçesini yaptı. 18 bütçeye dönüp baktığımızda bir trend olduğunu görürüz. Bir kere neo-liberal politikaların bütçesidir. İkincisi, bir savaş bütçesidir. 18 yıl boyunca aslında istikrarlı bir şekilde bu bütçe anlayışı devam etti ve giderek savaşa ayrılan pay dediğimiz güvenlikçi politikaların kapladığı hacim büyüdü. Bütün olarak bütçeye baktığımızda 240 milyar liraya kadar çıkıyor bu rakam. Belli güvenlik harcamalarını örneğin İçişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı bütçelerinin içinde göremeyebilirsiniz. Farklı kalemlerin altına gizlenmiş harcamalar var. Bütün bunların analizini yapıp, toplamını aldığınızda, rakam 240 milyar liraya kadar çıkıyor. Devasa bir pay ayrılmış oluyor. Başka hiçbir alana bu kadar büyük bir pay ayrılmıyor. 2002’den bugüne bu trend de aynen devam etti. Diğer taraftan bütçe neo-liberal bir aklı da korumaya devam ediyor. Onda da yükselip giden bir şey var. Nedir? Emekçiye daha az kaynak, öğrenciye, öğretmene, kısacası toplumun bütün kesimlerine olabildiğince az kaynak. Bir kesime daha fazla kaynak. Kime? Müteahhit dediğimiz, Saray’ın çevresinde oluşmuş sermaye grubuna kaynak aktaran bir bütçe.
Bütçenin iki karakteri var. Birinci, Saray’ın çevresindeki sermaye yapısını besleyen, bu vesileyle Saray’ı da finanse eden bir bütçe. İkincisi ise, savaş politikaları. Aslında savaşa ayrılan güvenlikçi bütçenin de etrafında bir sermaye grubunun olduğunu son zamanlarda televizyon programlarına yansıdığını çok net gördük. İşte Tank Palet Fabrikası mevzusu üzerinden aslında o alana da bir kaynağın, bütçenin aktarıldığını görüyoruz. İkili bir karakteri var bütçenin.
Aslında halkın bütçesidir. Halkın kaynakları, halktan alınıp bu kesimlere veriliyor. Sonuç olarak toplum daha fazla yoksullaşıyor, çok daha ağır bedeller ödüyor. Bu ağır bedellere karşı itiraz etmeye kalktığında da çok ciddi bir şiddetle karşılaşıyor. Bu AKP iktidarının ayakta durabilmesi için çok uzun bir süredir başvurduğu bir yöntem. Özellikle ben bunu 5 Nisan 2015’ten başlatıyorum. Tecrit ile ilişkilendirerek, bir referans olarak çoğu konuşmamda gösterdim. Türkiye kamuoyu bunu bir türlü anlamak istemiyor. Aslında orada bir hukuksuzluk başlıyor. O hukuksuzluk, bütçe hakkı hukukunu da yutuyor. O günden bugüne giderek artan bir eğilim var.
Ekonomi politikasını tecrit ile bağlantılandırdınız. İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit devam ediyor, tecridin tüm ülkeye yayıldığı saptamasıyla birlikte. İstanbul seçimleri hesabıyla sonlandırıldığı açıklanmasına rağmen sürdürülen tecrit, hükümetin siyasetinde nasıl bir yere sahip?
Mutlak tecrit dediğimiz mesele, demokratik çözüm, demokratik anayasa, demokratik cumhuriyet. Yani demokratik dediğimiz sıfatı hak eden bütün gelişmelere uygulanan bir tecrit olmuş oluyor. Tecrit 21 yıldır sürüyor. Kavramları da iyi yerleştirmemiz lazım. Son 5 yıl, mutlak tecrit kısmı. Son 5 yıla referans vermemin nedeni, tecrit hukuku özellikle sistem değişikliğini biçimlendiren bir hukuku var etti, tecridi yaygınlaştırdı. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanması tecrit. Mutlak tecrit ise, PKK Lideri’nin ötesinde, yani Türkiye ve Ortadoğu’da barışa dair bir çözümün adresine de tecrit uygulanıyor. Benim için en kritik şey bu. Tecrit ile mutlak tecridi ne ayrıştırıyor derseniz, benim yaklaşımım ve en önemli gördüğüm mesele şu: 2013-2015 arasında ve son mesajlarında da dile getirdiği gibi, ‘Ben hala 2013 noktasındayım’ demişti. Bu kritik bir açıklama. Dolayısıyla mutlak tecrit 2013’ten sonra olası bir demokratik çözüm, olası bir onurlu barış, olası bir bölgeye -Suriye dahil- istikrar getirebilecek adımların atılmasına yönelik her şeyin önünün 5 Nisan’dan kesildiğini görüyoruz. Mutlak tecrit, buna uygulanan bir tecrit.
