Marks ve Engels, sosyalizmi kuramsallaştırırken, bilimden, mantık ve sosyolojinin kurallarından yararlandılar. Kurdukları öğretiye, sosyalizm adını verdiler. Sosyalizmin İlk uygulaması, Rusyada, Leninin önderliğinde, 1917 Sovyet devrimiyle gerçekleşti.
İşçi sınıfının öncülüğündeki devrimde, işler önceleri iyi gitti. Leninin ölümünden sonra, sosyalizmden sapmalar başladı. Leninden sonra yönetime gelen Stalin, sosyalizmi ayakta tutmaya çalışırken zor uyguladı, kıyımlar gerçekleştirdi. Ancak, başarılı olamadı. Onun ölümünden sonra, yönetim, parti bürokratlarının eline geçti. Sosyalizm, Marks, Engels ve Leninin öngördüklerinden farklı bir yol izlemeye başladı.
Sovyetler Birliğinin, güçlü bir Komünist Partisi, Politbürosu , Parti okulu , KGB gibi bir gizli servisi örgütü ve Kızıl Ordusu vardı. Ancak, bütün bunlar, sosyalizmi ayakta tutmaya yetmedi. Doğrusuyla , yanlışıyla 73 yıl yaşadıktan sonra, 1990lı yılların başında yıkıldı.
***
Mao Zedung, sosyalizm öğretisini geliştirerek Çinin koşullarında uyguladı. Çinde, işçi- köylü önderliğinde bir Kızılordu örgütledi. Uzun Yürüyüşler gerçekleştirerek Çini işgal eden Japonyayı dize getirdi.. Çin devrimini gerçekleştirdi. Mao, Sovyetler Birliğinde , sosyalizm uygulamalarındaki çarpıklığın farkındaydı. Aynı sapmanın Çinde de yaşanmaması için önlemler aldı. Sosyalizmin içselleştirilmesi için Kültür Devrimini başlattı. Sosyalizm , çocuklara ilkokul sıralarından itibaren öğretilmeye başlandı. Herkesin, göğsünün üstünde taşıdığı, sosyalizm ve Mao Zedung kuramını anlatan bir Kızıl Kitabı vardı. Çin Kızıl Ordusu, kültür devriminin temel gücüydü. Ancak, Çin devriminde de, Sovyetlerdekine benzer bir sapma yaşanmasını önlenemedi. Maonun ölümünden sonra (1976) Çindeki sosyalizmden sapma daha belirgin bir hale geldi. Sosyalizm kuralları esnetilerek kapitalist dünya ile ekonomik ilişkiye geçildi. Çin, sosyalizm uygulayarak elde edemediği başarıyı , bu dönüşümden sonra gerçekleştirdi.
Türkiye solu , 12 Eylül 1980 öncesinde, Çin devrimini , Çin- Sovyet çatışmasını çok tartıştı. Coca Colanın Çine girmesi ve Macdonalds salonlarının açılması, kapitalizme doğru evrilmenin başlangıcı sayıldı.
***
Nikolay Çavuşesku, Sovyet blokunun dağılmasından çok önce, sosyalizmi terk ederek, Romanyada kafasına ve çıkarlarına göre bir yönetim şekli oluşturdu. Halkın üzerinde baskı ve şiddeti arttırdı. Ordu ve polis aracılığıyla yönetimini sağlamlaştırdı. Romanyanın tek adamıydı. Sonunda, bir askeri darbeyle devrilmekten ve kurşuna dizilmekten kurtulamadı.
***
Tersinden de örnekler de verelim…
Hitler, Almanyanın tek hâkimi, tarihin en zalim diktatörüydü. Göbelsleri, gaz odaları, SS kıtaları vardı. Kocayı karısına izleten güçlü bir jurnal ağı kurmuştu. . İkinci Dünya Savaşında, Sovyetler Birliğine yenilmesinden sonra, siyanür içerek ve şakağına kurşun sıkarak intihar etti.
Musollini de, İtalyannın kanlı diktatörüydü. İtalyada bir polis devleti ağı kurdu. Kitap ve gazetelere sansür uygulandı. Gazetecileri tutuklattı. İktidardaki faşist partisi dışındaki partileri kapattı. Kara gömleklileri aracılığıyla halka korku saldı. İkinci Dünya Savaşındaki yenilgisinden sonra, onun da ölümü komünist bir partizanın elinden oldu.
***
Yakın geçmişe bakalım...
Saddam Hüseyin, Irakın güçlü ve zalim diktatörüydü. Halkına ve Kürtlere kan kusturdu. Kendisine karşı çıkanları kurşuna dizdirdi, idam ettirdi, işkencelerden geçirdi. Ülkeyi kardeşi, oğulları, damatlarıyla birlikte yönetti. Onun da, devrim muhafızları, cehennem topları vardı. Astığı astık, kestiği kestik bir diktatördü. Kendisine kurulan emperyalist tuzakları fark edemedi. Kuveyti işgal etti ve sonunda ipe gitmekten kurtulamadı.
Kaddafi, Hüsnü Mübarek, Zeynel Abidin Bin Ali… Sonları belli.
Diktatörlüklerden geriye kalan, kan, acı ve gözyaşıydı… .
Birinci ve İkinci Dünya savaşı yıllarında birçok ülke diktatörlük yolunda ilerlerken Türkiye demokrasiyi seçti…
Mustafa Kemal, isteseydi, diktatörlüğünü ilân edebilirdi; istemedi.
İnönü, diktatör olabilirdi; olmadı.
1950 yılına dek süren CHP iktidarı diktatörlük değildi.
Diktatörlükler yeryüzünden birer birer silinirken, Türkiye tek adamlığa yöneliyor.
İslâmi referanslarla demokrasi olmazmış; sonunda anladık.
Oysa, din ile laik devlet, Cumhuriyetin ilk yıllarında, birbirinin işine karışmadan, birlikte barışık yaşamayı başardı.
1950 Demokrat Parti iktidarıyla birlikte, bir geriye dönüş başlatıldı.
Aydınlanmanın beşiği köy enstitüleri kapatıldı.
Onların yerine, ülkenin her yanında sayıları giderek artan imam hatip okulları açıldı.
Son 15 yılda, hız kazanan bir ivme ile, devlet, kendini dindin üzerinden ifade etmeye başladı.
Eğitim dinselleştirildi.
Din devlet yönetiminde bir referans haline geldi.
Ülke, din kurallarına göre yönetilmeye başladı.
Cumhuriyet öncesinde sopayla yönetilmeye alıştırılmış bir toplumduk.
Her şey, aslına rücu etmeye( dönüşmeye) başladı.
Şimdi, yeniden Cumhuriyet öncesindeki genetik kodlarımıza dönüyoruz.
Biz, başımızda bir çoban olmadan yapamazdık.
Beğenmediğimiz kişileri ipte sallandırmalıydık…
94 yıllık Cumhuriyet, bugün savunmasız ve yapayalnız ortada kaldı.
21. yüz yılın başında, Dünyanın çoktan ıskartaya çıkardığı yönetim modellerini yeniden denemeye kalkışıyoruz.
Sonu olmayacak beyhude bir gidiştir bu.
Bunu kavramak için bir süre daha kan ve gözyaşı akıtılacak.
Anlayacağımız dilden söyleyecek olursak:
Herkes gider Mersine, biz gideriz tersine…
ali.nergis@gmail.com