Rüzgârlı Sokak, Ankara’nın Babıâli’siydi…
Hani, ’’Bir kitap okudum , hayatım değişti.’’ derler ya.
Ben de, bir gazete okudum, dünyam değişti...
Lisede okuduğum yıllardı. Bir gün, Ulus Meydanı’nda gezinirken, gazete satıcısı bir çocuğun, ’’Memleket gazetesi, memleket şairlerini tanıtıyor!’’ diye bağırarak gazete sattığını duydum. Hemen bir Memleket gazetesi satın aldım. Künyesine baktım. Sahibi, şair Şemsi Belli idi...
Birden heyecanlandım. Köyden kente gelmenin uyum sıkıntılarını yaşıyordum. Köyü ve köylünün değer yargılarını kutsuyor; kent yaşamına tepki duyuyordum. Şemsi Belli, benim idolum, yüreğimdeki duyguları yakalayan ’’Dağların çocuğu’’ydu. Şiir kitabı ’’Anayaso’’ yu okuduğumda büyülenmiş, satır satır ezberlemiştim.
ANAYASO
Gul, gurban olduğum Hökümet Baba,
Baa bir alfabe veremez miydin?
Gara dağlar gar altında galanda
Ben gülmezem
Dil bilmezem
Şavata'dan Hakkari'ye yol bilmezem
Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov!
Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde
Ben fakiro,
Ben hakiro
Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro
Gurban olam bu ne işdir hooy babooov !
Çoçiğ ağliir, çoçiğ öliir, geçit vermiy Zap suyu
Parasizo,
Çaresizo
Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo
Ben ne biçim vatandaşım, hooy babooov !
Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler
Yeddi ceset hetim etim Zap Suyunda yüzerler
Hökümata arz eylesem azarlar
Ben ketimo
Ben yetimo
Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov!
Şavata'tan Angara'ya ses getmiir
Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir
Malımız yoh
Yolumuz yoh
Angara'ya ses verecek dilimiz yoh
Ganadımız, golumuz yoh
Bu ne biçim memlekettir hooy babooov!
Yerin, yurdun adresesin bilmirem
Angara'da: Anayasso !
Ellerinden öpiy Hasso
Yap bize de iltimaso
Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov!
Şemsi Belli
Ertesi gün, kâğıda döktüğüm bir ’taşlama’ şiirimi cebime koyup, gazete künyesinde yer alan Rüzgârlı Sokaktaki adresin yolunu tuttum. Memleket gazetesinin bürosu, İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’e ait bir hanın üçüncü katındaydı. Kapıyı açar açmaz, yazı işleri müdürü Betül Uncular’la karşılaştım. Gülümseyerek beni bir sandalyeye oturttu. Kendi elleriyle çay doldurup verdi. Utangaçtım, çekingendim. Şiirimi cebimden çıkarıp verirken yüzümü ter basmış, yanaklarım al al olmuştu. Betül abla, şiiri gülümseyerek okudu, ’’Bir dakika bekle, Şemsi Bey’e de göstereyim’’dedi. Arka odaya girdikten birkaç dakika sonra, yine gülümseyerek çıktı, ’’Şemsi Bey, sizinle tanışmak istiyor!’’ dedi.’’ Heyecandan titriyordum! ’’Dağların çocuğu’’ ile tanışacaktım...
Şemsi Bey, ayakta, sıcacık bir yakınlıkla karşıladı beni. 45-50 yaşlarında, esmer, uzun boylu, yakışıklı bir Anadolu çocuğuydu. .’’Yazdığın’ taşlama’yı beğendim, gazetede yayınlayacağız. Başka şiirlerin varsa, onları da getir!’’ dedi. Merdivenlerden inerken heyecandan başım dönüyordu. İşte, ben de artık büyük şairler kervanına katılıyordum. O duygularla, Rüzgârlı Sokak'tan Ulus Meydanı’na nasıl çıktığımı anımsamıyorum...
O hafta, Memleket gazetesinde yayımlanan, aklımca kentlerdeki yoz yaşamı eleştiren ilk ’taşlama’m şöyleydi:
’’Kızı bilmem nerede sabahlar,
Karının hayatı dans, çay;
Bir de adamım diye gezer,
Vay dümbük, vay!’’
Sonraki haftalarda diğer şiirlerimi de götürdüm. Şemsi Belli, bir gün, beni yine odasına çağırdı. ‘’ Sende kendi çocuklumu görüyorum. Betül Hanımla da konuştuk, seni gazetenin kadrosuna almayı düşünüyoruz. Sigortaya girişini de yapacağız. İki fotoğraf getir, sarı basın kartı beyannamesini doldurup Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ne gönderelim.
