Yangın Yeriydi Yurdum…

Ali Haydar Nergis

Yazar, sendikacı Yaşar Seymanın yeni çıkan ve kısa sürede üç baskı yapan Benazır kitabının okurdan gördüğü ilgiyi heyecanla izliyorum. Seyman, bu kitabında, babası idam edilen, iki kardeşi öldürülen, kendisi de suikaste kurban giden Pakistanın kadın başbakanı Benazır Buttonun hazin hikâyesini anlatıyor. Yurt dışında, henüz edinemediğim Benazır elime geçtiğinde, Seymanın, o tanıdık anlatımıyla severek okuyacağım.
 
Bir önceki kitabı  Yangın Yeriydi Yurdum(*) u  okurken, türkülerde bir güvercin oldum; Seymanın şimdilerde artık haritadan silinen Erzincandaki köyüne, çocukluğuna uçtum. Oradan da, bir kara trene atlayıp, birlikte Ankaranın varoşlarına, Altındağa geldim…

Önce, kitabın adına kafa yordum. İlk sayfalarını  ne zaman yazmaya başlamıştı Seyman. Neden adı Yangın Yeriydi Yurdum idi. Belki de,yalnız ve güzel ülkemde her zaman geçerli bir ad olduğu için… Bir yangın harmanına dönen topraklarda, ateş ve duman hiç eksilmediği için.. 

Sayfalarda ilerlerken anladım ki, asıl yangın yeri Yaşar Seymanın yüreğiymiş... Kadın duyarlılığıyla yazılmış bu yapıtın adı,Yangın yeriydi yüreğim olsaymış keşke.

Aşılmaz dağların karı, boranı gibi, harman yangınları da büyük olur. Yükselen alazlar, ekin yığınlarını, başakları, yakmakla kalmaz; gariban köylünün kışlık rızkını, tuz, çay, şeker, bez, ayakkabı parasını, çocukların kurşun kalem ve defter düşlerini de alıp götürür…

Kitabı yazarken, Amaçsız, kavgasız, sevdasız gezmiş(s.11), Bakmış, yoğunlaşmış, biriktirmiş, derinleşmiş, çoğalmış(s.12), Karanlıkta, uzaklardaki korkak ışıklara, tıpkı yasak aşklardaki erkeğin korkaklığı gibi (s.15), göz kırpmış. Konuları sıralarken, okurun elinden tutuyor, gündüz seyranlık, gece gerdanlık kentlere götürüyor. Görülmemiş  diyarların hoyratlarını, ağıtlarını türkülerini söyletiyor. Hakkaride hiç çocuk parkı olmadığını da il kez bu kitaptan öğreniyoruz. Mama Hatun söylencesini bir  de  Seymanın, Muhtar Bino Babasından dinliyoruz…

Şimdilerde sevdiği iki çiçeğin varmış Seymanın: asmin ve kara gül... 

Nola, o çiçeklerin arasına nergisi de ekleseymiş, diyorum içimden. Bir de, Ozan Emekçinin, endişe ile, Açacak mı? diye sorduğu kırmızı gülü var!… Bir de, Yunus Emrenin Bu dünyada bir nesneye/ Yanar içim göynür özüm/ Yiğit iken ölenlere/ Gök ekini biçmiş gibi betimlemesini çağrıştıran, Sivas kıyımında yanan güller var! Ben de  sözü dolaştırıp duruyorum; bir türlü getiremiyorum söyleyeceğim yere; bir de, dalından koparılan güller, kırılan taze fidanlar var!..
 
Üç Fidanın İdam Gecesi bölümünü (s. 213) okurken yüreğim yazarla birlikte ağladı.            

O bölümün hüznü, kitabın sonuna dek terk etmedi beni.. O idam gecesinde, annesiyle, muhtar babasıyla, Mezarlıklar Müdürü Alişan amcasıyla birlikte yaşadığı travmadır belki de Yaşar Seymanı böyle hüzünlü yapan... Gülerken ağlatan. Yüreğindeki coşkuyla, yangın ateşlerini birbirine katan..

Deniz, Yusuf ve Hüseyinin idamlarından başka ne çok acılara tanıklık etmiş Seyman.. Üç Fidanın İdam Gecesi bölümünü okurken duyduğum acıyı, Maraş, Çorum olayları; 1977 Kanlı 1 Mayıs,  Otuz Üç Kurşun be  Roboskide duydum. Seymana Saçlarımı örer misin; annem örerdi! diyen; 44 kişinin öldüğü Bilge köylü kız çocuğunun hikâyesini, Yılmaz  Güney ve Ahmayaet Kaya ile ilgili anlatımları okurken de aynı acıları yaşadım.
 
Yaşar Seymanın ergenlik ve gençlik yıllarının geçtiği şu Altındağ semti gerçekten de bahtı kara bir semtmiş..
Acıların, sevinçlerin koyun koyuna barındığı gecekondularda ne dertler yaşanmış...

Gözlemleyip, kitapta ne güzel de anlatmış: 
Üç Fidanın idam edildiği Ulucanlar Cezaevi, Altındağa bağlı Ulucanlar semtinde.

Altındağın sarışın delikanlısı Necdet Adalı, daha 19 yaşındayken,12 Eylülden sonra o cezaevinde idam edilen ilk kişi..

O günlerdeki acılara tanıklık eden Yaşar Seymanın ailesi Altındağda oturuyor.

 Mezarlıklar Müdürü Alişan Canpolat, Altındağda yaşıyor…

 Deniz, Yusuf, Hüseyinin boynuna yağlı ipi geçiren cellat da Altındağlı.

