Yaşar Kemal diyarında ortaokul yılları(2)

Ali Haydar Nergis

Aşık Cemali’yi anarken..

‘’Çeke çeke hal kalmadı
El atacak dal kalmadı
Başka çıkar yol kalmadı
Dağlara kardaş dağlara’’

Sivas katliamında yakılanlardan Aşık Nesimi, Dilber teyzemin eşi; 15 yıl önce, Kıbrıs’ta  bir trafik kazasında yitirdiğimiz Aşık Cemali Uçkaç da Cemile ablamla evliydi…

Aşık Cemali’nin, ortaokul yıllarımda siyasi kimliğimin oluşmaya başlamasında büyük katkıları oldu... Cemali’nin dedesi Kara Mustafa, Kurtuluş Savaşı’nda, Antep- Maraş cephesinde Fransızlara karşı verilen çete savaşlarında büyük katkıları olmuş, Göksun  yöresinde tanınmış  bir eşkıyaymış. Babası Hacı Uçkaç da  eşkıyalık geleneğini sürdürmüş; yıllarını dağlarda geçirmiş. Hacı Uçkaç’ın adını kullanarak yol kesen, soygun yapan köylü akrabasını dağda yakalayarak kulaklarından birini kesip,“Git, bundan sonra herkes seni tanır, Hacı Uçkaç olmadığını.’’ diyen bir eşkıya... Sürekli “uçar”- “kaçar” biri olduğu için, soyadı yasası çıktığında “Uçkaç” soyadını almış...

Kurtuluş Savaşı’na katkılarından dolayı kimse Hacı’ya, çiftlik, han, hamam bağışlamamış…Eşkıyanın dünyaya hükümdar olamayacağı günler geldiğinde toprağa yerleşmek kaçınılmaz olmuş.Göksun’un, Taşoluk Köyü’ne ait Basırık Deresi’ndeki büyük bir toprak parçasını işgal etmiş. Beş yüz haneli Taşoluk Köylüleri ile toprak kavgası 50 yıl sürmüş. Taşoluk Köylüleri, topraklarından zorla atamadıkları Hacı Uçkaç’ı, devletin  gücüyle çıkarmaya çalışmışlar.12 Mart 1971 darbesinden sonra, asılsız  ihbar üstüne ihbarlar: Deniz Gezmiş ve arkadaşları aranıyor; ‘’Basırık Deresi’nde Hacı Uçkaç’ın yanında saklanıyorlar..”  Radyolardan Mahir Çayan ve Sinan Cemgil’in arandıkları duyuluyor, soluğu jandarmada alıyorlar, ‘’Arananlar Hacı Uçkaç’ın evinde gizleniyorlar…’’. Her gün arama, her gün jandarma baskısı. Kavga, gürültü Hacı Uçkaç’ın ölümüne dek, sürüyor. Ondan sonra da işler tersine dönüyor. Bir köyle başedemeyecklerini anlayan çocukları, Basırık Deresi’ni Taşoluk köylülerine satarak Göksun’u terk ediyorlar…

                                                ***

Cemal Uckaç,Hacı’nın dördüncü oğluydu.Taşoluk Köylüleriyle kavgalarında bir çok kez hapse düşmüş, okuma yazma ve saz çalmasını hapiste öğrenmiş. Silahı bırakıp saza sarılmış….