İki yıl bekledikten sonra ‘sarı basın kartı’ sahibi de olursun. Bu arada, bir miktar da ücret alacaksın elbette. Hafta sonlarında, derslerden artan zamanlarında gel, Betül Hanım, gazetecilik okulunda en iyi öğrencilerimden biriydi; sana sayfa çizmeyi ( mizampaj), haber yazmayı da öğretecek.. Ne dersin?’’
Ne diyebilirdim ki? O özlü sözü, o zamanlar bilseydim, ‘’Bundan iyisi, Şam’da kayısı.’’ Derdim...
Memleket gazetenin kadrosunda Betül Uncular, Battal Pehlivan, Selahattin Duman, daha sonra Selahattin’le evlenen Bilge Özoğul ve Fatoş Kayalıbay vardı.
Bütün arkadaşlar, sıcak bir ilgiyle beni bağırlarına bastılar. Hepsi de gazetecilik okulundan Şemsi Belli’nin öğrencileriydiler. Betül abla, kısa sürede haber yazmayı, sayfa düzenlemeyi, haberlere başlık atmayı öğretti. Battal Pehlivan, fotoğraf makinesini kullanmayı, ışık, gölge ayarlarını ve iyi fotoğraf çekmenin ince ayrıntılarını gösterdi. Selahattin Duman, ehlikeyf biraz da dalgacı bir ağabeyimdi; O da, hafta sonlarında, Gaziosmanpaşa’daki evinde şarap içmeye götürüyordu beni. Artık ayaklarımın üzerinde durabilirdim. Tek başıma izlediğim ve yazdığım ilk haberim, O yıl düzenlenen CHP Genel Kurulu’ydu.
Parti'nin Genel Sekreteri Bülent Ecevit, başlattığı ‘’Ortanın Solu’’ söylemiyle Genel Başkan İsmet İnönü’ye karşı bayrak açmıştı. İnönü ve Ecevit’in konuşmaları dikkatle not aldıktan sonra büroya döndüm. Haberi daktilo ile yazarak Betül ablanın masasına bıraktım.
İlk denemem başarılıydı. O arada liseyi bitirmiş, aynı zamanda bekleme sürem sonunda sarı basın kartımı da alıp cebime koymuştum. Ancak, ders çalışmaya yeterli zaman ayıramadığım için üniversite sınavını kazanamamıştım.
O zamanlar, paralı eğitim veren özel akademiler ve gazetecilik okulları vardı. Şemsi Belli’nin desteğiyle Rüzgârlı Sokak'ta bulunan Gazetecilik Yüksek Okulu’na kayıt yaptırdım. Çalıştığım gazetenin sahibi Şemsi Belli ile aynı sokakta yer alan Adalet Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Nihat Subaşı hocalarımdı.
Okulda, onlardan öğrendiklerimi, gazetede pratiğe geçiriyor, teori ve pratiği birleştiriyordum. O arada Mao’cu fikirlere ilgi duyuyordum. Başkan Mao da, ‘’Teori ve Pratik’’in kitabını yazmamış mıydı? Devam zorunluluğu olmayan okul ile iş arasında gelip gidiyor; okul taksitlerimi karşılamak için para biriktirmeye çalışıyordum...
Yazının girişinde de belirttiğim gibi, Rüzgârlı Sokak, Ankara’nın Babıâli’si idi.
1972- 77 yılları arasında benim de içinde yer alıp, havasını soluduğum sokak, Amerikan kovboy filmlerindeki kasabaları andırıyordu. Bir yanda gazete büroları, matbaacılar, klişeciler, gazete kağıdı (bobin) satıcıları, diğer yanda hurdacılar, lastikçiler, araba tamircileri, kırpıntı kağıt toplayıcıları... Sokakta, sabahları, kurşun, lastik, yağ ve katran kokuları birbirine karışırdı.
Ulus Meydanı’ndan Dışkapı’ya doğru giderken, soldaki ilk ve dik sokaktı Rüzgârlı sokak. Üst yanında kesiştiği Çankırı Caddesi, geceler ışıl ışıl, gazinolar, pavyonlar, gece kulüpleriyle kaplıydı. Kış aylarında yollarını buz tutar, arabalar kayar, yürürken düşerek kafa kol kırılırdı. Yağmur yağdığında ise sokak çamur deryasına döner, işyerlerinin alt katlarını su basardı.
