Ali Haydar Nergis | Bu dünyadan bir Mustafa Ekmekçi geçti…

Ali Haydar Nergis

Mustafa Ekmekçi  

Esmiş yıkık evlerle dolu bir yel

Konya bozkırından

Basının başkentini yaşar

Köy adam

Yayın saraylarında değil

Tek soğanı eşitçe bölünmüş küçük sofralarda

Toplumun eline sımsıcak değer

Ekmek adam 

Fazıl Hüsnü Dağlarca 

Bu dünyadan bir Mustafa Ekmekçi geçti…

Zamanı geldiğinde kanatlanan kuşlar gibi, Memleket gazetesini terk ettik. Betül Uncular, Anadolu Ajansı’na geçti. Battal Pehlivan, Yenigün’e gitti. Selahattin Duman, Adalet gazetesine transfer oldu; Selahattin’le evlenen Bilge Özoğul ev hanımlığını seçti. Fatoş Kayalıbay, Milli Eğitim Bakanlığı’na Basın Müşaviri oldu. Zeki Aparı, Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nde çalışmaya başladı. Neriman, bu işler bana göre değil, diyerek gazeteciliği bıraktı... Ben de, Ankara Temsilciliğini Mustafa Ekmekçi’nin yaptığı sol içerikli Yeni Ortam gazetesinin yolunu tuttum...

Rüzgârlı Sokak’taki Uçar Han’ın ikinci katında; dar, karanlık bir koridorda ilerliyorum. Önümden Mustafa Ekmekçi gidiyor. Bir bebek kundağına benzeyen fermuarlı çantası ağzına dek kitap dolu, koltuğunun altında tutuyor. Hızlanarak yaklaşıp, ’’Merhaba!’’ diyorum. Yoldan geçen herhangi bir kişinin selamını alır gibi, ’’Merhaba şekerim!’’ diyor. ’’Merhaba, ben sizinle konuşmak istiyorum!’’ Duruyor, ’’Buyur, ne konuşacaksın benimle, istersen odama gidelim, daha rahat konuşuruz.’’ diyor.

Odasından içeriye girmeye iki adim kalmış, ah benim bu sabırsız hallerim!.. Birlikte odasına gidiyorum. Köylü şapkasını, paltosunu çıkarıp asıyor, ’’Sen burada gazetelere bak şekerim, ben telekse bir şeyler yazıp geliyorum.’’ diyerek gidiyor.  Az sonra, bana sesleniyor:  ’’Bir dakika gelebilir misin şekerim; adın neydi senin?’’ Adımı söylüyorum.

’’Şu cümle nasıl olmuş, oku bakalım?’’ Şaşırıyorum... Benim bildiğim, kitaplardan adlarını okuduğum ’muharrirler’ burunlarından kıl aldırmazlardı. Bırakın fikir sormayı, yazılarından bir virgülün yeri değiştirilse kıyameti koparırlardı.

Teleksin üzerine eğilip yazdığı ’’Ankara Notları’’ndaki o cümleyi okuyorum:

Ömrü sürgünde, dağ başlarında geçmiş, düzenin tekerine çomak soktuğu için sürekli engellenmiş, önüne zorluklar çıkarılmış çileli bir köy öğretmenini anlatıyor. O ’’Ankara Notları’’nın başlığını bu günmüş gibi anımsıyorum: ’’ Komadılar iki yaprak olayım...’’

Gözlerini yazıdan ayırmadan, ’’Buyur şekerim, seni dinliyorum, ne konuşacaksın benimle?’’

O denli sıcak, sevecen bir insan ki, çekinmeden söylüyorum:

’’Ben, Yeni Ortam’da çalışmak istiyorum!’’

Bir kahkaha atıyor! Kahkahası koridorda yankılanıyor;

’’İyi, gel, sen de çalış! Kemal Bisalman (gazetenin sahibi) zaten doğru dürüst maaşları da göndermiyor...’’

Köşe başındaki çiçek satıcısı gibi becerilerimi sıralıyorum:

’’Haber yazmasını biliyorum. Sayfa düzenlemesini biliyorum. Tashih (düzeltme) yapmasını biliyorum. Fotoğraf çekmesini biliyorum...)

’’Bunları başka yerlerde de yapabilirsin, Yeni Ortam’ı neden seçtin?’’

Soruyu çalışmadığım yerden sormuştu.

Kısa bir süre bocaladıktan sonra, gür bir sesle:

’’ Ben solcuyum, sol kitaplar okuyorum...’’ dedim.

Bir kahkaha daha atıyor!

