Washington’ın, ardında yaklaşık yarım milyon ölü ve harap içinde bir ülke bıraktığı Suriye’deki kanlı rejim değişikliği savaşını başlatmasından on yıl sonra, ABD medyası bu savaştaki başlıca Amerikan vekil kara kuvveti olan El Kaide’ye itibar kazandırmak için belirgin bir propaganda kampanyası başlattı.
Public Broadcasting Service’in (PBS) Frontline programı tarafından yapılan sıra dışı röportaj bu açıdan önemlidir. Röportajın yapıldığı kişi, El Kaide’nin Suriye kolunun kurucusu Ebu Muhammed El Cevlani (Culani) idi. ABD Dışişleri Bakanlığı, başına 10 milyon dolarlık ödül koyduğu Culani’yi “Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist” ilan etmişti.
Yakında PBS’de tamamı yayınlanacak olan röportaj, Şubat ayında, Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib vilayetinde yapılmış. Burası, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetini devirme savaşının omurgasını oluşturan El Kaide bağlantılı İslamcı milislerin son sığınağı.
Bu savaş, “demokrasi” ve “insan hakları” adına meşrulaştırıldı ve onu bir “devrim” olarak ilan edecek kadar ileri giden uluslararası sahte sol kesimler tarafından desteklendi. Gerçekte ise savaş, ABD tarafından, bölgesel müttefikleri Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve İsrail ile birlikte organize edilmiş; savaşa silah ve kaynak sağlanmıştı.
Bu savaş, yaklaşık 1 milyar dolar olarak rapor edilen yıllık bütçesiyle, CIA tarihindeki en büyük operasyonlardan biri haline geldi. Washington, silahlarının ve parasının “iyice denetlenmiş” ve “ılımlı” Suriyeli “asiler”e aktığı iddiasını sürdürdü. Gerçekte ise, Esad karşıtı güçlere hakim olan ve ABD’nin bağışlarından en fazla yararlananlar, El Kaide bağlantılı milislerdi. Bunlar, Türkiye, Irak ve Libya’nın yanı sıra Çeçenistan ve Çin’in Sincan bölgesi gibi uzak yerlerden İslamcı savaşçıları içeriyordu.
Cevlani, bu güçlerin en büyüğüne, El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesine liderlik ediyordu. Cevlani, Nisan 2013’te, El Nusra Cephesi’nin, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in 2011’deki ölümünün ardından halefi olan “Şeyh Eymen El Zevahiri’ye bağlılık yemini ettiği” bir mesaj yayımladı. IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi ile yakın işbirliği içinde çalışan Cevlani, 2016’da El Nusra’nın El Kaide ile resmi bağını kesti.
Frontline’dan Martin Smith tarafından yapılan röportaj, esasen, Suriye’de El Nusra Cephesi terörünün kanlı tarihini aklamak için sahnelenen, Smith’in kendi ifadesiyle bir “medya şovu”dur. Röportaj, Cevlani’ye, örgütün bugünkü devamı olan Heyet Tahrir Şam’ı (HTŞ) meşru bir siyasi güç ve Washington’ın doğal müttefiki ilan etme imkânı sağlıyor. Cevlani, kendisine ve örgütüne terörist denmesinin “haksız” ve “siyasi” olduğunu söylüyor.
Smith, Cevlani’den bir söz vermesini istiyor: “Burada ve şimdi çok açık bir şekilde, eski bir El Kaide lideri olarak ... ABD’ye karşı herhangi bir saldırıyı ... desteklemeyeceğinizi söyleyecek misiniz?” El Kaide gazisi de bunu hemen kabul ediyor.
HTŞ liderinin, İdlib topraklarında kendi silahlı adamlarının kontrolü altında yaygın işkence, kaybolma, yargısız infaz ve her türlü muhalefete yönelik şiddetli baskı suçlamalarını genel olarak inkâr etmesine de izin veriliyor. Cevlani, bu tür suçlamalarda bulunanların “Rus ajanları” veya “rejim ajanları” olduğunu söylüyor.
Bu yayından bir hafta önce, zina ve cinayete teşebbüsle suçlanan üç kadın ve bir erkek, yine bu tür barbarca halka açık infazlardan birinde, İdlib şehir merkezinde HTŞ güvenlik güçleri tarafından taşlanarak öldürülmüştü.
Geçen ay Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Suriye üzerine bir rapor yayımladı. Raporda, HTŞ’nin kontrolündeki İdlib’de sivil halka yönelik acımasız baskı anlatılıyor.