Yanlarında Kadirli ortaokula başladığımda, (1966) Kadirli’ye yeni taşınmışlardı. Yeşiltepe’de iki göz kerpiç bir evde oturuyorlardı. Yeğenlerim Aysel ve Ayhan küçüktüler. Erdinç, İnan, Selda doğmamışlardı. Cemali’nin belli bir işi, mesleği yoktu. Günlerini saz çalarak geçiriyordu. Soranlara, “Babadan kalma silah bir işe yaramadı, onun yerine sazı ele aldık.”diyordu. Henüz Âşık Cemali olarak tanınmamıştı. Bir gün eve elinde  bir tomar dergi ve gazete ile geldi. ‘ant’ dergisini ilk o zaman görmüştüm. Dünyanın çeşitli yerlerindeki ulusal kurtuluş savaşlarından, işçi sınıfından, emek- sermaye çelişkisinden söz ediyordu. Aşık Cemali, Uzun Çarşı’nın  ara sokaklarındaki  bir matbaaya gidip geliyordu. Osman Çakmak adlı matbaa sahibi, ‘Kadirli’nin Sesi’ adlı, sol eğilimli haftalık bir gazete  çıkarıyordu. Ancak, ben,  ‘sol’un ne demek olduğundan henüz habersizdim. Kadirli’nin toprak ağaları, bu gazeteye diş biliyorlardı. Gazeteyi basan matbaa, gece birkaç kez kurşunlanmış, yakılmak istenmişti. Cemali, bir grup arkadaşıyla birlikte matbaayı korumayı üstlenmişti. Gazete bayilerinin korkudan satamadıkları gazete, sadece Yaşar Kemal’in uzaktan akrabası olan Ramazan Yaşar’a ait Ararat kitabevinde bulunabiliyordu. Yaptığım işin blincinde olmadan, Gazeteyi matbaadan kitabevine birkaç kez de ben götürmüştüm. Bir torbanın içinde koltuğumun altına aldığım gazeteleri  kitabevine, Türkiye Öğretmenler Sendikası(TÖS)’e, bazı esnaf ve avukatlara bırakıyordum. (Yıllar sonra, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi’ni  okurken Kadirli yıllarım geldi gözlerimin önüne. Kendimi, Parti’nin gizli yayın organı İSKRA’yı dağıtan partizanlara benzettim.)

Matbaacı Osman Çakmak ve eşi, Aşık Cemali’nin evine de gelip gidiyorlardı.  Osman  Çakmak, beğendiği kitaplardan bölümler okuyor, Cemali’nin şiirlerini düzeltiyordu.

TÖS’ün organizasyonuyla; Kadirli’de, Halk Oyuncuları Tiyatrosu (HO)’nun ’nın sahnelediği  Yaşar Kemal’in TENEKE  oyunu sahnelenecekti. Gerçek bir olaydan alınan tiyatronun konusu Kadirli’de geçiyordu.Yaşar Kemal, İnce  Memed  gibi, bu  oyunu da Adliye’nin  önünde arzuhalcilik  yaparken tasarlamıştı.Oyun, Kadirli’de, Mehmet Can adlı idealist bir kaymakamın toprak ağalarıyla mücadelesini anlatıyordu. Demokrat Parti yıllarında, ağalara yenik düşen kaymakam, ardından teneke çalınarak sürgün edilmişti.Halk Oyuncuları Tiyatrosu’nun daha önce Kadirli’de sahnelediği, Erol Toy tarafından yazılan Pir Sultan adlı oyunun gösteriimi sırasında olaylar çıkmıştı.Teneke oyunu sergilenirken de olay çıkmasından endişe ediliyordu.

Cemali, TÖS yöneticisi  ve  benim matematik öğretmenim Mehmet Tapan’la tiyatronun güvenliği konusunu görüşmeye giderken yanında kardeşi İsmail’i ve ‘’Karayılan’’ adıyla bilinen, Gavur Ali’nin oğlu Mustafa Yıldırım’ı da birlikte götürdü. Ben de yanlarındaydım. Salonun ve oyuncuların güvenliğinden Cemali, İsmail ve Mustafa sorumlu olacaklardı.

Tiyatronun sahneleneceği yazlık Zafer Sineması’nın önünde hava gergindi. Yolun iki yanına, bir kavga çıkması halinde duruma anında müdahale edecek kişiler yerleştirilmişti. İsmail ve Mustafa, birer gerilla komutanı gibi, arkadaşlarına nasıl davranacaklarını anlatıyorlardı..Ben, durumun ciddiyetinden habersiz, Cemali’nin yanında duruyordum.Bir ara, ‘’Git, söyle, tam köşede dursun!” diyerek beni İsmail’in yanına gönderdi. Gittim, söyledim.