Daha on dokuz, yirmi yaşlarındaydım, ’’Senin solculuğundan ne çıkar zibidi!’’ dese, ne yanıt verirdim... 12 Mart darbesinin kötü günleri. Cumhuriyet, Yeni Ortam okuyanları dahi alıp götürüyorlar. Söylenecek laf mı bu şimdi?

Afacan bir çocuk gibi keyifleniyor:

’’ Birazdan Fakir Baykurt gelecek, seni sınavdan geçirteyim, bakalım ne kadar solcusun!’’

Sözü uzatmadan:

’’Bak kardeşim, Fikret adlı gece çalışan bir arkadaşımız var. Matbaa ve büro işlerine yetişemiyor. Bize ikinci bir gece sekreteri gerek. Yapabilir misin bu işi?’’ Yapılacak işleri sıralıyor:  ’’Matbaada, gazetenin taşra ve Ankara baskılarını yöneteceksin. Gece,haberlerini düzenleyip birinci sayfaya ve devamına yerleştireceksin?’’

’’ Biliyorum bu işleri!’’ (Betül ablam hepsini öğretti, diyorum içimden.)

Fikret’in aldığı ücretin az aşağısına anlaşıyoruz.

’’Tamam, hemen başla o zaman!’’ diyor.

Her şey o denli çabuk oluyor ki, ’’Şaka mı bu?’’ diyeceğim neredeyse....

*** 

’’Gel, seni arkadaşlarla tanıştırayım.’’ diyor. Arka odalara geçiyoruz. Gazetenin muhabir kadrosunda iki kişi çalışıyor: Ahmet Kahraman ve İsmail Baltacıoğlu.

İdari işleri öğretmenlikten atılma Binali Seferoğlu yürütüyor. Gece kadrosunda Fikret ve ben varız. Bir de gazetenin yazar kadrosunda yer alan İlhami Soysal var. İlhami abi, yazılarını evinde yazıp getiriyor.

Ahmet Kahraman, Bingöl’lü, yoksul bir ailenin çocuğu. Zorlukla içinde okumuş, yaşamı çile içinde geçmiş. Kendime benzetip yakınlık duyuyorum ona karşı..

İsmail Baltacıoğlu sessiz, sakin bir ağabeyimiz. Kalp ameliyatı geçirmiş, ama çalışmak zorunda. Yemeğini evinden sefertası ile getiriyor. Sağlığına özen göstermesi gerekiyor.

Binali Seferoğlu, Erzurum, Şenkaya’lı. Köy enstitüsü kökenli. 12 Mart darbesinden sonra, öğrencilerine Karl Marx’ı anlattığı öğretmenlikten atılmış,’’Öğrencilerimi çok özlüyorum, gece rüyalarıma giriyorlar.’’ diyor, anlatırken gözleri doluyor..

Fikret Ünver, Mersinli.Adanalı olduğumu söyleyip, hemen bir ’’Adana- Mersin muhabbeti’’ne giriyorum.

Derken, Fakir Baykurt hoca da çıkıp geliyor. Ekmekçi, yaramazlık yapan öğrencileri öğretmene şikayet etmeye hazırlanan afacan sınıf mümessili tavrıyla, ’’ Söyleyeyim mi seni Fakir’e? Sınavdan geçirsin mi seni?’’ diyor bana. Fakir hocanın ellerine sarılıyorum: Binali hocanın yanımıza gelmesiyle, buz gibi bir hava esiyor büroda.’’Fakir, Mamak’ta, TÖS’lü (Türkiye Öğretmenler Sendikası) arkadaşlara çok işkence yapıyorlarmış!’’ diyor...

Bilginin kaynağı Mustafa Ekmekçi. O da, Mamak’ta tutuklu kızı Leyla’yı ve damadı Doğan Yurdakul’u görmeye giden Armağan Anar’dan öğrenmiş. Fakir hoca, ayrıntıları Mustafa Ekmekçi’den dinledikten sonra, ’’ Geçecek, bu günler de geçecek!’’ diyor.

Ertesi gün, Yeni Ortam okurları, Mamak’ta olup bitenleri, Mustafa Ekmekçi’nin, ’’Ankara Notları’’ndaki ’satır araları’ndan öğreniyorlar.

Sıkıyönetim var. İşkence haberlerinin yazılması yasak. Ekmekçi, mesajlarını, o zamanlar 3-4 yaşlarında olan kızları Eylem ve Özlem üzerinden vermeye çalışıyor: ’’Eylem bana dedi ki!...’Baba, yedi başlı devin yönettiği demir parmaklıklarla çevrili sarayda çok kötü şeyler oluyormuş...

