Yıl 1973.
12 Mart 1971 darbesinden sonra yayın hayatına başlayan sol eğilimli Yeni Ortam Gazetesi’nin Ankara Bürosu Rüzgârlı Sokak’taki Uçar Han’ın ikinci katında yer alıyor. Mustafa Ekmekçi, Ankara Temsilcisi; Ahmet Kahraman ve İsmail H. Baltacıoğlu gazetenin muhabirleri... Fikret Ünver ve ben gece sekreteri ve stajyer muhabiriz. Köy Enstitüsü kökenli, öğretmenlikten atılmış Binali Seferoğlu büronun idari sorumlusu. Yeni Ortam’ın Ankara Bürosundaki bütün kadrosu bu…
Bitişiğimizde, Orhan Uğuroğlu’nun babası ve kardeşiyle birlikte yönettikleri Yeni Tanin gazetesi; alt katımızda Günaydın gazetesi var. Bekir Coşkun Günaydın gazetesinde çalışıyor. Merdivenlerden inip çıkarken karşılaşıyoruz. Büroya gelip giderken herkese gülümseyen, kağıt toplayıcılarına, hamallara selam veren güzel bir insan… ‘’Siz, yayına yeni başlayan bir gazetesiniz, bir gereksinmeniz olursa çekinmeden isteyin.’’ diyor.. Yeni Ortam’ın İstanbuldaki patronu Kemal Bisalman cimri biri. Geceleri Divan Oteli’nde içip içip Ankara Bürosu’na talimatlar yağdırıyor. Yazı İşleri Müdürü Aydın Engin ve Mustafa Ekmekçi; Fikret’le beni kadroya aldırmak için çırpınıyorlar. Ücretlerimiz gider makbuzlarıyla ödeniyor. Büronun bir teleks bobini dahi alacak bütçesi yok. İade gazeteleri paketleyecek ip bitti, git Bekir Coşkun’a. Fotoğraf makinesine film gerekti, makas lazım, git Bekir Coşkun’a… Günaydın gazetesindeki arkadaşlarına talimat vererek gereksinmelerimizi karşılarken, ‘’ Makası ve artan ip yumağını geri getirmenize gerek yok’’ diyor. Bir gün, Yeni Ortam’ın baskıya girdiği Halkçı Matbaasının deposundaki kağıt bobinleri bitmiş, gazete basılamıyor. Gece yarısı Bekir Coşkun’u evine telefonla buluyoruz. Günaydın gazetesi çalışanlarını arıyor, ödünç bobin alıyoruz, gazete öyle basılabiliyor…
Usta bir fotoğrafçı olan Bekir Coşkun, bir gün ‘’Fotoğraf makinen var mı ?’’ diye soruyor. Merhum arkadaşım Battal Pehlivan’ın bana hediye ettiği makineyi götürüp gösteriyorum. ‘’Güzel bir makine bu. Gazetenin gece işleriyle sınırlı kalma. Gel, bizden film al, gündüzleri, fotoğraf çek, haber yakalamaya çalış. Sizin gazeteye girmeyen fotoğraflı haberlerini bize getir, değerlendirelim.’’ diyor. Tuzluçayır ve Mamak’taki gecekonduların su ve kanalizasyon sorunlarını dile getiren fotoğraflı haberler hazırlayıp götürüyorum. Günaydın’da yayımlanıyor. Sonra, bir gider fişi yazıp uzatıyor Bekir Ağabey, ‘’Muhasebeye götür, bunu ödesinler, emeğin karşılıksız kalmasın.’’ diyor.
Bir akşam üstü Tandoğan Meydanı’ndan Mebus Evlerine doğru yürüyorum. Arkamdan ‘’Ali!’’ diye çağıran bir ses! Dönüp bakıyorum, Bekir Coşkun… İkide bir su kaynatan külüstür arabası yine yolda kalmış. ‘’Şuna bir el atsana!’’ diyor. Bekir Ağabeyin bir eli direksiyonda, diğer eli açık kapının ön tarafında, birlikte iterek demiryolu köprüsünden önceki yokuşun başına getiriyoruz. Hızlanan araç çalışıyor; ‘’Atla arabaya!’’ diyor, Bekir Ağabey. Az İlerdeki göbekten dönerek tekrar Tandoğan Meydanına çıkıyor; beni gideceğim yerin kapısına dek götürüyor.
