İsveçte umarsız günlerimdi…
Yakınlarınızda bir tanıdığınız, eşiniz, dostunuz; tutunacak dalınız yoksa, zordur gurbetlik.
Sokaklarda yürürken, Türkçe konuşan biriyle karşılaştığınızda, koşup boynuna sarılasınız gelir…
İşte böyle zamanlarda çıkıp geldi İbrahim Çenet.
İbrahim Çenet,1968li ve 78li yıllarda, devrimci gençlik hareketinin öncülerindendi. Mahir Çayanın dava arkadaşıydı.
İstanbul Hukuk Fakültesinde Deniz Gezmişle aynı sınıfta okudu. Ziya Yılmaz, Cihan Alptekin ve Ulaş Bardakçı ile birlikte gençlik mücadelesinin içinde yer aldı.1968 yılında, Amerikan 6. Filosunun İstanbula gelmesini protesto edenlerin arasındaydı. Devrimci Gençlik Birliği (DEV-GENÇ)in kurucularındandı. 1972de, Deniz, Yusuf ve Hüseyin hakkındaki idam kararı kesinleştiğinde, giriştiği bir eylemde parçalanan iki kolu ve bir bacağı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Prof. Dr. Kaya Gürsel ve o zamanlar doçent olan Kemal Alemdaroğlu tarafından kesildi. Sabahleyin hastanede gözünü açar açmaz, , zamanın İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün tarafından görevlendirilen sorgu timleri tarafından alınarak sorguya götürülmek istendi. Ancak, Hastane Başhekim Fahri Arel tarafından izin verilmedi. İlk tedavisi tamamlanır tamamlanmaz hastaneden alınarak Selimiye Kışlasındaki sorgu hücresine götürüldü. Yaralarının iyileşmesi beklenmeden işkenceye yatırıldı. Selimiye Kışlasında, Dingonun Hanı denilen bölümde, Yılmaz Güney, Adnan Çakmak(Fevzi Çakmakın oğlu), Talat Turan ve Orhan Savaşçı ile birlikte kaldı. İbrahim Çenet, 12 Mart ve 12 Eylülden sonra, cezaevine en çok girip çıkanlardan biriydi. Selimiye Askeri Cezaevi başta olmak üzere, Adana, Niğde, Metris ve Osmaniye cezaevlerinde toplam 7.5 yıl hapis yattı.
Çenetin İsveçe gelişiyle, çölde suya kavuşmuş gibi olduk. Kısa sürede, etrafında bir ilgi çemberi oluşturduk. Önderlik yeteneği ve birikimiyle güç ve ışık kaynağımız haline geldi. Ülkeye dönemeyen sığınmacının arkadaşı, moral sıkıntısı yaşayan gurbetçinin doktoru, kafası karışık solcunun yol göstericisi oldu.
Sovyetler Birliğinin dağıldığı yıllardı… Kafalarımız karmakarışıktı. Yeterli ideolojik donanıma sahip olamayanlarımız önünü göremiyor, boşluğa düşüyordu. Sovyetler Biriliğindeki bürokratik sosyalizme karşıydık. Ancak, nasıl bir çıkış yolu bulunacağını bilemiyorduk. O yıllarda, Sovyetler Birliğinde yeni bir yapılanmaya imza atan Mihail Gorbaçovu, sosyalizmi daha ileriye götürecek bir kurtarıcı gibi görüyorduk. İbrahim Çenet, bu öngörüyü elinin tersiyle bir kenara itti. Sovyetler Birliğindeki yeni yapılanmaya karşı kararlı birarşı duruş sergiledi. Kafa karışıklığı günlerinde mihenk taşımız oldu.
Bir gün, bir sohbet anında boş bulunmuş, Sosyalizm artık öldü! deyivermiştim. Vay, sen misin bunu diyen!