Eylem de, ‘Evet, ben de duydum’ dedi; ‘sarayın zindanlarındaki esirlere işkence yapıyorlarmış!’ ’’ . Bazen de, minik bir kuş gelip konardı. Ekmekçi’nin penceresine. Havada uçarken, yer yüzünde gördüklerini, demir parmaklıkların arkasındakileri anlatırdı...

12 Mart darbesinden sonra, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmiş, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüzeyin İnan idam edilmiş, İbrahim Kaypakkaya işkence ile öldürülmüş , Sinan Cemgil ve arkadaşları, Nurhak Dağlarında yollarına pusu kurularak katledilmişlerdi.

Binlerce kişi, Mamak, Metris ve Diyarbakır cezaevlerinde işkence altındaydı...

***

Mustafa Ekmekçi, sadece ’’Ankara Notları’’ ve haber yazan bir gazeteci değildi. O, aynı zamanda bir insan hakları savunucusuydu. Nerede zulüm, işkence, haksızlık, adaletsizlik varsa, Ekmekçi onun karşısına dikiliyordu. Biz genç gazetecilere erdemli, onurlu, dürüst gazeteciliğin yolunu gösteriyordu.

Sendikasız işçinin, üniversitede barınma ve beslenme sorunu yaşayan öğrencinin yanındaydı. Bir gün, büroya bir grup üniversite öğrenci geldi. Sınava çok iyi hazırlanmalarına karşın, yeterli not alamamışlardı. Hocalarının, Ekmekçi ile iyi arkadaş olduğunu ‘’Ankara Notları’’nda okumuşlardı.

Dertlerini anlattılar. Ekmekçi telefona sarıldı: ’’Yahu Necdet, nedir bu çocukların senden çektiği!.. ’’ dedikten sonra, kahkahalar atarak sohbet etti. Telefonu kapattıktan sonra, gözlerinin içi gülerek öğrencilere döndü, ’’ İşiniz tamam. Necdet hoca, size bir sınav hakkı daha tanıyacak.’’ dedi…

Bir hafta sonra, aynı öğrenciler, bu defa kocaman bir pasta ile geldiler. Pastanın tadı damağımda kalmış olmalı ki, unutamamışım o olayı…

Gazeteci arkadaşım Metin Aksoy, ‘Ekmekçi’ye Özlem’ adlı kitabında, ondan şöyle söz ediyor:

‘’İkinci Dünya Savaşı yıllarında lise öğrencisi olan Ekmekçi, demokrasi tarihinin dönemeç noktaları 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’ü de gazeteci olarak yaşamıştır. Ekmekçi, Türkiye tarihine tanıklık etmiştir. Ankara Notları bu tanıklığın yazılı belgeleridir.

Ankara Notları aynı zamanda toplumsal yaşamın da nabız attığı yerdir. Ekmekçi, bu köşede, çocukluğunu, gençliğini, ailesini ve çevresini bir sosyolog gözüyle anlatmış, farklı sosyal katmanların duygularını, kaygılarını, umutlarını, beklentilerini ve ülkedeki politik gelişmeleri de özgün bir üslupla satır aralarında aktarmıştır.’’

***

Mustafa Ekmekçi, soyadından dolayı zaman zaman komiklikler de yaşıyordu. Kuralcılığa, randevuya pek önem vermeyen yapısıyla bir sabah arkadaşının kapısını çalmış. İçeriden evin hanımı seslenmiş:

’’Kim o?’’

’’ Ekmekçi.’’

’’Ahmet Efendi, bu gün ekmeğimiz var, ekmek almamıza gerek yok!.’’

Yine bir gün, halkın ekmek sorunuyla ilgili bir yazı yazmak için Fırıncılar Odası’na gitmiş.

Sekreter kadın:

’’Başkana kimin geldiğini söyleyeyim?’’

’’Ekmekçi. geldi, de!’’

Sekreter, telefonla Başkana bağlanırken:

’’Efendim, bir fırıncı geldi, sizinle görüşmek istiyor.’’ diyor…

***

Mustafa Ekmekçi’nin İlginç bir yazı yazma yöntemi vardı..Zaman kaybını önlemek için, büroda yazılarını daktilo yerine doğrudan İstanbul bağlantılı telekse yazardı ‘’Ankara Notları’’nı, bir çırpıda yazıp bitirmezdi. Konuyu önde kafasının içinde oluşturur, yazacağı cümleleri adeta ezberlerdi. Onu, büronun içinde, etrafa boş gözlerle bakarak dalgın bir şekilde dolaştığını gördüğümüzde, bilirdik ki, kafasının içinde yeni bir yazı konusu var. Bazen de yazıyı, teleksi bırakır, hiçbir şey söylemeden koridora çıkar, giderdi.