***
 
Küsme! Üzülme! Darılma! Sen, yine  şarkılarını sürdür, Acıyı bal eyle sevgili Seyman! 
Her yıl, Hıdırellezde, yine küçücük kâğıtlara dileklerini yaz; götür, gül ağacının dibine bırak.(s.214) Deniz, Yusuf, Hüseyin bir gece onları okur, belki gülümserler sana.
6 Mayıs gecesi, evinin her yanında mumlar yak yine.  

Hızır Gecesi nde su içmeden uyu. Ola ki, Üç Fidan dan biri, düşlerine girer, bir tas su verir sana(s.215) 

O su, yüreğindeki yangınlarla birlikte ülkedeki yangını da söndürür mü bilmem!

 Altındağın, fukaranın da fukarası mahallesi Çinçin Bağları çingenelerine yaktığın ağıttan, baban Bino Baba (Muhtar Binali)yi(s.133) anlatımından etkilendim.O denli yakın yaşamışlıklarımız olmuş ki, nefesimi tuttum, bakalım benden ne zaman söz edecek diye bekledim…

 Seninle aynı yıllarda, ben de Altındağda yaşamışım, biliyor musun?

Aynı sokaklardan, aynı yollardan geçmişiz. 

Dışkapıdan  Ankara Kalesine doğru giden geniş bir cadde vardı o zamanlar… O caddenin üzerinde, deprem konutlarının tam karşısında, odun deposunun üstündeki gecekonduda oturuyorduk öğrenci arkadaşlarımla birlikte...  

Okul paydoslarından sonra, omzunda çantasıyla, dalgın,  yavaş/ yavaş yürüyen, uzun belikleri örgülü, liseli bir kız geçerdi kapımızın önünden…  

Ne kadar ilgisini çekmeye çalışsak da dönüp bir kez bile bakmaz, konuşmazdı bizimle…

O liseli kız sen miydin yoksa!

İkametgâh ilmuhaberi onaylatmak için gittiğim muhtarlık bürosunda, cebimdeki son kuruşları uzatırken, Bino Baba nın Öğrenciden para alınmaz dediğini anımsıyorum. Sonra, o parayla gidip fırından 2 sıcak ekmek almıştım arkadaşlarıma; bunun anlamını biliyor musun! Hiç gelmez miydin muhtarlık bürosuna? O liseli kızı neden hiç görmedim oralarda.. 

***
 
Nehirlere yolculuktur seni sevmek (s.34) başlıklı bölümde bizi alıp sevda masallarına götürüyor Yaşar Seyman. Ne çok nehirleri, yolculukları, kavuşamamışlıkları olmuş…

Sevdalar ise omzundan hiç inmeyen bir çift beyaz güvercin.Elin elimde olsa/ Üç aylık yolda ne var(s.35) dediğinde, sesimi türküye katasım  geldi. 

Havar, havar/ havar , havar!
Le le güzel zülüfün gerdanı döver
Bir can bir canı sevmişse
Le le güzel altı aylık yolda ne var
(s.35)

 Sevgi tanmlamaları bana bir yerlerden tanıdık geliyor:

Her kuşak farklı sever. Bizim kuşak naif sevdi. Yalansız, dolansız, korkusuz sevgiler yaşadı. Sevgiyi kirletecek sözcüklerden kaçındı. Masumiyetini korudu. İletişim araçları sevgi dünyasına bu denli egemen değildi. Bu denli bilgi ve sevgi kirliliği yoktu(s. 36)

Bu sözlerle yetinmemiş, sürdürmüş:

Unutmamalı, sevgiler de gün gelir yorulur. Güzel olan sevgiyi yormamak ve çoğaltmaktır. (36) 

Kitabın başka bir yerinde, Burada olsan diyerek iç geçiriyor özlemle.
Belli ki, sevdiği, özlediği kişinin yanında olmasını istiyor.
Çok uzaklardan, aslında yakınlarındaki birine sesleniyor sanki…

Yaşar Seymanın seçtiği konular, dili, anlatımı bana usta röportajcı Fikret Otyam ın kitaplarındaki tadı verdi.

Anlatımın akışıyla birlikte yüce dağlardan aştım. Sulara, sellere karıştım. Mezopotamyanın güneşiyle kavruldum. Susuz çöllerden, ateş hatlarından geçtim. Fıratın, Diclenin türküsünü dinledim. Urfada ceylanlar suya inmesini, Harranda sürmeli, hızmalı , dövmeli kadınları izledim. Kazancı Bedih le birlikte , Nemrutun Kızı türküsüne el çırptım. Anadolunun kayıp şarkılarını, Sarı Gelini, Arapça, Süryanice, Ermenice, Ezidice, Kürtçe, Türkçe türküleri dinledim. Hiçbir su, aşkı tatmin edemeyeceği gibi, seller de boğamaz. Aşkı öldüren şey ihmaldir(s.38) sözleriyle özetleniyor  kitaptaki sevda anlatımları..

Yangın Yeriydi Yurdumu, satırların altını çizerek okudum. Kitapta adları geçen Yavuz Bingöl(s.85) ve Kadir İnanırın (s.208)  üzerine birer çizik attım. İlgili bölümler çok eski zamanlarda yazılmış; bu bahiste artık onlara yer yok…

Söz uçar, yazı kalır…

Yazıyı, kitapta geçen, Edip Canseverin İnsan doğduğu toprağa benzer (39) dizesiyle bitirelim.

Ben, bu kitabın her sözcüğünde kendimi buldum. 

Eline, beline, diline, yüreğime sağlık toprağım...

(*) Yangın Yeriydi Yurdum, Yaşar Seymen, 373 sayfa, Bilgi Yayınevi, 2.Basım

ali.nergis@gmail.com.