Diğer tecrit, 21 yıldır sürüyor. O, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan. Bu aradaki nüans önemli. Bu da aslında Öcalan’ın ne denli önemli bir adres olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor. Neden? Çünkü mutlak tecrit dediğimiz mesele, demokratik çözüm, demokratik anayasa, demokratik cumhuriyet. Yani demokratik dediğimiz sıfatı hak eden bütün gelişmelere uygulanan bir tecrit olmuş oluyor.
‘SİLAHLANMA YARIŞI DEVAM EDİYOR’
Kanal İstanbul, bütün projelerin toplamından daha büyük. Çünkü etrafında bir buçuk milyonluk bir kentin yeniden kurulması, artı kanal, artı diğer projelerle birlikte devasa bir iktisadi çevrim yaratacak bir işin peşinde koşuyorlar. Bunun bir bedeli olacak mı? Çok büyük bedeli olacak. O zikrettiğimiz rakamlar, fonlamalar, iktidarın ömrünü uzatırken, dile getirdiğimiz rakamların bir de ödeyenleri olacak. Kim ödeyecek? Emekçiler, işçiler, kadınlar ödeyecek. Bu toplumda, iktidar tarafından mağdur edilmiş olanlar, bunun bedeline katlanacak. Bir de savaşın mağdurları ödemeye devam edecek. Çünkü iktidar aslında bu fonlamaya bağlı olarak, bakın kanal ile ilgili konuşmaların için askeri meseleler de var. Militarist bir söylem de var. Silahlanma yarışı devam ediyor.
Montrö Sözleşmesi bu kapsamda mı?
Montrö tartışmaları evet, ama onun da ötesinde Türkiye’nin gündemine çok yakında savaş sanayiye bağlı olarak helikopter gemileri gelir, uçak gemileri gelir, o gelir, bu gelir. Sermaye birikimi böyle genişler. Türkiye kendisine düşman aramaya devam ediyor. Savaş arıyor Türkiye. İktidar her yerde savaş arıyor. Suriye kesmedi, şimdi Libya’ya gidiyor. Bir savaş sanayi… Dolayısıyla savaşın mağdur ettiği kesimler de bunu ödeyecek. Bununda başında Kürt halkı geliyor.
‘MUHALEFET, DEVLET İKTİDAR AYRI BİR ŞEY…’
Muhalefetin durumuna değindiniz. Bu hal iktidarın yürüttüğü siyaseti ne derece besliyor? Siyasi kriz içerisinde bulunduğu zikredilen AKP’nin iktidardan düşürülmesi konusunda muhalefet yeterince etkili mi?
Türkiye’deki muhalefet kendisini belirli kırmızı çizgilerle donatıyor. İktidarla olan ilişkisini bir muhalefet hukuku üzerinden değil, devletin paydaşları olarak görüyor. Oysa devlet ayrı bir şey, iktidar ayrı bir şey, muhalefet ayrı bir şey. Türkiye’deki en büyük sorunlardan biri de bu. Muhalefet muhalefete kolay kolay laf söylemez ama laf söyleyeyim. Muhalefet, muhalefet olmalı. Muhalefetin amacı iktidarı eleştirmek ve iktidara aday olmaktır. Türkiye’deki muhalefet kendisini belirli kırmızıçizgilerle donatıyor. İktidarla olan ilişkisini bir muhalefet hukuku üzerinden değil, devletin paydaşları olarak görüyor. Oysa devlet ayrı bir şey, iktidar ayrı bir şey, muhalefet ayrı bir şey. Devleti yönetmeye talip olmaktır. Devleti yönetmeye talip olmayan, devletin çizdiği sınırların içinde kalan bir siyaset ne kadar özgür bir siyaset olabilir? Dolayısıyla AKP-MHP bloğu bundan olabildiğince yararlanıyor. Hep muhalefete bir ayar verdi, ‘çekidüzen’ verdi. Tezkereler bunun en belirgin halleri ve yansımaları.
Ülkenin içerisinde bulunduğu tabloda muhalefetin eksiklikleri neler? Tezkereye onay veren ama Libya ile mutabakata karşı çıkan bir CHP var. İyi Parti’den destek açıklamalarını görüyoruz. HDP kayyım ve baskı politikaları altında. Bu hal, AKP’ye ayakta kalması için zaman ve zemin mi sunuyor?