’Hayrola abi, nereye böyle?’’

’’Bakkala kadar gidiyorıum, bir sigara alıp döneceğim.’’

’’Abi, sen otur yazını yaz, ilham perilerin uçmasın, sigarayı biz alıp getiririz.’’ dediğimizde,

’’Hayır, olmaz!’’ diyerek yoluna devam ederdi.

Binali hoca, çözerdi bu ruh halini:

’’Bırakalım gitsin. Yazarken bir yere takıldı.Gidip gelinceye dek kafasında çözümler…’’

Telefonda konuşurken notlarını dolma kalemle alırdı. Masasının bir köşesinde sürekli bir mürekkep hokkası dururdu. Pantolonunun arka ceplerinin birinde küçük not defteri, diğerinde dolma kalemi bulunurdu. Not alırken, sigarasını dişlerinin arasına sıkıştırır, sigara içmez, adeta yerdi. Birazcık da dağınıktı.Bazen, o çalışırken, izin almadan masasına dalar, düzeltmeye çalışırdım. Bir çocuk gibi keyiflenerek, ‘’Benim masamda kedi yavrusunu kaybetse bulamaz.’’ diyerek teşekkür ederdi..

***

Bazı akşamlar bürodan,‘’Aldoğan ablan ararsa, Piknik’te (restoran) bir arkadaşla buluştuktan sonra, geç kalmadan eve gideceğimi söyle!’’ diyerek çıkardı. Haber izlerken mesai saati, gecesi, gündüzü yoktu. Sakin bir günün gecesi, işleri erken bitirmişiz, saat 12.00’ye geliyor, tam çıkmaya hazırlanyoruz;bir telefon sesi!. Ekmekçi, evden arıyor. Özel bir haber yakalamış, gazetenin Ankara baskısına yama yapacağız.Bu, eve iki, üç saat daha geç gideceğimiz anlamına geliyordu.

Bir gün, büronun sakin bir zamanındayız. Kalabalığa alışmışız, sessizlikten sıkılıyoruz. Binali hoca, Fikret’le, bana,’’Gelin, sizinle bir oyun oynayalım’’ dedi, ’’Gözlerinizi yumun ve zihninizde Mustafa Ekmekçi’nin çocukluğunu hayal edin, sonra da anlatın hayal ettiklerinizi!’’ Anlardık, Binali hoca, yine öğretmenlik sendromu yaşıyor, sözlü bir kompozisyon ödevi bize....

Ben, oldum olası hayalci biriyim zaten...Gözlerini yumdum ve Ekmekçi’nin çocukluğunu kurgulamaya başladım:

(... 9- 10 yaşlarında; yanakları, alnı pul pul güneş yanığı içinde bir bozkır çocuğu... Okuldan çıkmış, eve dönerken, çantasını, önlüğünü bir kenara atıp arkadaşlarıyla oyuna dalıyor... Kızların, dam başlarında uçurmaya çalıştıkları uçurtmaların kuyruğunu koparıp onları kızdırmağa çalışıyor....

Cebindeki elmayı çıkarıp sınıf arkadaşıyla paylaşmak istiyor, ’’Bir ısırık almazsan küserim bak!.’’ diyor...

Dayak yemekten hiç korkmuyor. Gözleri fıldır fıldır, yaramazlıklar düşünüyor.

Mahallenin gençleri boş bir arsada top oynarken, yavaş yavaş yaklaşıyor, aralarına dalıp tekmelediği topu caddeye savuruyor. Ensesine yiyeceği tokadın etkisini azaltmak için başını omuzlarının arasına gizlemeye çalışıyor...

Eve gittiğinde, çantasını, önlüğünü oyun yerinde unuttuğu için annesinden azar işitiyor. Onları almak için geriye döndüğünde, elmasını paylaştığı ’’ısırıkçı’’arkadaşını kapının eşiğinde buluyor; ’’Çantanı , önlüğünü unutmuşsun, getirdim bak!’’ diyor ’’ısırıkçı’’arkadaşı...)

Bu gün de, ’’Mustafa Ekmekçi’nin çocukluğunu hayal et!’’, deseler; yine bunları söylerim herhalde...

***

Üzerimizden buldozer gibi geçen 12 Mart 1971 darbesinden sonra, Fakir Baykurt hocanın, ’’Geçecek, bu günler de geçecek!’’ dediği günler geldi...