Çenet, keskin bir kılıç gibi kınından fırladı, yerden yere vurdu beni; Yeryüzünde insanlık yok olmadıkça, sömürü ve ezen/ ezilen çelişkisi var oldukça, sosyalizm umudu da sürecektir... dedi. O konuşmadan sonra, beynimde kaçışan keçiler yerlerine döndüler. Çenet, o gün bana esaslı bir balans ayarı vermişti. O gün, bu gündür aynı kararda gidiyorum…
Aslında, her birimizin bir hikâyesi vardı. İbrahimin hikâyesi daha farklıydı. Avrupaya ilk kez, 12 Mart 1971 darbesinden birkaç yıl sonra, çıkmıştı. Kaçak, göçek halleri devam ederken, Türkiyede yaptırdığı basit el ve ayak protezleriyle rahat hareket edemiyordu. Almanyaya, daha kullanışlı protezlere sahip olduktan sonra geri dönüp mücadelesini sürdürecekti. Yurt dışında bulunduğu süre içinde, Almanya ve Fransadan siyasi sığınma önerisi aldı, ancak, kabul etmedi. Onun meskeni dağlardı, kendi ülke toprağıydı. Geri döndü.12 Eylül 1980 darbesine dek kavgasını sürdürdü.12 Eylül koşullarında da ülkeyi terk etmedi. Çeşitli davalarda uzun cezalar aldı. Bu da yetmiyormuş gibi, her gün hakkında yeni davalar açılıyor, yeni mahkûmiyet kararları veriliyordu. Protezli bedensel koşulları, kaçak yaşamasını zorlaştırıyordu. Arkadaşları, yurt dışına çıkmasını önerdiler. Eşi ve kızıyla Yunanistana geçti. Orada iki yıl yaşadıktan sonra, 1990 yılında geldiği İsveçe yerleşti.
Geldiği günlerde, Neden başka bir ülke değil de, İsveç? sorusuna şu yanıtı veriyordu:
Ben, Almanyaya yerleşmeyi düşünmüştüm. Fransızca biliyordum; Almanya olmazsa, Fransaya gitmeyi planlıyordum. Danimarkada yaşayan bir arkadaşım, İsveçi önerdi. Siyasi ve kültürel etkinliklerimi İsveçte daha rahat sürdürebileceğimi söyledi.
Malmö, Danimarkanın başkenti Kopenhaga çok yakın. İki kent, birbirine Baltık Denizi ile ne bağlanıyor. İkisi de İskandinavya ülkesi olan İsveç ve Danimarka birbirlerine karşı vize uygulamıyor. İsveçin olumlu koşulları, kolay hareket etme olanaklarına sahip olma düşüncesi beni İsveçe yönlendirdi…
İbrahim Çenetin, Malmö günlerinin yakın tanığıydım.
Evlerimiz birbirine çok yakındı. Neredeyse, bütün günlerimiz birlikte geçiyordu. Çenetin ev, bakım ve temizlik hizmetleri Malmö Komünü(belediye) görevlileri tarafından karşılanıyordu. Her sabah geliyor, evde temizlik yapıyor, verilen siparişleri satın alıyor, yemek hazırlıyor, Çenete banyo yaptırıp gidiyorlardı. Bu denli aşırı ilgiye alışık olmayan Çenet, zamanla bu hizmetlerden bazılarını eledi. Su kuşuna benzemeye başladığını düşünerek banyo sayısını iki günde bire indirdi. Ancak, başka bir sorun vardı. Belediye görevlileri, günlük işlerini bitirdikten sonra onu evde yalnız bırakıp gidiyorlardı. Çenet, protezlerle çıkıp dolaşması zor olduğu için günün büyük bölümünü evde yalnız geçiriyordu. Konuşacak, düşüncelerini tartışacak, yazı yazarken kendisine yardımcı olacak birine gereksinmesi vardı. Bu isteğini Komün(Belediye) yöneticilerine bildirdi. Eve sosyal hizmet uzmanları, psikologlar geldi. Düşündüler, tartıştılar, Çenetin bakım ve ev hizmetleri dışındaki günlük işlerinde yardımcı olmak için beni asistan olarak atamayı kararlaştırdılar. Her gün sabah saat 9.00 da geliyor, Çenetle sohbet ediyor, çay içiyor, daktilo ile yazı yazıyor, birlikte sosyale etkinliklere katılıyor, parklarda dolaşıyor; bu görevim karşılığında da belediyeden her ay düzenli maaş alıyordum.
