Beş dakikalık ‘yeller’…

Ali Haydar Nergis

‘Şarkıcı ‘ Demet Akalın, ''Keşke herkesin Reis'le beş dakika geçirme şansı olsa... ‘’ demiş.

Türkçe, lastikli bir dil; ne yana çevirirsen çevir!

Her takla atışında çın çın öten hamam tası gibi bir laf…

Böyle ‘sanatçılar’ her dönemde vardı.

Kenan Evren de, böyle ‘sanatçı’ları gruplar halinde kabul eder, birlikte yemek yer, hediyelerle ödüllendirirdi.

Cumhurbaşkanlığı muhabirlerinin görevi, Çankaya Köşkü’nde kendilerine ayrılan yerde bekleyip, içeriden çıkanlara soru sormak, haber yakalamaya çalışmaktı.

Bir gün Köşk’ten çıkan Emel Sayın’a soruldu:

‘’ Kenan Evren, en çok sizin neyinizi beğendi?’’

Yanıtı şöyle olmuştu:

‘’Sayın Evren, çok nazik bir insan, en çok benim cildimi beğendi…’’

Acar gazetecinin biri taşı gediğine koydu:

‘’Peki,  kapağı çevirip sayfalarınızı okumadı mı?’’

Ortalık bu gibi olmuştu!..

Neyse, geçelim o sayfaları…

Demet Hanımın sözlerinden benim aklıma takılan şu: ‘’ Acaba, insan Reis’le 5 dakika geçirdikten sonra nasıl bir değişim yaşar?’’

Ben, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la değil ‘beş dakika’, saatleri bir arada geçirmiş bir adamım.

Demet Hanımın sözlerinden sonra aldı beni bir düşünce:

‘Acaba, Sayın Erdoğan’la o uzun görüşmemden sonra bende bir değişiklik olmuş muydu?’

 

***

 İsveçte yaklaşık  6 yıl yaşadıktan sonra, 1994 yılında,Türkiye’ye ilk  dönüşümü  gerçekleştirmiş,  Zafer Mutlu- Selahattin Duman yönetimindeki Dinç Bilgin’e ait SABAH grubunda çalışmaya başlamıştım. İstanbul’da,  eski bir hukuka sahip olduğum Selahattin Dumanın yanında  serbest  röportaj muhabirliği yapıyordum. Sevgili Nebil Özgentürk’le masalarımız yan yanaydı. Bizim Çukurova deyimiyle, ‘Kıçı bir türlü mindere değmeyen’  Nebil’in telefonlarına bakmayı da kendime görev edinmiştim.

Recep Tayyip Erdoğan, Refah Partisi’nin ‘yenilikçi’ İstanbul  İl Başkanıydı. 27 Mart 1994 belediye seçimleri öncesiydi. Erdoğan İstanbul belediyesi  başkanlığına adaydı. Sinema sanatçısı Halil Ergün de SHP’den Beyoğlu ilçesi belediye başkanlığına aday olmuştu.  

Seçim öncesinde Recep Tayyip Erdoğan ve Halil Ergün’le röportaj yapmayı kararlaştırdım. Önce Halil Ergün’le görüştüm. Yılmaz Güney’le çeşitli filmlerde oynamış Halil Ergün, o zamanlar  ‘dumanı üstünde’ bir devrimciydi. DEV-GENÇ’li olduğundan, Beyoğlu ile ilgili projelerinden, Yılmaz Güney anılarından söz etti… 

Röportajı hazırlayıp bir kenara koydum. Recep Tayyip Erdoğan’la da görüştükten sonra ikisini birlikte yayımlayacaktım.

Erdoğan’la  görüşmek için Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığına  telefon ettim. Adımı, soyadımı, çalıştığım yayın organının adını not ettikten sonra ‘’ Biz, size döneriz!’’ dediler. Beklemeye başladım.

O arada, gazetede, aynı serviste birlikte çalıştığımız , Kavacık’ta oturan, (adını şu anda anımsayamadığım ) bir arkadaş yanıma geldi. Samimi bir ifadeyle, "Refah Partisi İl Başkanı Recep Beyle röportaj yapmak istiyormuşsun. Seni bana sordular , olumlu görüş bildirdim." dedi. Çok şaşırdım! Bir partinin il başkanıyla röportaj yapmak isterken, birliklikte çalıştığınız  bir arkadaşınız size referans oluyordu. Çok geçmeden  Refah Partisi İl Merkezinden arayayıp  Recep Tayyip Erdoğanla yapacağım röportajın gününü, saatini bildirdiler

Randevu günü, elimde kasetli küçük ses alıcımla Topkapıda, sanayi bölgesinin içindeki il merkezine gittim. Merdivenleri çıktıktan sonra Erdoğanın odasına aldılar. Erdoğan, özgüvenli görünüyordu. Sözü hiç dolaştırmadan, ‘’ Sizi, SABAH gazetesinde çalışan partili arkadaşımız (...)a  sordum. Sizin dürüst bir gazeteci olduğunuzu söyledi.‘’ dedi.

 "Biliyorum.’’ Karşılşığını verdim tedirgin bir ifadeyle.  Onun da yakalamak istediği bu tedirginlikti sanırım…

‘’İsveçten, Malmö kentinden gelmişsiniz. Orada, yakın dostumuz, Mardinli Çiçek ailesi var;onlarla bir bağınız var mı?’’

‘’O aileyi duydum, içlerinden birkaç kişiyi tanıyorum, ancak yakın bir ilişkim yok…’’

George Orweel’in, ‘1984’ romanını yaşıyordum sanki.

Bütün bunların yapacağım röportajla ne ilgisi  vardı?

Bir ilgisi vardı aslında…

Sıklıdığım anlayan Erdoğan, daha fazla uzatmadan  ‘’ Başlayabiliriz!’’  dedi.

O röportajlıni ses kayıtlarını hâlâ İsveç’teki evimde saklıyorum.İlerde başka bir yazı konusu olur belki…

Görüşmeden çıktıktan sonra düşünceli ve huzursuzdum. Sorduğum sorulara yanıt  vermek yerine, karşı sorularla adeta sorgulanmıştım.

Bu bir Orwell yöntemiydi…

Gazeteye döndükten sonra  görüşmeyi Selahattin Duman’a anlattım: O günkü Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili  izlenimim şuydu:

Recep Tayyip Erdoğan, kendisine bağlı çok güçlü bir özel istihbarat ağı oluşturmuştu. Gelmişini, geçmişini iyice araştırmadığı kişiye selam dahi vermiyordu..

 Halil Ergünle yaptığım röportaj yayımlandı. Ancak,  Recep Tayyip Erdoğan röportaj, o zamanki sabah gazetesi ile Erdoğan arasındaki sorunlar nedeniyle yayımlanmadı. Hâlâ arşivimde yayımlanacağı günü bekliyor..

***

Demet Akalın’ın, o ‘veciz’ sözlerinden sonra,  Recep Tayyip Erdoğan’la röportaj yaptığım günleri yeniden anımsadım..

Peki, ben de o‘’beş dakikalık değişimi’ yaşamış mıydım?

Hayır!

O gün, Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili izlenimim ne idi ise,bugün de odur...

Haberde, yazıda tarafsızlığımı korumak koşuluyla, o gün de muhaliftim, bu gün de muhalifim…

O ‘beş dakikalık’ yeller, bizim buralardan hiç geçmedi  Demet hanım…