Amerika’da yaşayan gazeteci arkadaşım Sedat Uysal, sosyal medya hesabından, yaşadığımız korona günleriyle ilgili güzel bir saptama yapmış; ‘’ Bu 'Ev Hapsi' fena değil aslında... İnsanın biraz kendine gelmesine, kendini anmasına, anıları deşmesine yarıyor…’’
Sevgili Hocam emekli Prof. Emrullah Güney de, eski dergilere, Doğan Kardeş yayınlarına dalıp gitmiş. O yıllardaki ‘’Hayat’’ mecmuasından söz ederken şunları söylüyor:
‘’Hayat'ı burjuva dergisi olarak suçlardı bazı aydınlar. Biz okullarda öğretilmeyen Gelibolu Yarımadası savaşlarını, Milli Mücadele'de İç Ayaklanmalar'ı, Sakarya Meydan Savaşı'nı bu dergiden öğrenmişizdir. Hem de tek yanlı değil. Örneğin Britanya Kumandanı General Hamilon'ın anıları da yer alırdı. Bir hazine değerindeydi. Tv yayınları yoktu daha ve biz tüm dünyayı oradan öğreniyorduk. Orta sayfalarında manzaralar, ressam eserleri, Türk ve Dünya büyüklerinin portreleri yayımlanırdı. Sanat değeri olan fotografları da bu dergide görür, imrenirdik. Ozan Sağdıç, İnal Tengizmen, Fikret Otyam gibi...Saymakla bitmez bu derginin bize kazandırdıkları’’
Hocam, bana 1965- 70'li yıllardaki ergenlik günlerime ait hoş bir anımı anımsattı.
Ortaokulu Kadirli’de ablamın yanında, liseyi de Ankara’da ağabeyimin yanında okudum. Ağabeyimle aynı bakanlıkta memur olarak çalışan yengem, her hafta Hayat mecmuası alır,(O yıllarda dergiye mecmua diyorlardı.) ben de ondan okurdum. Ağabeyim, ’’Almayın böyle fasa, fiso şeyleri!’’ diyerek mecmuanın alınmasına kızar, ama satır satır okumadan, bulmacasını çözmeden de edemezdi. Mecmua’da, yaşa ve beğenilere göre insanların birbirini seçebilecekleri ciddi bir 'arkadaşlık' bölümü vardı. Oradaki beğendiğiniz bir rumuza mecmua aracılığıyla mektup gönderiyor, dergi rumuzların iletişim kurmalarına aracılık ediyordu. O bölümdeki rumuza gönderdiğim bir arkadaşlık önerisiyle uzak bir kentte ilk kez bir kız arkadaş edinmiş, birbirimizi hiç görmeden uzun yıllar mektuplaşmış, ilk gençlik yıllarımızın masum duygularını bu mektuplara dökmüştük. Hayat, bu anlamda benim için de eğitici ve yol gösterici olmuştu. Özlem, kavga, sitem, sevgi dolu ne mektuplardı onlar.
O mektupların hemen ardından, o masum, çocuksu duygularını ’ gericilik, küçük burjuva eğilimi’ olarak gören ''devrimci'' yıllarım geldi. Ağabeyimin yanından ayrılmış, arkadaşlarımla ev tutmuştuk. Ortaokuldan itibaren yazdığım şiirlerimi topladığım bir şiir defterim vardı. Bir akşam, Dikmen sırtlarındaki bekâr evimizime geldiğimde şiir defterimi yerinde bulamadım. Aramaya başladığımda, ev arkadaşım, '' Boşuna arama, o defteri sobaya atıp yaktım. Gerici şeyler hepsi, devrimci şiirler yazmalısın.'' dedi. Belki bunları yazmak gerekir, küçük çapta bir ''1984'' romanı olur. Ama, devrim karşıtlığı gibi anlaşılabilir, geçmişime, şanıma yakıştıramam...
Keşke bugüne dek yaşatabilseydim mektuplarımı, şiir defterimi... İşte, daha önce de paylaştığım, belleğimde kalan o şiirlerden biri.
Kız arkadaşıma kızmışım, açmışım ağzımı, yummuşum gözümü:
SEN VE BEN
Yürü be kızım
Sen kim,
Ben kim
Sen piyano sesleriyle ninnilenmişsin,
Ben kağnı gıcırtılarıyla uyutulmuşum.
Sen rujlarla, ojelerle süslenirsin,
Benim anam bayramdan bayrama başına yakacak
bir kına da bulamaz…
Sen romantik jönlerin aşkısın,
Benim düşlerimde Zeyno’lar, Fato’lar yaşar.
Sen duygulu şiirlerle dolusun,
Benim dünyamı ağıtlı köy türküleri kaplar.
Sen kalpten söz edersin,
Ben mideden.
Sen çarparsın,
Ben yutarım.
Sen şehirli,
Ben köylü,
Dünyalarımız taban tabana zıt,
Birbirinden ayrı.
Sen de biliyorsun bunu
Ne diretiyorsun gayri
Ali Haydar NERGİS