1973 seçimlerine gidilirken, CHP’nin başına geçen Bülent Ecevit, ’’ Demokratik Sol ’’ söylemiyle meydanlara çıktı. Ecevit’in, ’’Toprak işleyenin, su kullananın "Ne ezilen, ne ezen, insanca, hakça bir düzen" sloganları ile ’Köy- Kent projesi’ halktan büyük ilgi gördü.

Meydanlar, ’’Karaoğlan’’ ve ’’Halkçı Ecevit’’ sloganlarını haykıran kalabalıklarla dolup taştı. Ecevit’in liderliğindeki CHP, iktidara yürüyordu.

Mustafa Ekmekçi, bu sürece ’’Ankara Notları’’ile büyük katkıda bulundu. ’’Karaoğlan’’ ve ’’Halkçı Ecevit’’ sloganları, sık sık ’’Ankara Notları’’nın konusu oldu. 14 Ekim 1973 günü yapılan seçimde, yüzde 33.29 oy alan CHP birinci parti oldu.

Ecevit, Milli Selamet Partisi (MSP) ve Necmettin Erbakan’la koalisyon kurarak ’’Kıbrıs Barış Harekatı’’nı gerçekleştirdi. Meclis çoğunluğunu elde eden iki parti, 18 Mayıs 1974’de genel af çıkardı. Zindanlar boşaldı. Mamak, Metris ve Diyarbakır cezaevlerinde 4 bin dolayındaki siyasi tutuklu özgürlüğüne kavuştu.

Afla birlikte Yeni Ortam’ın Ankara Bürosu bir buluşma yerine döndü. Cezaevlerinden çıkan siyasi tutuklular ve onları görmek isteyenler, Yeni Ortam’da buluşuyordu...

Bir öğle vakti, kısacık saçlarıyla Prof. Mümtaz Soysal ve Sevgi Soysa(Sabuncu) el ele tutuşarak geldiler .İkisi de Mamak’ta tutukluyken evlenmişlerdi.

Başka bir gün, ’’Sakıncalı Piyade’’ Uğur Mumcu, Ağrı, Patnos’tan çıkıp geldi. 12 Eylül darbesiyle tutuklanmış, cezası Yargıtay tarafından bozulmasına karşın, serbest bırakılmadan askere alınmış, yedek subaylık hakkı tanınmamış, askerliğini Ağrı Patnos’ta, ’’Sakıncalı Piyade’’ ve er olarak yapmıştı.

Anımsadığım kadarıyla, cezaevlerinden çıktıktan sonra Yeni Ortam’da yazmaya başlayanlarla birlikte gazetenin yazar kadrosunda şu isimler yer alıyordu:

Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Mümtaz Soysal, Sevgi Soysal, Mehmet Ali Aybar, Hasan İzettin Dinamo, Erol Toy, Oya Baydar, Aydın Engin, Süleyman Yağız Akın Birdal, Emil Galip Sandalcı, Kemal Sülker, Hüseyin Baş, Cengiz Çandar, Hilmi Yavuz, Adalet Ağaoğlu, Tektaş Ağaoğlu, Ozan Telli,

M. Hadi İlbaş...

Yeni Ortam bürosunda tanıştığım bazı yazar ve şairler de şöyle:

Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Cahit Külebi, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Adnan Binyazar, Ali Püsküllüoğlu, Muzaffer (İlhan) Erdost, Tahsin Saraç...

Zor ekonomik koşullarla boğuşan Yeni Ortam, yayınlarını sürdürebilmek için iktidar olanaklarından yararlanan ’’besleme’’ bir gazete olmadı...

Kapanma kararı alındığında Bülent Ecevit başbakandı. İktidara gelme sürecinde CHP’yi ve Ecevit’i destekleyen Yeni Ortam, CHP- MSP koalisyonunun yanlışlarına karşı tavır aldı. Gerektiğinde muhalif tutumunu kapandığı son güne dek sürdürdü 11 Eylül 1972’de başladığı yayınını noktalamak zorunda kaldı

Vefasız gazetecilik mesleğinde bütün Yeni Ortam çalışanları işsiz kaldı. Biz neysek de, Mustafa Ekmekçi’nin işsiz kalmasını içime sindiremiyordum.

Yıllar sonra, Mustafa ağabeyle Kızılay’da karşılaştık. Ayaküstü oradan, buradan konuştuk; Yeni Ortam günlerimizi andık.

’’Birbirimizi bir daha ya görürüz, ya görmeyiz; gel, seninle şurada bir şeyler içelim.’’ dedi..

’’Saçlarına ne çabuk ak düşmüş senin!’’ dedi.

’’Yaşamadan yaşlananlar...’’ dedi.

Bir daha da göremedik...

Mustafa Ekmekçi ağabeyimi saygı ve minnetle anıyorum...