Salon doluydu. Saldırmayı planlayan gruplar, alınan önlemleri gördüklerinde yılgınlığa kapılıp uzaklaşıyorlardı. Eşkıya Hacı Uçkaç’ın oğulları, Kadirli’de “Solcu ve gözüpek” olarak tanınıyorlardı. O gece, Teneke oyunu, kavga, gürültü çıkmadan sahnelendi. Ertesi gün, Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri, haberi “Teneke oyunu Kadirli’de olaysız sahnelendi” diyerek verdiler.

Aşık Cemali, saz çalıp türkü söylemeyi iyice geliştirmiş, artık devrimci gruplar tarafından düzenlenen konserlere katılıyor, eserleri, TRT Çukurova Radyosu’nda Yaşar Özürküt’ün hazırladığı programlarda yayınlanıyordu. 68’li yıllardı ve Cemali’nin, konserlere gelen  gençleri coşturan bir eseri vardı:

Saltanatçı bize düşman
Dağlara kardaş, dağlara
Doğduğuna olsun pişman
Dağlara kardaş,  dağlara

Konserlerden sonra sivil polisler tarafından  götürülerek ifadesi alınıyor,  “Dağlara  kardaş, dağlara”nın  anlamı soruluyordu.

Çeke çeke hal kalmadı
El atacak dal kalmadı
Başka çıkar yol kalmadı
Dağlara kardaş, dağlara

Mahkemelerde hakkında davalar açılıyor, çalıp söylediği eserlerin sözlerinden dolayı yargılanıyordu:

CEMALİ’’yim silah sazım
Mert oğluyum, mertçe sözüm
Sıkışırsam dağda gözüm
Dağlara kardaş, dağlara

Çok  sürmeden Cemali’nin güvendiği dağlara  da kar yağdı.12 Mart 1971 darbesinden sonra, dağlara bel bağlayan nice devrimciler gibi, “kan uykularda  hayın tuzaklar”a uğratıldı. 12 Mart darbesinden sonra tutuklandı, işkence gördü. Babam geldi, ablamı, çocukları Kadirli’den alıp alıp köyümüze götürdü. Cemali hakkında “Halkı silahlı isyana teşvik” suçundan dava açıldı. Kendisini“Benim silahım sazımdır, ben sazımla mücadele ediyorum” diyerek savunmaya çalışması bir işe yaramadı. Uzunca bir süre askeri cezaevinde tutuklu kaldıktan sonra, çıkacağı gün, kendisini yargılayan askeri yargıç çağırdı, “Dağlara kardaş dağlara parçasını bir daha söyle hele !” dedi. Cemali, çaldı, söyledi. Coştu, içeride gördüğü işkenceyi  anlatan  ve nakaratı “Yaktı beni kahpe dölü!”adlı eserini de söyledi:

Lastik coptur kırılmıyor                                                                              

Can tatlıdır durulmuyor                                                                          

Oynaş dölü yorulmuyor                                                                           

 Yaktı beni kahpe dölü

 Yargıç, “Anlaşılan bu adam daha uslanmamış, götürün, güzel bir dayak daha attıktan sonra serbest bırakın!” dedi… Cemali, askeri cezaevinden çıktığında yüzü, gözü morluklar; ayakları şiş içinde, yürüyemeyecek haldeydi..

***

Kadirli’de, Cemali’nin eski çevresi dağılmıştı. Matbaa ve Kadirli’nin Sesi gazetesi kapanmış, matbaanın  sahibi Osman Çakmak hâlâ tutukluydu. Cemali için hiçbir geçim kapısı kalmamıştı. Bir ara ‘’Hayyam’’ adlı küçük bir meyhane işletti. Baskılar sonunda onu da kapatmak zorunda kaldı. Bizim köye, çocuklarının yanına geldi..