O yıllarda, ikimiz de bekârdık. Türkiyenin yorgunluklarını taşıyarak gelmiştik. İki Adanalı, bazı günler İsveçli sanatçıların takıldığı eğlence yerlerine giderek efkâr dağıtıyorduk. (İizninizle oraları fazla değinmeden geçeceğim.)
Çenet, İsveççe öğrenmek için devam ettiği dil okulunu, bürokratik işlerini yürütmek için gittiği kamu kuruluşlarını birer tartışma alanına çeviriyordu. Gördüğü haksızlıkları anlatıyor, İsveçin, Amerikan işbirlikçiliğini her fırsatta yüzlerine vuruyordu.
Çenet, İsveçte yaşamasına karşın,Türkiye ile bağlarını hiç koparmadı. Almanya, Fransa başta olmak üzere hemen her ülkeden arkadaşları ziyaretine geliyordu. Onlarla ilgilenmek de benim gönüllü görevlerim arasındaydı.
Bilgisayarın henüz yaşamımıza girmediği yıllardı. Kitaplarını yayımlamak için Çardak Yayınevini kurdu. Daktilo ile yazıp, fotokopi ile çoğalttığımız Acı Çocuğu Kırağı Çalmaz, Bin Çiçekli Bahçe, Öz, adlı kitapları, bu yayınevinde çıkan ilk yayınlardı. İsveç Kütüphaneler Müdürlüğü tarafından satın alınan kitaplar, ülkedeki kütüphanelere dağıtıldı. Çenet, bir süre sonra, benim de üyesi olduğum Güney İsveç Yazarlar Birliğine katıldı. Hikâyeleri, şiirleri İsveç antolojilerinde yayımlandı. Onun, Türkiyeden İsveçe geliş serüvenini anlatan tiyatro eseri, Malmö Halkevi Sahnesinde, kızı Kübele ve eşi Fatma tarafından canlandırıldı. Çıkardığı Yarına Doğru adlı sanat- edebiyat dergisinde, Avrupadaki Türk yazarların şiir ve yazılarına yer verdi.
Çenet, Türkiyeden zengin bir sendikacılık deneyimi ile gelmişti. İsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyonu ile ortak bir çalışma içine girerek deneyimlerini aktardı. Yazı ve söyleşileri Federasyonun yayın organı Yeni Birlik Dergisinde yayımlandı.
Uppsala Üniversitesi Türkoloji bölümünde Türk kültürü ve halk edebiyatı konularında konferanslar verdi. İsveçlilere Yunus Emreyi, Karacoğlanı, Dadaloğlunu, Pir Sıltanı anlattı. Bütün çalışmalarında odaklandığı tek nokta insandı. Geldiği günden başlayarak, İsveçteki göçmenlerin durumunu yakından inceledi. Orta Doğudan, Balkanlardan, Türkiyeden gelen göçmenlerle yakın ilişki kurdu. Onların yaşam deneyimlerinden sonuçlar çıkardı.
Çenetle, İsveç günlerimiz rüzgâr gibi geçti. Yılların nasıl evrildiğini anlayamadık.
2000 yılında çıkarılan aftan sonra, bizleri bırakarak Türkiyeye dönmeye, aslına rücu etmeye karar verdi.
2004 yılında, doğduğu yer olan Osmaniyenin Çardak Köyüne yerleşti. Prof. Dr Yalçın Yüreğir, Doç. Dr. Çetin Veysal, Mimar Haydar Aktürk, Mühendis Deniz Kaypak ve heykeltraş Ahmet Kamacı ile birlikte Anadolu Halk Bilimleri ve Kültür Derneğini kurdu. Bu dernek aracılığıyla, halk bilimi ve çeşitli sanat dallarında etkinlikler düzenlenerek Özgür İnsan Ödülü verilmeye başlandı. Prof. Dr. Yalçın Yüreğir, Prof. Dr. Afşar Timuçin, Şair Ataol Behramoğlu, film yapımcısı Abdurrahman Keskiner ve TMMOB eski Başkanlarından Kaya Güvençten oluşan dernek jürisi, ilk Özgür İnsan Ödülünü 2005 yılında Muazzez İlmiye Çığa, 2006 yılında Prof. Dr. Oktay Sinanoğluna, 2007 yılında da Yaşar Kemale verdi.
ali..nergis@gmail.com