Bedenim, ayaklarım İsveçte; yüreğim Erzincanın Dılav köyünde kalacak..
Musa Güner, 1943 yılında, Erzincan a bağlı Üzümlü İlçesinin Ermenice adı Dılav olanÇamlıca Köyünde Zaza bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İsveçe 17 yaşında geldi. Bir süre tekstil işinde çalıştıktan sonra, okuyup makine mühendisi oldu. Ardından Mineroloji ve Petroloji doktorluğu eğitimini tamamladı. İsveç Lund Üniversitesinde ve Ankara Hacettepe Üniversitesi Maden Mühendisliği Fakültesinde öğretim üyeliği yaptı. İsveçe geldiği günlerde sadece anadili Zazacayı biliyor. Türkçeyi yeterince konuşamıyor. İş saatleri dışında okula giderek İsveççe ve İngilizce öğreniyor; yetersiz Türkçesini de özel çabasıyla İsveçte geliştiriyor. Geliştirmekle kalmıyor; seksen iki bin sözcüklü Türkçe – İsveççe sözlük hazırlıyor. İsveç okullarındaki Türkçe anadili derslerinde ve göçmenlere İsveççe öğretilen dil okullarında halen bu sözlükten de yararlanılıyor.
Musanın eşi Barbara, Polonyalı. İki kızları var; Elif ve Nuray, Türkçe adlar taşımalarına karşın, Türkçe konuşamıyorlar. Evde İsveççe konuşuluyor. Elif ve Nuray, Türkçe sorularıma gülümseyerek karşılık veriyorlar.
Musa, sağlık sorunları nedeniyle uzun yolculuk yapamıyor, tatile gidemiyor. Nasılsın? diye sorduğumda, Bir salıncakta gidip geliyorum diyor. Emeklilik günlerini köşesinde dinlenerek geçiriyor. Sağlık sorunları arttıkça, yaşı ilerledikçe doğduğu yer olan Erzincanın Dılav Köyünü daha çok özlüyor. Derin düşüncelere dalıp, çocukluk anılarına gidiyor:
... Köylerinde üç çeşme var. İçme ve kullanma suyu bu çeşmelerden karşılanıyor. Beyaz çamaşırlar külle kaynatılarak yıkanıyor. Diğer çamaşırlar için beyaz sabun kullanılıyor. Kadınlar, saçlarını kil adlı mavi ve yumuşatıcı bir toprakla yıkıyorlar.. Şahsanem, Musanın çocukluk arkadaşı. Kırlarda birlikte oynuyor, hayvan otlatıyorlar. Şahsanemin yalınayakları su toplamış, iltihaplanmış; yarasında kurtçuklar oluşmuş. Musa, Şahsanemin ayaklarındaki larvaları iğne ile ayıklıyor; yakılmış bez parçalarının külüyle sararak iyileştirmeye çalışıyor. Şahsanem, yetersiz beslenmekten zayıflamış, çöp gibi olmuş. Sabah ayazında kırda hayvan otlatırken üşüyor. Köyde herkesin sırtı yamalı. O zaman düşünmeye başlıyor Musa çocuk aklıyla; ne yapmalı, köylüyü bu yamalı giysilerden nasıl kurtarmalı? Aklınca çareler de buluyor: Kente gidecek, büyük okullarda okuyacak; dokuma ustası olacak, tezgâhlarda daha çok kumaş ve pazen üretilecek; köylüler, bu sefil giysilerden böyle kurtarılacak.. kurtarmalı.. Dılav Köyünün toprakları dağınık; inişli, yokuşlu. Ulaşım atlarla, eşeklerle, kağnılarla sağlanıyor. Başlıca besin kaynakları mayalı ekmek, soğan ve çökelek; Zazacada çökeleğe torak... diyorlar. Zengin sofralara oturamıyorlar bir türlü. Ekmek bulduklarında, soğan olmuyor; ekmek ve soğanı bir araya getirdiklerinde torak bulunmuyor. Tek odalı, kerpiç bir ilkokulda okuyorlar; oda üçüncü sınıfa kadar eğitim veriyor. Musa, orada öğreniyor Türkçeyi çat pat konuşmayı; adını, soyadını yazmayı.. Yıllar sonra, o günleri anımsarken gülümsüyor; Her şeye karşın güzeldi, ömrümün balıydı o yıllar.. diyor.
