Ali Rıza Özkan / ABC Yazarı
Biraz kültür haberlerini takip ediyorsanız sık sık sinema yazarlarının tartışmalarına şahit olursunuz. Hararetli ama sabun köpüğünden tartışmalardır birçoğu. Neredeyse ego yarışmalarına sahne olur bu tartışmalar ve hiçbir çözüm üretemez. Bu alanda gerçekten elle tutulur argüman üreten nadir isimlerden olan Ercan Dalkılıç’a sinema yazarlığının durumunu sorduk…
Sinema yazarlığının profesyonel olarak yapılamadığını belirttin geçenlerde. Bu ne demek biraz açar mısın okuyucularımız için?
Bu şu demek: Basılı yayın artık sinema yazarı kadrosu barındırmıyor artık. Hiçbir gazete, dergi vs. bilumum matbuat, sinema yazan birine, sırf sinema yazdığı için telif ödemiyor. Gazetede sinema yazanlar, o gazetenin çalışanları bir şekilde, sinema sayfasına iliştirilmiş isimler, salt sinema yazarı oldukları için maaş almıyorlar, gazeteci oldukları için alıyorlar o maaşı, demem o. Sinema yazarı, aldığı ücretle hayatını idame ettirebilen birine denir. Ayrıca bir uğraşı olan, başka yerden geliri olan birine tam olarak sinema yazarı diyemeyiz.
Cidden de ülkemizde sinema yazarı istihdam alanı yok mu?
Sungu Çapan vardı sanırım en son, onun sinema yazarlığından başka bir mesleği yok, son kale o. Onun da işine son vermeye çalıştılar geçtiğimiz aylarda, anımsayacağınız üzere, ustaya bu büyük saygısızlık son anda önlendi neyse ki. Sungu Çapan ile beraber bitecek sinema yazarlığı. En son major bir gazete kapatıldı, orada da salt sinema yazarı olarak istihdam edilmeyen -çünkü aynı zamanda kültür sayfasının editörlüğünü yapıyordu- bir isim de işsiz kalmış oldu. Aynı zamanda gazetenin çeşitli birimlerinde çalışıp sinema yazmayı sürdürenler de yok değil. Ama dediğim gibi bunlar kağıt üzerinde sinema yazarı sayılsa da profesyonel anlamda biz bunlara sinema yazarı diyemeyiz. Bu iş kurumsal olarak bir türlü oturmadı bizim ülkemizde nedense. Hiç üzerine kafa yorulmadı ve tartışılmadı da dahası.
Sence sinema yazarlığı nedir, sen nasıl tanımlıyorsun bu alanı?
Sinema yazarlığı, bizim ülkemizde sanıldığı gibi gazeteciliğin bir alt-dalı değil şu anda dünyada. Çok eski zamanlarda bu böyleydi, sinema alanında haberci olan muharrire sinema yazarı diyebilirdik. Oysa bu iş dünyada uzun zamandır bu şekilde yapılmıyor. Artık sinema yazarlığı bir yazın türü, tıpkı tiyatro eleştirmenliği gibi, bunun için çok ayrı ve uzun bir parantez açmak gerek, başka bir söyleşinin konusu olabilir ancak bu.
Ercan Dalkılıç
Peki şu anda sence nasıl sinema yazarlığının durumu ülkemizde?
Şimdi de bloglarda, liste sitelerinde bir şekilde bir şeyler yazılıyor, ama bunlar ne kadar editör süzgeçinden geçirilmiş, o editörler ne kadar yetkin? Bu soruların hiçbirinin cevabını bilemiyoruz. Denetleme mekanizmasının ölü olduğu yerde sinema yazarlığından söz edebilir miyiz, pek emin değilim. Bugün de mesela bu sorular hiç sorulmuyor, hiçbir kişisel ve kurumsal çaba sarf edilmiyor. Bu dönem de böyle geçecek anlaşılan, son yılların bize gösterdiği o. Sinema yazılmaya devam ediliyor, ama insanlar sinema yazınından hayatlarını kazanmadıkları müddetçe, bu iş tekrar profesyonelliği dönmediği müddetçe sinema yazarından ve yazınından söz edemeyiz. Bu benim görüşüm tabii. Dergiler için de benzer şeyler geçerli... Zaten ister online olsun, ister matbu bu yayınların %90’ı telif vermezken, kalan %10’u ise ayda 50 ila 100 TL arasında değişen bir telif veriyor.
Peki sen sinema yazmıyor musun artık yani?
Tabii ki sinema yazmıyorum, niye yazayım ki? Ben hayatımda yazdığım tüm yazılardan bir şekilde telif aldım. Siz hayatınızı marangozluk yaparak kazanıyorsunuz sözgelimi; biri gelip size ben bu masayı alacağım, ama karşılığında size para veremem diyor. Bunu kabul edebilir misiniz? Bu insanlık onuruna aykırı bir şey, aynı zamanda ahlaki de değil. Bunu yapan insanın kendine de saygısı kalmamış demektir. Onurumu çiğnetmektense bu mesleği yapmam daha iyi. İnsanın ekmek parasını kazanması için birçok onurlu yol mevcut hayatta.
Bu onurlu yollardan biri de zeytin yetiştiriciliği sanırım değil mi? O hikayeden biraz bahsedebilir misin?
O zeytin ağaçları, benim çocukluğumda (90’ların sonu) annem ve babamla birlikte diktiğim ağaçlar. Zamanla büyüdüler tabii, şimdi artık boyumu aşıyorlar benim. Fakat ülkemizde çiftçinin hali belli, malumunuz. Benim de bu ağaçlardan elde ettiğim ürünleri insanlara direkt ulaştırmam gerekiyordu bir şekilde. Yoksa ağırlaşan koşullardan dolayı üretimi sürdürmem imkansızlaşacaktı. Dolayısıyla da zeytin bahçesini elden çıkarmak zorunda kalacaktım. İçim elvermedi bu ağaçları satmaya, çok sevdiğim bir yazar olan James Joyce esinlenerek bir oluşum yarattım Ulysses Zeytinyağı adında. Dostlarımız da çok ilgi gösterdiler sağ olsunlar. Sırf ağaçları korumak adına birkaç yıldır da böyle uğraşı içindeyiz. Umarım uzun yıllar devam ettirebilirim bu uğraşa da hep beraber zeytin toplarız bir gün gelecekte. Hepinizi beklerim.
Ercan Dalkılıç
Başka projeler var mı? Sen sinemandan kopmadın tamamen bildiğimiz kadarıyla. Bir de yazdığın roman vardı? Ne oldu ona?
2013 yılınan beri sürüncemede kalan bir metin vardı elimde, bir türlü istediğim dili bulamıyordum. Bu sene tamanlandı metin, kasım ayının sonuna doğru Dünyadan Çıkış Yayınları’ndan çıkacak. Bu vesileyle editörlerimiz Berkay Havuk ve Nazmi Cihan Beken’e da emekleri için teşekkür etmeliyim. Durmuş Akbulut’un yönettiği Kiraz Mevsimi filminin ekibindeydim geçtiğimiz yıl. Akbulut, yeldiği yer ve gitmek istediği yol bakımından çok örtüştüğüm bir isim, onunla çalışmak önemli bir tecrübeydi. Kış aylarında da birlikte uzun metraj bir proje yapacağız. Benim açımdan çok sevindiri bir gelişme bu. Yazdığım senaryolar, çekmek istediğim filmler, etmek istediğim sözler var, umarım bunlar için yeterince zaman ve şansı tanır bana hayat.