Benim Cumhuriyet sevdam

Ali Haydar Nergis

Doğru dürüst okuma yazması bile olmayan köylü babamın bir sözü vardı: ’’Yol kes, bel kes; ama vicdanı elden bırakma…’’

Ahmet İnsel hocanın, Cumhuriyet’ten ayrılırken 'ahde vefa'dan söz etmesi düşündürücü. İnsel’in yazıları, kendisine haber verilmeden sonlandırılmışsa etik olmamıştır. Beni hüzünlendiren ise bu bağlamda anımsadığım başka bir ’’vefasızlık’’ örneğidir. Ölümünden kısa bir süre önce, Muğla, Akyaka’daki evinde ziyaret ettiğim Oktay Akbal ağabeyimizin son sözleridir. Ayla abla(Okta ağabeyin eşi) tanıktır. Hastalığından dolayı yazı yazamayan Oktay ağaebeye gazete tarafından yapılan ödemeler durdurulmuştu. Karı/koca emekli aylıklarıyla geçinmeye çalışıyorlardı.

Hüzün verici olduğu kadar üzücü bir durum da meslek ustalarımızdan Cüneyt Arcayürek ağabeyimize gösterilen ’’vefasızlık’’tır. O da, hasta yatağında, o zamanki Cumhuriyet yönetimine küskün olarak gitti...

O yönetim tarafında ’’Ahde vefa’’ gösterilmeyenlerden biri de karınca bendenizdim. İsveç’ten, Cumhuriyet’e , dokuz yıl boyuca, hiçbir karşılık beklemeden Pazar Yazıları yazmıştım. Yönetim, gelir gelmez yazılarıma son verdi. Kör kuyuya taş atar giibi, her hafta ben yazı gönderiyordum, onlar yayımlamıyordu. Gerekçelerini bilmiyordum. Sayfası sorumlusu Mine Esen arkadaşım da yazılarımın neden yayımlanmadığını bilmiyordu. Pes etmedim. Küsüp gitmedim. Benim için önemli olan Cumhuriyet’ti. Yazmaya devam etmek istiyordum. O günlerde , İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay ve Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a yazdığım çırpınış dolu mektuplarım yazı arşivimde saklıdır. Can Dündar’ı Ankara’dan tanıyordum. Görüşlerimiz örtüşmese de, anlatımını sıcak ve kendime yakın buluyordum. Milliyet’te yazdığı günlerde, ’’Ankara Atatürk Liseli’’ olmanın erdemleri üzerine mektuplar yazmıştık birbirimize. Bana karşı bir önyargısının olmadığını biliyordum. Gazetede, onun da yetkilerini aşan bir duvar vardı.Suyun gözünü bir ’dev’ tutmuştu. İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, gazeteyi ’’tek adam’’ anlayışıyla yönetiyordu. ’Devliğini’, ’ tek adam’lığını dinlemedim, mektup yazmayı sürdürdüm. ’Ben bu gazeteyi seviyorum. Bir gün sizler gidersiniz, bu gazete ayakta kalır.’’ dedim. Hukuk adamlığını anımsattım, bana ve arkadaşlarıma ’yargısız infaz’ yapıldığını söyledim. Yer demir, gök bakır; demir kapı, kör pencere... Yanıtı Pazar Yazıları sayfasını tamamen yayından kaldırmak oldu. Bütün yetkileri kendinde toplayan Akın Atalay ’güç zehirlenmesine’ uğramıştı.

Aslında her şey, Akın Atalay’ın Aydın Engin’i gazeteye geri almasıyla başladı. Aydın Engin, İlhan Selçuk tarafındanCumhuriyet’e sonra da kovulduktan sonra , Akın Atalay tarafından geri getirilmişti. O andan itibaren kum saati geriye doğru işlemeye başladı...

Aydin Engin’i, 12 Mart 1971 darbesinden sonra çıkarılan Yeni Ortam gazetesinde tanımıştım. Yeni Ortam’ın yazar kadrosunda Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Hasan İzettin Dinamo, Uğur Mumcu, İlhami Soysal, Ali Sirmen, Nimet Arzık, Erol Toy, Sadun Tanju, Refik Erduran, Oya Baydar ve Osman Ulagay vardı. O günlerde Cumhuriyet gazetesinden uzaklaştırılan Nadir Nadi de gazetenin resmi kadrosunda yer almadan dışarıdan yazı veriyordu. Aydın Engin, gazetenin yazı işleri müdürüydü. Ankara İstanbul arasında mekik dokuyan , ’kafa- kol’ ilişkileri güçlü,sempatik, cevval bir gazeteciydi .