Raporda “İşkence ve kötü muamele yaygın” diye belirtiliyor. “İdlib merkez cezaevinde ve onun Şahin bölümünde, Harem merkez cezaevinde ve Ouqab cezaevinde kaba dayak, tutukluları bir tabuta veya dolaba yerleştirme veya uzuvlarından askıya asma gibi yöntemlerle işkence çok yaygındı. Kurbanlar, sorgulamalar sırasında sık sık işkenceye maruz kalıyor ve nihayetinde itirafları alınmak üzere hücre hapsinde tutuluyorlardı. Bazı tutuklulara, sorgucular tarafından kendilerine dikte edilen bir ifade yazmaları söyleniyor veya içeriği hakkında hiçbir bilgisi olmadan bir belgeyi imzalamaya ya da parmak basmaya zorlanıyorlardı. Kimi tutuklular, işkence kaynaklı yaralar ve tıbbı bakımdan yoksun bırakılma sonucu ölüyordu.” Raporda, “eski tutukluların Heyet Tahrir Şam tesislerinde cinsel tacize uğradığı, çıplak bırakıldığı, cinsel organlarına elektrik verildiği ve tecavüze uğradığı” belirtiliyordu.
Ayrıca 5 Nisan’da Suriye İnsan Hakları Ağı şunları ifade ediyordu: “COVID-19 koronavirüs pandemisinin yayılması göz önüne alındığında, HTŞ’nin, tutukluların sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturan gözaltı merkezlerinde halen en az 2.246 Suriye yurttaşı tutuluyor veya zorla ortadan kaybedilmiş durumda.”
Frontline’nın bu rejimin başı olan Cevlani’ye itibar kazandırma girişimi türünün tek örneği değildi. Bu, Çarşamba günü New York Times’ın Ortadoğu muhabiri Ben Hubbard’ın geçtiğimiz ay İdlib’e HTŞ koruması altında yaptığı ziyarete dayanan bir makale yayımlamasıyla açığa çıktı. Hubbard, bölgeyi “Suriye’de asilerin kontrolündeki son kale” olarak nitelendiriyordu.
Cevlani’nin İslamcı cephesini, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile kıyaslayıp olumlayan Hubbard şöyle yazıyor: “HTŞ, derhal bir İslami devleti kurulması için bastırmıyor ve ahlak polisi memurlarını katı sosyal yasaları uygulatmak üzere sahaya sürmüyor.” Hubbard, hapis ve işkencenin yanı sıra halk önünde taşlanma ve diğer yargısız infaz uygulamalarından ise bahsetmiyor.
İdlib’deki rejime normal bir hava vermek isteyen Hubbard, şehrin Disneyland restoranının “ziyaretçileri salata ve ızgara et yemeye ve video oyunları, çarpışan arabalar, havalı hokey masası ve oyuncak yakalama makineleriyle dertlerini unutmaya ikna ettiğini” söylüyor. İnsan kaçırmadan haraç almaya ve yardım malzemelerinin istiflenmesine kadar bölgedeki hemen hemen tüm diğer para getiren faaliyetler için olduğu gibi restoranın da HTŞ tarafından işletildiği New York Times okurlarıyla paylaşılmıyor.
ABD düzen medyasının HTŞ’ye ve Ebu Muhammed El Cevlani’ye aniden ilgi göstermesi, Washington’ın El Kaide konusunda dönüp dolaşıp aynı yere gelme yaklaşımının bir başka örneğini oluşturmaktadır. El Kaide, defalarca, bir müttefik ve vekil güç iken, ABD’ye yönelik sözde baş tehdide dönüşmüş ve sonra yeniden müttefik ve vekil güç olmuştur.
El Kaide, CIA ve Pakistan istihbaratıyla yakın işbirliği içinde olan Usame Bin Ladin’in liderliğinde 1980’lerde Afganistan’da Sovyet destekli rejime karşı ABD tarafından organize edilen savaşla yola çıktı. Bu, ABD emperyalizminin, Ortadoğu’da ve çoğunluğu Müslüman olan diğer ülkelerde sosyalist ve sol milliyetçi güçlerin büyümesine karşı koymak için sağcı İslamcı unsurları kullanma biçimindeki politikasının bir parçasıydı.