Muhalefet üzerine düşeni yapmadığı sürece iktidar tabi ki bundan nemalanıyor. Herkes bize şunu soruyor; ‘Nasıl oluyor da AKP 17 yıldır iktidarda?’ Çok uzun bir dönem. AKP’nin bu 17 yıllık dönemine baktığınızda, farklı alt dönemler var. Her alt dönem kendi içinde farklılık gösteriyor. Ama muhalefete baktığınızda, -HDP’yi dışarı koyarsanız, çünkü HDP kurulduğu günden bugüne çok net bir muhalefet çizgisi tutturdu. Toplumsal muhalefetin sözcüsü, öncüsü oldu. Demokrasi ve barış adına her zaman savunageldiği bir ilkesel çizgisi oldu. Biz buna üçüncü yol diyoruz- muhalefet ile iktidar iki bloğu gösterdiler. Son 24 Haziran 2018 seçimlerine giderken ortaya çıkan iki blok, aslında geleneksel Türk siyasetinin bloklaşmasıydı. Bu bloklar halkın temsiliyetini yansıtan, halkın ihtiyaçlarını karşılayan bir şey değil. Devletin kendi iktidar bloğu içindeki bir paylaşımı gösteriyordu. Tırnak içindeki “muhalefet-iktidar” oyunu, alışılagelmiş bir hal olarak kendisini her seferinde yeniden üretip, statükoyu aslında güçlendiriyordu, vesayeti var ediyordu. Üçüncü Yol’un gelip, gerçek anlamda bir muhalefeti ortaya koymasıyla beraber bugün Türkiye’de siyasetin de aksı artık farklılaşmaya başlamıştır. Buradaki en belirgin hamle, 31 Mart seçim hamlesidir.
‘YENİ PARTİYİ ZAMANLA İZLEYEBİLİRİZ’
Muhalefete iki parti daha ekleniyor. Biri eklendi, diğeri eklenecek. AKP’nin kurucu isimlerden Ahmet Davutoğlu, Gelecek Partisi’ni ilan etti. Ali Babacan’ın Ocak ayı içerisinde ilan etmesi bekleniyor. Bu isimlere, partilerine bakışınız nedir?
(Davutoğlu-Babacan) Diğer partilere, icraatlarına bakarken önemsediğimiz şey, bir demokratik cumhuriyet perspektifleri var mı, yok mu? Benim için de arkadaşlarım için de bu kritik bir mevzu. Ama en güçlü turnusol kağıdı, Kürt meselesidir. Bu iki siyaset, her şeyden önce AKP’deki çözülmeye delalet. Bunlar AKP’den kopuyorlar, AKP tabanı çözülüyor, yeni arayışlar peşinde. İkincisi merkez sağın içinde bir hareketlilik var. Biz de bunu görüyoruz. Türkiye’nin merkez sağı çok güçlü muhafazakar dinamikler barındırır. Dolayısıyla bu dinamikleri de koruyan ama AKP gibi savrulmamış merkez sağ siyaset arayışı söz konusu. Bu iki kopuş, burayı dolduracak mı, doldurmayacak mı? Nasıl bir siyaset ortaya koyacaklar. İlk başta yapılan açıklamalar, ilk sahneye çıkışlardan öte aslında Türkiye’nin temel meselelerine nasıl yaklaşacaklar, nasıl siyaset üretecekler. Bunu ancak zamanla izleyebiliriz.
Bugün için baktığımızda, bütün siyasi partiler için birkaç şey çok önemli. Bunlara turnusol kağıtları da diyebiliriz. Ama en güçlü turnusol kağıdı, Kürt meselesidir. Bir de artık Kürt meselesi Türkiye’nin iç meselesi değildir, küresel bir meseledir. Ortadoğu’yu aşmıştır, dolayısıyla bir ucu Çin’de, bir ucu Amerika’dadır. Yerküreyi boydan boya kat eden bir meseledir. Bu insanlar AKP’nin kurucuları aynı zamanda. Çok uzun süre AKP ile beraber yürüdüler. Birçok icraatı da beraber gerçekleştirdiler. Hatta bu iki siyasetçi hep kabinede oldular. Dolayısıyla bu kopuş, bu çözülme sonucunda bu geçmişi nasıl değerlendiriyorlar, geleceğe dair Kürt meselesi konusunda ne diyorlar? Bu, siyasetteki konular açısından çok belirleyici olur. İkincisi ekonomi. Makro göstergeleri düzeltmek açısından söylemiyoruz, tercihler anlamında söylüyorum. Kadından, emekten yana, ekoloji meselelerine nasıl yaklaşıyorlar. Çünkü Türkiye toplumu bu konularda da çok yıprandı, tahrip oldu. Çok ciddi büyük iktisadi, ekonomik ve ekolojik sorun yaşıyor. Bunlarda ne diyorlar. Bu iki şey önümüzdeki dönemde Türkiye siyasetinde çok önemli etkileri olacak.