Merkezi İstanbul’da bulunan Hürriyet ve Günaydın ile sol içerikli Yeni Ortam gazetelerinin Ankara Büroları Rüzgârlı Sokakta idi. CHP Genel Merkezi ve bu partinin yayın organı Ulus gazetesi ile Adalet Partisi’nin yayın organı Son Havadis gazetesinin bürosu aynı sokakta yer alıyordu. Ulus gazetesi sonradan Yaşar Aysev’e satıldıktan sonra Barış adını aldı. Merkezleri Ankara’da olan, Hür Anadolu, Memleket, Adalet, Zafer,Yeni Gün, Yeni Halkçı, Yeni Yol, Vatan, Yeni Tanin gazeteleri de Rüzgârlı Sokağın üzerinde ve küçük ara sokaklarda bunuyordu. Ankara merkezli bu küçük gazetelere .’’Naylon gazete’’ deniyordu. Ulus ve Son Havadis hariç, hiç birinin tirajı 300’ü(üç yüz) .geçmiyordu. .Bu tiraj da, Emniyet, Basın Yayın, Basın İlan Kurumu, Milli Kütüphane ve Meclis Kütüphanesi arşivlerine gazete verilebilmesi için zorunlu bir sayıydı. Gazete sahibi olmak isteyenler, Ticaret Sicili’ne ve ilgili kurumlara bildirimde bulunduktan ve. Yayına başlayan gazeteyi kendi olanaklarıyla 2 yıl yaşattıktan sonra, Basın İlan Kurumu’ndan, resmi ilan karşılığında her ay düzenli para alıyorlardı.
Simavi kardeşlere ait Hürriyet ve Günaydın, Rüzgârlı sokaktaki kendi matbaalarında basılıyordu. Yeni Ortam ve Ankara’da yayımlanan gazetelerin baskıları ise Erdoğan Tokatlı’ya ait Yeni Halkçı Matbaasında ve Maliye Bakanlığı’na bağlı Güneş matbaasında yapılıyordu. Gazete bürolarında hazırlanan haberler, klişecilerde fotoğraflardan kopyalanmış klişeler, sayfa düzenleriyle birlikte matbaalara veriliyor; çizilen mizampajlar doğrultusunda hazırlanan sayfalar, kurşun kalıplara döküldükten sonra baskıya geçiliyordu
Gazeteciler, mesleğe başlangıçlarına göre ‘’mektepliler’’ ve ‘’alaylılar’’ şeklinde ikiye ayrılıyordu. ‘’Mektepliler’’ gazetecilik okullarında okumuş, mesleği okulda öğrenmiş kişilerdi. ‘’Alaylılar’’ ise, gazetecilik okullarında okumamış ancak, gazetelerde çalışarak kendilerini pratikte yetiştirmiş gazetecilerdi. Ben ise, hem ‘’alaylı’’, hem ‘’mektepli’’ ydim. Hocam Nihat Subaşı, benim gibilere, ‘’ çeliğine çifte su verilmiş, çekirdekten yetişme gazeteci’’ diyordu.
Rüzgârlı Sokakta yetişen ‘’alaylı’’ ve ‘’mektepli’’ bazı gazetecilerin adları şöyle:
Bülent Ecevit, Altan Öymen, Örsan Öymen, Metin Toker, Nahit Duru, Bekir Coşkun, Melih Aşık, Hikmet Bila, Fikret Bila, Zafer Mutlu, Selahattin Duman, Derya Sazak, Fahrettin Fidan, Kurtul Altuğ, Şinasi Nihat Berker.
Bizim zamanımızda Rüzgârlı sokak, bir ‘’gazeteci borsası’’ gibiydi. Yetenekli gazeteciler, bir süre sonra fark ediliyor, hocalarımızın önerisiyle büyük gazetelere geçiyorlardı. Çoğunluğu ‘alaylı’, tutunamayanlar ise, Rüzgârlı sokakta üç beş yıl süründükten sonra, sessizce tasfiye oluyorlardı.
Merhum ablam, meslekte ilk öğretmenim Betül Uncular, Memleket’te bir süre çalıştıktan sonra, Anadolu Ajansı’na geçti. Battal Pehlivan, Kemal Çukurkavaklı’ya ait Yenigün gazetesine gitti. Selahattin Duman, genel yayın yönetmenliğini Nihat Subaşı’nın yaptığı Adalet Gazetesi’ne transfer oldu.
Yıl 1973’tü. Ankara Temsilciliğini Mustafa Ekmekçi’nin yaptığı sol içerikli Yeni Ortam gazetesi yayınını sürdürüyordu. Ben de, Memleket’ten ayrıldım, hocalarımın torpiline gerek duymadan, Rüzgârlı sokak, Uçar Han’daki Yeni Ortam Ankara Bürosu’nun yolunu tuttum…