12 Eylül’den birkaç yıl önce, o zamanki Aydınlık gazetesi’nin yayına hazırlandığı günler… Ankara Bürosu’nda sadece Nuri Çolakoğlu, Baki Özilhan ve benim sarı basın kartımız var. TBMM’de görev yapacak gazetecilerin deneyimli ve sarı basın kartı sahibi olmaları zorunluydu. Parlamento Muhabirliği görevini ben yürütüyorum. TBMM muhabirlerinin Parlamento Muhabirleri Derneği’ne de üye olmaları gerekiyor. Derneğin başkanı Rafet Genç. Yönetim Kurulu üyeleri Bekir Coşkun, Betül Uncular ve Süleyman Coşkun’dan oluşuyor. Üyelik başvurumun yönetim kurulunda onaylanması gerekiyor. Betül abla ve Bekir Coşkun benden yana, beni Rüzgarlı sokaktan tanıyorlar. Rafet ağabey de olumlu görüş bildiriyor. Ancak, aynı zamanda Politika gazetesinin Ankara Temsilcisi olan Süleyman Coşkun aksilik yapıyor. Sovyet yanlısı Politika gazetesiyle Maocu Aydınlık gazetesi birbirlerine düşmanlar çünkü…Bir süre sonra o da ikna ediliyor ve Derneğe üye oluyorum. Bir süre bana soğuk davranan Süleyman Ağabey, bir gün Meclis koridorlarında yan yana yürürken elini omzuma koyuyor; ‘’Yanlış anlama, benim tavrım sana karşı değil.’’ diyor.
12 Eylül öncesinin kanlı bıçaklı günleri…
Aydınlık gazetesi yayınlarında ‘’Sovyet Sosyal Emperyalizmi’’ dediği Sovyetler Birliği’ni ‘baş düşman’ ilan ediyor. ‘’Baş düşmanımız iki süper devlet; Amerika ve Rusyadır. Özellikle Sovyet Sosyal Emperyalizmi, daha tehlikeli düşmandır.’’ başlıklarını atılıyor. Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yi işgal edeceğinden söz ediliyor. Genel Kurmaya bağlı 4. Ordunun Rus sınırına çekilerek ‘’ bir Rus işgaline tedbir alınmasını’’ istiyor. CHP, ‘’revizyonist Sovyetler Bitliği ile işbirliği içinde’’ olmakla suçlanıyor. Derken, Aydınlık gazetesinde, Türkiyed ki 49 sol grupla ilgili bir yazı dizisi yayımlanmaya başlıyor. Bütün sol gruplar, tek tek adres ve isim verilerek ihbar ediliyor. Bu gidişin gidiş olmadığını anlıyorum. !2 Eylül’e aylar kala, Aydınllık’tan ayrılmaya karar veriyorum. Bekir Ağabey, Betül abla ve Rafet Ağabeyin destekleriyle Akdeniz Haber Ajansı’nda işe başlıyorum. Yeni Ortam’da biriktirdiğim parayla aldığım daktilomu ve Battal ağabeyin hediye ettiği fotoğraf makinemi almak için Aydınlık bürosuna gittiğimde, daktilo ve makinenin bağış sayıldığını ve geri vermeyeceklerini söylüyorlar. Daktilomu zor kurtarıyorum. Battal Ağabeyin hediyesi fotoğraf makinesini geri alamıyorum...
Derken, 12 Eylül 1980 darbesi geliyor. Akşam kapıları örtüp gittiğimiz Meclisteki ajans odamıza ertesi sabah geri dönemiyoruz. Darbe olmuş, Meclise girişler yasaklanmış. Oradan da daktilomu haftalar sonra zor kurtarıyorum. Sonra da daktilomu ve sazımı yanıma alıyorum, ver elini İsveç. Orada geçen bir yarı ömür, 32 yıl…
Şimdi daktilom ve sazım orada güvencedeler, ben ise iki ülke arasında gel/ gitlerdeyim.
Bekir Ağabeyi, Betül Ablayı ve Rafet ağabeyi saygı ile anıyorum…
ali.nergis@gmail.com