‘TEREDDÜTLÜ BİR YAKLAŞIM VAR’
Hali hazırda Davutoğlu partisini deklare etti. Söz ettiğiniz başlıklar üzerinden izlenimleriniz nedir?
Henüz ısınıyorlar. Dolayısıyla kaygılı, tereddütlü açıklamalar yapıyorlar. Normal mi? Normal, dediğim gibi o dünyanın içinde, özellikle muhafazakar dinamikler çok çok önemli hatlar oluşturuyor. O hassasiyetle hareket ettikleri anlaşılıyor. Zaman içerisinde bakalım nereye evirilecekler. Ama kaygılı bir dil, tereddütlü bir yaklaşımın olduğunu söylemem mümkün.
Bu partilerin kuruluşu AKP’yi çözülüş sürecine sokar mı?
AKP artık bir parti değil. Bir parti siyaset yapar. Bütün yapılarıyla, organlarıyla siyaset yapar. Burada böyle bir şey yok. Bir tek adam var. O tek adama bütün siyaset yapma hakkını teslim etmiş, ipoteklemiş bir yapı var. AKP çözüldü. AKP’nin çözülmesi sonucu bunlar ortaya çıkıyor. Bunlar ortaya çıktığı için AKP çözülmüyor. AKP, özellikle tekçi rejime giderek, daha bağımlı hale gelip, bütün siyaset yapma haklarını ipoteklediği andan itibaren aslında çözülme başlamıştı. Çünkü AKP artık bir parti değil! Bir parti siyaset yapar. Bütün yapılarıyla, organlarıyla siyaset yapar. Burada böyle bir şey yok. Bir tek adam var. O tek adama bütün siyaset yapma hakkını teslim etmiş, ipoteklemiş bir yapı var. Toplumsal alanda da ciddi anlamda zemin kaybettikleri çok net, çok açık.
‘HDP’NİN ÇAĞRISINA KULAK VERMELİLER’
Parti olarak “erken seçim” çağrısında bulundunuz. Saadet Partisi destek vermişti, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise “HDP erken seçim talep etmekte haklı. Erken seçim çağrısında bulunmuyoruz ama getirirlerse ‘Evet’ deriz” açıklamasında bulunmuştu. Erken seçim mevcut şartlarda ne kadar uzak?
31 Mart, 23 Haziran bu sisteme bir itirazdır. 19 Ağustos siyasal darbesi de sistemin, topluma, halklara rağmen aslında direnme çabasıdır. Aslında toplumla iktidar arasında çok ciddi bir kopuşun yaşandığı görülüyor. Böyle bir durum erken seçim iklimidir. “Erken seçim önümüze gelirse destek veririz…” Kim getirecek? Erken seçimi muhalefet getirecek. Önünüze geldi işte, söyledik. Daha nasıl önünüze gelecek. Bunu ne ile ikram edelim. Dolayısıyla muhalefet erken seçim ister. Bu tren sallamak dediğimiz gibi, gündemi oyalamak. Bir kere muhalefet artık erken seçim istemelidir. HDP’nin çağrısına kulak vermeliler, yanıt vermeliler. Bu konuda da çalışmaya başlamaları lazım. Erken seçim Türkiye’nin gündemindedir. 24 Haziran seçimlerinden sonra geçen süreye baktığımızda, ne kadar önemli olduğu ortadadır. Bir sistem meselesi, sorunu var. 31 Mart, 23 Haziran bu sisteme bir itirazdır. 19 Ağustos siyasal darbesi de sistemin, topluma, halklara rağmen aslında direnme çabasıdır. Bütün bunlara baktığımızda, aslında toplumla iktidar arasında çok ciddi bir kopuşun yaşandığı görülüyor. Böyle bir durum erken seçim iklimidir.
‘1 BUÇUK YIL İÇİNDE SEÇİM OLMA İHTİMALİ YÜKSEK’
Erken seçim ne zaman olur, tarih olarak bir öngörünüz var mı?
Var. Geride bırakılan yıla göre söylüyorum, önünde en fazla 1 buçuk yılı kalmıştır. 1 buçuk yıl içinde erken seçim olma ihtimali çok yüksektir.