Köyde bir baltaya sap olamayacağını anlayan Musa, hayallerinin peşinden koşuyor; daha on üç yaşındayken
İstanbulun yolunu tutuyor, bir dokuma tezgâhının başına geçip çalışmaya başlıyor. Dokuma işini kavradıktan sonra, Taşlıtarlada, Gümüş Motor Fabrikasına işçi olarak giriyor. Necmettin Erbakan, o fabrikanın müdürü. Erbakan Hoca, o yıllarda doçent henüz; sabahları İstanbul Teknik Üniversitesinde ders veriyor; öğleden sonra da Gümüş Motor Fabrikasında müdürlük yapıyor.
O günleri şöyle anlatıyor Musa Güner:
Motor Fabrikasında çalışıyorum, ama aklım fikrim dokuma tezgâhlarında. İsveçlilerin o yıllarda yeni bir dokuma tezgâhı geliştirdiklerini duydum. Bir yolunu bulup İsveçe gitmeliydim. O dokuma tezgâhında çalışmalı, sonra da tezgâhın nasıl üretildiğini öğrenmeliydim. Düşüncemi fabrika müdürlerinden birine açtım. Çok hoşuna gitti. Bana yardımcı oldu. Älmhultteki dokuma fabrikasına istek mektubu yazdı. Kısa bir süre sonra olumlu yanıt geldi. İsveçe gitmenin yolu açılmıştı, ancak,bu kez de bilet parasını denkleştiremiyordum. Fabrikadan kazandığım ücretle ancak kendimi geçindirebiliyordum. Durumumu öğrenen arkadaşlar, bilet paramı karşılamak için fabrikada bir yardım kampanyası başlatılar. Fabrika Müdürü Necmettin Erbakan da o zamanın parasıyla 250 Lira katkıda bulundu. Sirkeciden bindim kara trene, ver elini Malmö. 5 Ekim 1959da İsveçe geldim; iki gün sonra da dokuma fabrikasında işe başladım. İlk günlerde dil konusunda çok sıkıntı çektim. Hemen İsveççe ve İngilizce öğreten bir okula yazıldım. İşten çıktıktan sonra İsveççe ve İngilizce öğrenmeye başladım.
AHN- TÜRKÇE NE DURUMDA O YILLARDA?
Tamam, ben de tam o konuya geliyordum. Köyde ilkokul üçüncü sınıfa kadar okumuş, çok az şey öğrenmiştim. Küçük yaşta İstanbula gitmiş, orada da Türkçe öğrenmeye fırsat bulamadan İsveçe gelmiştim. Zazaca biliyordum, ancak o da bir işe yaramıyordu. Büyük bir çaabayla Türkçemi de geliştirdim. Türkçeyi de tam olarak İsveçte öğrendim yani. Hem de seksen ik bin sözcüklü Türkçe- İsveççe sözlük hazırlayacak düzeyde..
AHN- MAKİNE MÜHENDİSİ DE OLDUN BU ARADA!
Evet. Sadece dokuma tezgâhında çalışmak yetmiyordu. Okuyup bu makinenin nasıl yapıldığını da öğrenmeli, gerektiğinde tamir de edebilmeliydim. Bu amaçla işten ayrıldım. Devletten burs alarak Hässleholm Teknik Okuluna yazıldım, burayı bitirerek Makine Mühendisi oldum. Amacım, çalıştığım fabrikaya makine mühendisi olarak geri dönmekti. O arada fabrika iflas ederek kapandı. Bir süre işsiz kaldım, sonra yeniden okula başladım. Lund Üniversitesinde jeoloji mastırı yaptım, 1972 yılında, aynı üniversitede jeoloji asistanı olarak göreve başladım. Asistanlık görevimi sürdürürken mineroloji ve petroloji bölümlerini de bitirdim.