11 Eylül saldırılarından sonra, görünüşte birincil hedefi El Kaide olan “terörizme karşı küresel savaş”, Irak ve Afganistan’ın istila ve işgaline bahane oldu. Bu savaşlar, bir milyondan fazla insanın hayatına mal oldu ve milyonlarca insanı sığınmacı haline getirdi. Ayrıca bizzat ABD içinde, polis devleti altyapısının benzeri görülmemiş derecede geliştirilmesine gerekçe sağlandı.
2011’de El Kaide bağlantılı milisler, bu sefer Libya’da Muammer Kaddafi’yi devirmek için ABD-NATO savaşında ve Suriye’deki CIA rejimi değişikliği savaşında, bir kez daha ABD’nin vekil kara kuvvetleri oldular. Üç yıldan biraz daha uzun bir süre sonra, bu aynı güçler IŞİD ile birleşip Irak’ın yaklaşık üçte birini Suriye’nin geniş alanlarıyla birlikte istila ettikten sonra, Ortadoğu’da bugüne kadar devam eden yeni bir ABD askeri müdahalesine ve daha fazla katliama bahane oldular.
Şimdi, Cevlani ile Frontline’ın yaptığı röportaj ile New York Times’ın İdlib’den yaptığı haberin gösterdiği gibi, bir kez daha El Kaide’nin bir şubesine itibar kazandırıp istihdam etmenin zamanı geldi.
Frontline’ın haberi, Trump yönetimi sırasında geçtiğimiz Kasım ayına kadar Washington’ın hem Suriye Özel Temsilcisi hem de IŞİD karşıtı küresel koalisyonun özel temsilcisi olarak görev yapan James Jeffrey’nin bir açıklamasını da içeriyordu.
Jeffrey, Frontline’dan Martin Smith’e, Cevlani ve HTŞ’nin Suriye’deki bir ABD “varlığını” temsil ettiğini söylüyordu. Eski temsilci şunları ekliyordu: “Onlar [Cevlani ve HTŞ], İdlib’deki çeşitli seçeneklerin en az kötü olanıdır ve İdlib şu anda Ortadoğu’nun en önemli yerlerinden biri olan Suriye’nin en önemli noktalarından biridir.”
Görünüşe göre Jeffrey, bir yandan IŞİD’le mücadele adına askeri müdahaleyi teşvik ederken, diğer yandan IŞİD’in bir uzantısını Suriye’de bir ABD “varlığına” dönüştürmekte bir sıkıntı görmüyor.
Bu politika, ilk iş olarak Suriye’ye müdahaleyi yöneten tüm dış politika yetkililerini geri getiren Başkan Joe Biden’ın yeni yönetimi altında açıkça derinleştirilmiştir.
Biden yönetiminin ilk askeri harekâtı, Şubat ayında Suriye’deki hava saldırılarıyla başladı. Yeni yönetim, Donald Trump’ın açıkça belirttiği “petrolü al” politikası çerçevesinde, Suriye’nin kuzeydoğusunda petrol üretiminin merkezi olan Haseke ve Deyrizor vilayetlerini işgal eden ABD askeri güçlerinin varlığını koruyor, hatta daha da güçlendiriyor. Washington’ın amacı, bir yandan şiddetlenen COVID-19 pandemisinin ortasında halkı aç ve hayati tıbbi malzemelerden mahrum bırakan acımasız yaptırımlar uygularken, Şam’ı yaşamsal enerji kaynaklarından yoksun bırakmaktır.
İdlib, ABD’nin bu planlarında anahtar niteliği taşımaktadır. Rusya destekli Suriye hükümet güçleri tarafından kuşatılmış durumda olan İdlib, HTŞ tarafından kontrol edilen alanların yanı sıra, binlerce Türk askerinin işgali altında bulunuyor. Bir ABD “varlığı” olarak HTŞ, Washington’a savaşı yeniden başlatma ve Ankara’yı hem Suriye’de hem de daha geniş Ortadoğu’da İran ve Rusya konusunda daha saldırgan bir politikaya kaydırma imkânı sağlayabilir.
Cevlani’ye itibar kazandırma girişimi, ABD’nin Ortadoğu’daki emperyalist politikasının yalanlarını, ikiyüzlülüğünü ve suçluluğunu ortaya çıkarmakla kalmamaktadır. Bu, aynı zamanda Washington’ın bölge ve tüm dünya üzerinde egemenlik kurma arayışında yeni vahşetlerin hazırlandığına dair bir uyarıdır.
Bill Van Auken
8 Nisan 2021
Kaynak: Dünya Sosyalist Web Sitesi