                                             ***

1973 seçimlerinden sonra Başbakan olan Bülent Ecevit, “Barış Harekatı”nı gerçekleştirdikten sonra, Kıbrıs’ta, Rumlardan boşalan köylere Türkiye’den götürülen Türkler yerleştirildi. O arada, Cemali’nin kardeşi de kuşkulu  bir trafik kazasında ölmüştü. Dalsız, budaksız kalan Aşık Cemali de ablamı, çocuklarını aldı Kıbrıs’a gidenler kervanına katıldı…

Milliyet gazetesinde çalıştığım günlerde, Magosa, Yeni Alaniçi köyünde ziyaretlerine gittim..Aşık Cemali ve ablam Kıbrıs’ta mutsuzlardı. Cemali’nin  telleri pas tutan sazı duvarda suskunluğa terk edilmişti. Beş çocuk, onun eline bakıyordu. Geçmişindeki günlerini unutmuş,  geçim derdine düşmüş, kendini tarlaya, traktöre kaptırmıştı…

Beni, köydeki eski mezarlığını ve kilisesini  gezdirdi. Kilisenin yüksek tavanındaki ve duvarlarındaki freskler kurşun izleriyle kaplıydı. Beyaz mermerden yapılmış süslü Rum mezarları balyozlarla paramparça edilmişti. Üzülüyordu; “Çok söyledim Türkiye’den gelen bizim yobazlara, çok uğraştım, ama buraların tahrip edilmelerini önleyemedim.” dedi. Eskiden o köyde  Rumlarla Türkler birlikte yaşıyormuş. Savaştan sonra Rumlar gitmiş, Türkler gelmiş. Köyde, Türkiye’den gelen Türklerle, Kıbrıs’ın yerlisi Türkler ayrı kahvelerde oturuyorlar. Kıbrıs’ın yerlileri, kızdıklarında, “Rumlar sizden iyiydi” diyor. Yeni gelenler ise onları, ‘’Biz sizi Rumlardan kurtardık. ‘’ diyerek aşağılıyor.

Kıbrıs’ta büyüyen yeğenlerim İngiltere’ye gittiler. Ablam da Kıbrıs’la İngiltere arasında gidip geldi. Yeni bir macerayı göze alamayan  Cemali, Kıbrıs’tan ayrılmadı.  Cemali, sazı iyice unuttu. Kıbrıs’ta, işsizlik, umutsuzluk, çaresizlik içinde kıvranıp durdu.

***.

Aşık Cemali ile en son Adana’da karşılaştık. Annemin hastalandığını duyduğunda, Kıbrıs’tan koşa koşa geldi. Hepimize tek tek sarıldı, ağladı; bana  “Neden darmadağın olduk, ne oldu bize?’’ diye sordu. Boğazım düğümlendi, yanıt veremedim.. 

Kıbrıs’a döndükten  birkaç hafta sonra da ölüm haberi geldi.(14 Kasım 2005) Bizlerle vedalaşmaya gelmişti sank. Basırık deresindeki kavgalı yılların, 12 Mart’ın güç yetiremediği Aşık Cemali, Kıbrıs’ta bir trafik kazasına kurban gitti!

‘Özlemi, “dağlara” gitmekti; Kıbrıs çöllerinde kaldı...

Ölüm, adın kalleş olsun!..

FOTOĞRAFLAR:

1- 

  1. Aşık Cemali Uçkaç.
  2. Soldan sağa: Aşık Cemali, kuzenim Mehmet Köker, Annem Naciye, Songül Çimen, Dilber teyzem kundakta Saki Çimen ve Aşık Nesimi, ortadaki ben
  3. Aşık Cemali, dedem Cafer Tan ile birlikte
  4. Aşık Cemali Cemile ablamla

ali.nergis@gmail.com