Nadir Nadi’nin Yeni Ortam çevresi nde yer almasının da bir hikayesi vardı. 12 Mart darbesinden sonra Cumhuriyet’e karşı ilk büyük komplo tezgahlanmıştı. İlhan Selçuk, emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu ile birlikte ’’Madanoğlu Cuntası’’ davasından tutuklanmıştı. İstanbul ’da, Ziverbey Köşkü’nde işkence altındaydı. Gazete ortaklarından, Nadir Nadi’nin kardeşi Doğan Nadi’nin 1969 yılında ölümünden sonra, gazetede içten içe bir ’kardeş kavgası’ başlatıldı. İlhan Selçuk’un tutuklanmasından sonra komploculara fırsat doğdu. Doğan Nadi’nin mirasçıları, diğer bazı ortaklarla anlaşarak yönetimini ele geçirdiler. Nadir Nadi’yi Cumhuriyet’ten uzaklaştırdılar. Yeni Ortam gazetesine dışarıdan yazı yazması o günlere rastlar. Cumhuriyet gazetesi , Fikret Ekinci adlı bir kişinin yönetiminde’ sağcı’ bir yayın çizgisi izlemeye başladı. Okurlar duruma gösterdi. Gazete tiraj kaybetti. Bir yıl sonra, gazete yeniden Nadir Nadi yönetimine bırakıldı.

Kemal Bisalman’ın sahipliğinde, Hürriyet gazetesi ’nin ekonomik desteğiyle çıkarılan Yeni Ortam gazetesi nin Ankara Temsilcisi Mustafa Ekmekçi idi. Arkadaşım Fikret Ünver’le birlikte, gazetede stajyer muhabir olarak çalışmaya başlamıştık. O günlerde tanıdığım Aydın Engin’in geçmişinde tiyatro oyunculuğu da vardı. Belleğim beni yanıltmıyorsa , 68’li yıllarda, Halk Oyuncuları Tiyatrosu’nda, TENEKE ve PİR SULTAN ABDAL adlı oyunlarda rol almıştı. Hakkını yemeyeyim, Aydın Engin, Fikret ve benim kadroya alınmamız için çaba sarf etti. Biz kadroya alınamadan Yeni Ortam kapandı. Sanırım o yıllarda ’eski TKP( Türkiye Komünist Partisi)’ takıntıları yoktu. Orhan Veli’nin ’’ Beni bu havalar mahvetti’’ dediği gibi, Aydın Engin ağabeyime de ne olduysa Oya Baydar ablamızla evlenmesinden sonra oldu.

Oya Baydar’ı da, 12 Mart darbesinin ardından cezaevinden çıkmasından sonra, Rüzgârlı sokaktaki Yeni Ortam Ankara Bürosu’ndan anımsıyorum. İstanbul’da yaşıyordu. Aydın Engin’le henüz evlenmemişti. İşçi, sendika yazıları yazıyordu. Sessiz, sedasız, konuşmaktan hoşlanmayan ufak tefek bir gazeteciydi. Sonraları TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) kuramcıları arasında yer aldı.