Sonra, herkes gibi, Musa Günerde de ülkeye dönüş özlemi başlıyor. Türkiyeye dönmek, bilgi birikimini kendi yurdunda değerlendirmek istiyor. 1986- 87 yılları arasında Ankara Hacettepe Üniversitesi Maden Mühendisliği Fakültesinde öğretim üyeliği yapıyor. Okul iyi gidiyor, ancak, Musa, küçük yaşlarda terk ettiği ülkesine uyum sağlamıyor. Çok şeyin değiştiğini fark ediyor. Kendisi de değişmiştir. Yapamıyor, İsveçe geri dönüyor...
Musa Güner, yaklaşık altmış yıldır İsveçte yaşıyor. Kendi ülkesine uyum sağlayamayan Güner, acabaİsveçli olabilmiş mi?
Yaklaşık altmış yıldır İsveçte yaşıyorum; İsveç yurttaşıyım. İsveçin dilini, kültürünü özümsediğimi söyleyebilirim. Ancak, bu kendimi İsveçli gibi hissettiğim anlamına gelmez. İsveçin de beni bir yurttaş olarak içine sindirebildiğini sanmıyorum. İsveçliler, duygu yoksunu bir toplum. Aralarında duygusal bağlar, sağlam aile ilişkileri yok. Herkes birbirinden soyutlanmış olarak yaşıyor. Devlet, insanların kişisel yaşamına çok fazla karışıyor. Ekonomik beklentilerinden ruhsal beklentilerine dek insanın her şeyini devlet karışılıyor. Devlet, neredeyse herkesin sevgilisi, çocuğu, annesi, babası... Aşk, sevgi, sevinç, üzüntü gibi geğerlerin devlet tarafından karşılanması mümkün mü? Küçük çocuklar, bir yaşından itibaren kreşlere, anaokullarına veriliyor. Çocuklarda, anneye, babaya bağlılık, aile sevgisi gibi kavramlarr gelişmiyor. Eğitimi ve terbiyesi devletin sorumluluğunda olan çocuk, kendisini annenin, babanın, ailenin bir parçası olmaktan çok, devletin bir parçası olarak görüyor. Evde en küçük bir huzursuzluk durumunda, devlet çocuğunuzu sizden alıyor, bir daha göremiyorsunuz..
AHN- PEKİ, İSVEÇTEN TÜRKİYE NASIL GÖRÜNÜYOR?
Musa Günere göre, Türkiyede de artık ölçüler şaşmış, kantarın topuzu kaçmış.. , Cumhuriyet değerlerinin terk edilerek köksüz, gövdesiz nesiller yetiştirilmeye çalışılıyor..
Yeni bir soru sormamı beklemeden tamamlıyoır sözlerini:
Erzincana bağlı, Üzümlü İlçesinin Dılav Köyü, yeni adıyla Çamlıcada dokuz kardeş olarak dünyaya gelmişiz. Kardeşlerin ikisi kız, yedisi erkek. Kızlar daha küçükken ölmüşler. Sonra annemiz, babamız öldü. Erkek kardeşler dünyanın çeşitli ülkelerine dağıldık. İkimiz İsveçteyiz. Kardeşlerimden ikisi Almanyada, biri İsviçrede, bir kardeşimiz de Türkiyede. Bir kardeşimiz de öldü. Yaz tatillerinde herkes köyünü, yakınlarını görmeye için gider. Türkiyede ne köyümüz, ne de akrabalarımız kaldı. Mezar taşlarıyla akrabayız artık. Tarlalarımız çöl oldu. Çocuklarımızın Türkiye ile bağları yok. Ben, sağlık sorunlarım nedeniyle gidemiyorum. Geldik, buralarda kalacağız artık. Dönüş bitti. Bedenim, ayaklarım burada; yüreğim, doğduğum köy Dilavda kalacak..