Gelelim Hasan Cemal ve Yalçın Doğan’a…

Cumhuriyet gazetesini ele geçirme planları 12 Eylül 1980’den sonra da sürdü. Bu kez baş rollerde Hasan Cemal, Emine Uşaklıgil, Okay Gönensin ve Yalçın Doğan vardı. Hasan Cemal, genel yaynın yönetmenliğine İlhan Selçuk tarafından büyük umutlarla getirilmiş, sonra da ’’en büyük düş kırıklığı’’ olmuştu. 8 Ekim 2012’de TBMM’de kurulan 28 Şubat Darbe Komisyonu’nda eski günlerini anlatıken, ’’Askerlikten döndükten sonra darbeci olmaya karar verdim ve o deli dönem, benim –tırnak içinde- darbecilik dönemimdir.’’ demişti . Cumhuriyet genel yayın yönetmenliğine getirildikten sonra, o ‘darbeci ‘’!eğilimleri yeniden nüksetti. 1991 yılında Nadir Nadi’nin ölmesinden sonar, İlhan Selçuk’u dışlayıp Cumhuriyet’i Kemalist çizgisinden uzaklaştırmak için yeniden düğmeye basıldı. Emine Uşaklıgil’le işbirliğine girdi. Emine Uşaklıgil, gazetenin kurucu ortaklarından Yazar Halit Ziya Uşaklıgil’in kızıydı. Babasının ölümünden sonra hisseler ona geçmişti. Emine Uşaklıgil, sermaye gücünü kullanarak ve Hasan Cemal’le anlaşarak gazete yönetimine el koydu. Cumhuriyet, zamanın Başbakanı Turgut Özal’ın liberal çizgisini izleyen yayınlar yapmaya başladı. Yalçın Doğan, gazetenin Ankara Temsilcisiydi. Sabah toplantılarında muhabirlere, ’’Bu bürodan Turgut Özal karşıtı haber yazdırmam’’ diyordu. Emine Uşaklıgil- Hasan Cemal ekibinin yönetime hakim olmasından sonra ’’ahde vefa’’ kimsenin aklına gelmedi. İlhan Selçuk ve arkadaşlarınıa yol göründü. İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Cüneyt Arcayürek, Ali Sirmen, Ergun Balcı, Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday başta olmak üzere 80 kişilik bir kadro gazeteden ayrıldı. Her şey, eski bir filmin tekrarı gibiydi. Okurlar yine bu ‘değişime’ tepki gösterdi. Gazete yine tiraj kaybetti. Hasan Cemal ekibi, Tıpkı 1971’dekiler gibi, yönetimi İlhan Selçuk ekibine bırakarak gitmek zorunda kaldı...

‘’Liberal ekip’’ boş durmadı. Hasan Cemal ve Okay Gönensin Sabah grubuna geçtiler. Cumhuriyet’in okurlarını kapmak için Okay Gönensin yönetiminde, Cumhuriyet’e benzetmeye çalıştıkları Yeni Yüzyıl gazetesini çıkardılar. Tutmadı. Aynı yolu Doğan grubunda Radikal gazetesiyle denediler. Başaramadılar. Yel kayadan bir şey götüremedi…

Yalçın Doğan üstada bir çift sözüm daha var: Öyle böbürlenerek tarafsız hakem, ombudsman pozlarında gezinmesin. Sosyal medyayada dolaşan bir video var: Prof. Erol Mütercimler, 1999 yılında, AKP’nin kuruluş günlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı İstanbul’daki bir ev toplantısından söz ediliyor. Amerikan konsoslos yardımcısıyla Fehmi Koru ve Tuğrul Türkeş’in de katıldığı bu toplantıda sizin de yer aldığınız öne sürülüyor. Bu videoda anlatılanlar doğru mu? Doğru değilse çıkıp yalanlamayacak mısınız?

https://www.youtube.com/watch?v=JQj0uAAikRA

Demem o ki; yaşam çizgisi flu, beyninin arkasında hep bir şeyler saklayan, Cumhuriyet’in varlık/ yokluk kavgasında Cumhuriyet’in karşısında yer almış birinden objektif bir değerlendirme beklenemez…

Oya Baydar ablamız’ın T24’de yazdıklarıyla ilgili de söyleyeceklerim var:

Yangın bizim evde çıkıyor, dumanı başka bacadan tütüyor. Oya Baydar ablamız almış eline kılıcı, Cumhuriyet gazetesine sallıyor da sallıyor. Yüreğinde bir dirhem Cumhuriyet sevgisi yok. Nefret var, düşmanlık var, kin var! Düşünün, böyle biriinin aynı yastığa baş koyduğu eşi Cumhuriyet gazetesini ynetmiş. Elbette Aydın Engin abimiz boş durmamış, Cumhuriyet’te çalışırken bir ’köstebek’ gibi gazete arşivini taramış; gün gün, tarih tarih inceleyip Oya ablamıza ’veri’ hazırlamış. Oya ablamızın derdi, ne eski yönetim, ne yeni yönetim; onun Cumhuriyet’le sorunu var. 1930’lara, 40’lara, 50’lere giderek esas hedefinin Cumhuriyet gazetesi olduğunu saklamıyor… Baydar’a göre, (Cumhuriyet gazetesi, Türkiye Cumhuriyetinin yönetiminin kurulmasından bu yana varlığını sürdüren ‘derin devlet’‘ tarafından ele geçirilmiş. O ’derin devlet’, varlığını hâlâ sürüdürüyormuş. .. Recep Tayyip Erdoğan, bu derin devletle uzlaşmışmış...) O nasıl ‘derin devlettir’ ki ordusunun darmadağın edilmesine göz yummuş. Kendisine hizmet eden Uzan medyasının , Sabah ve atv’nin el değiştirlmesine ses çıkarmamış. ’Derin devlet’in amiral gemisi Hürriyet gazetesinin perişan edilerek basit bir takaya dönüştürülmesine seyirci kalmış. Sıra Cumhuriyet’e gelince aslanlar gibi kükreyerek yönetime el koymuş... İşte, kerameti kendinden menkul takıntıların insanı götüreceği yer burasıdır.

Bu ‘’Yetmez, ama evetçi’’ lerin pişkinliği insana pes dedirtiyor. 2010 Anayasa oylamasında ‘’yetmez ama evet’’ diyerek bu günlere gelmemizin temel taşlarını bunlar döşemedi mi? Bu karabasan günlere gelmemizin baş sorumluları Altan kardeşler, Hasan Cemal’ler, Oya Baydar’lar değil mi? Birer kağıt mendil gibi kullanılıp atıldılar. Taraf gazetesinin ‘Ordu camileri bombalayacak’ manşetlerini alkışladılar. Bazılarının ‘Ergenekon’ derken hâlâ ağızları köpürüyor. O nasıl Erkenekondur ki, bir genel kurmay başkanları tutuklanmış, diğeri hükumete Milli Savunma Bakanı olmuş. Bu ‘vicdan tacirleri’, Ali Tatar’lar, Kuddusi Okkırlar, İlhan Selçuk’lar, Türkan Saylan’lar ölüme sürüklenirken neredeydiler? Bırakın karşı çıkmayı, o insanlık dışı uygulamaları alkışlamadılar mı?

Ragıp Duran’ın ’artı gerçek’ sitesinde yayımlanan ’Ah Cumhuriyet, vah Cumhuriyet’ başlıklı düzeysiz, ’belden aşağı vurmalı’ pespaye yazısını ciddiye alıp bir değerlendirme yapmayacağım...

Cumhuriyet gazetesinden son ayrılmaları alkışlamak mümkün değildir.

Zaman zaman farklı düşünsem de, Can Dündar, Murat Sabuncu, Güray Öz, Özgür Mumcu, Kadri Gürsel, Hakan Kara, Çiğdem Toker ve Aslı Aydıntaşbaş’ın yazılarını empati kurmaya çalışarak okuyordum. Benim için ‘tırmalayıcı’ da olsa, Aydın Engin’in yazılarıyla bile empati kurmaya çalışıyordum.

Elbette, bugünkü Cumhuriyet gazetesi yönetmiyle ilgili de çekincelerim var.

Eleştiri hakkımı saklı tutmak,’’Bakalım, görelim’’ diyerek şans tanımak istiyorum.

Gerekirse, yeni bir ’’Benim Cumhuriyet Sevdam ’’ yazısını da bu yönetim için yazmaktan çekinmem.

Hepimizin kökünde, hamurunda Cumhuriyet mayası var.

Nankör olmamak lazım..

Ne diyordu babam: ‘’Yol kes, bel kes; ama vicdanı elden bırakma!..’’

Bunları yazmak benim için bir vicdan borcudur..


 

Not: ABC gazetesinde, 7 Kasım 2016 tarihinde yayımlanan ‘’Benim Cumhuriyet Sevdam’’ başlıklı yazımın ilk bölümünü ekte sunuyorum:

https://www.abcgazetesi.com/yazarlar/benim-cumhuriyet-sevdam-7421yy/haber-7421

ali.nergis@gmail.com