Geçen sezon arka arkaya üçüncü şampiyonluğu kıl payı farklarla kaçırıp ligi dördüncü basamakta bitiren Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi'nde ilk ön eleme maçına çıktı. Nerede, ülkemizden 7 bin kilometre uzakta, kuzey yarım küreye yakın Danimarka'ya bağlı Faroe Adaları'nın başkenti Torshavn'da. Yolculuk on saate yakın. Gerçi onlar da gelecek bir hafta sonra Istanbul'a, ama Şampiyonlar Ligi'nden buralara düşmek ister istemez 'attan eşeğe' benzetmesine uyuyor. Eşeği rakip ülkenin özelliğiyle 'keçi'ye benzetmek daha uygun olurdu herhalde...
Bu girişim kesinlikle B 36 Torshavn takımını aşağılamak anlamına gelmesin çünkü maçı izlerken 5 bin kişilik sempatik stadın etrafında otlayan atları, sığırları, keçileri görünce memleketimde hayvancılığı bitirilen Erzurum, Ağrı, Kars gibi vilayetler geldi aklıma.
Bu nostaljiden sonra sahanın içine girelim isterseniz veya hiç girmeyelim çünkü Beşiktaş'ın karşısında öyle bir takım vardı ki, benim kuşağımın amatör takımlarından Arap Nasri'nin Tophane Tayfun, Selahattin Torkal'ın Çapa'sı bunlardan daha iyi top oynardı. Yeni kuşağın anlaması için başka bir örnek vereyim, Torshavn bizim bugünkü 2. lig kırmızı grup ayarında bir takım.
Fakat, esas problem burada yatıyordu, bu tip rakiplere konsantre olmak çok zordur, dünya futbol tarihi sürprizlerle doludur, 'top'un milyarlarca sporsever tarafından aşırı sevilmesinin sırrı da bunda yatar. Bu manada, sahada son derece disiplinli, maçı ciddiye alan bir Beşiktaş onbiri vardı. Her ne kadar ideal kadroda olmayacak 4-5 oyuncusu forma giyse de...
Siyah-Beyazlılar ilk yarıdaki tek kale oyunlarını 8'de Lens ve 27'de Gökhan Gönül'ün golleriyle süsleyip maçı zaten bitirdiler ama bitmeyen bir güzellik vardı 90 dakika sonuna kadar. Kuzeylilerin asla centilmenlikten uzaklaşmayan dirençli sert oyunları ve Beşiktaş'ın rakibini küçümsemeden sahaya koyduğu performans...
Böylesine adeta ciddi bir hazırlık maçında olumlu yönden gözüme batanlara gelirsek; kaleci Tolga'dan hiç söz etmeyeceğim. Çünkü kaleye iki top geldi, birini eliyle kurtardı, diğeri eline bile değmedi, altyapıdan gelen stopper Fatih hazırlık maçlarındaki başarılı çizgisini devam ettirdi ve "bana güvenin" dedi. Medel ve Adriano kale hariç her yerde joker olabileceklerini ispat ettiler. Lens ilk onbirde ısrar edilirse faydalı olabileceğini, genç Kanadalı santrafor Larin ise forma şansını devamlı bulabilirse ileride bir Cenk gibi kulübe para kazandıracağının sinyallerini verdi.
Olumsuz yönlerse; sonradan oyuna giren Mustafa Pektemek artık Beşiktaş'ın oyuncusu olamayacağının, satılması veya bir takasta kullanılması gerektiğini açıkça ortaya koydu. Son olumsuz nokta, kariyeri tartışılmaz, iki sezon öncesinin lig gol kralı Wagner Love son 5 dakikada oyuna girdiğine, hele Negredo hep kenarda tutulduğuna göre Şenol Hoca ikisini de düşünmüyor.
İşte bir sonraki paragrafımın başlangıç noktası bu...
Beşiktaş bu eleme turunu yüzde 101 geçtiğine göre bir sonraki rakibi büyük bir olasılıkla Avusturya temsilcisi Lask Linz olacak. O zamana kadar Pepe, Quaresma takıma dönecekler, Oğuzhan ve bu sezon çok umutlu olduğum Gökhan Töre kadroya katılacaklar. Eğer yine yanlış bir kararla kiralanmazsa Orkan takımda kalacak. Dorukan isimli bir genç alınmış, Reading ve Krasnodar maçlarında ön libero ağırlıklı oynayan... Bu genç kesinlikle iyi bir kumaş. Birkaç gün önce transfer edilen santrafor Umut Nayır ve Şili'li stopper Enzo Roco uyum sağlarsa eğer Beşiktaş'ın başka futbolcu almasına gerek yok, gerisi Şenol Güneş'e kalıyor.
Şimdi gelelim kaleye; Fabri satıldı, bence doğru bir karar çünkü seneye kontratı bitiyordu ve bedavaya gidecekti. Zaten kalmak istemeyen bir oyuncuyu tutamazsınız... Ancak, bir parantez açmak istiyorum; teknik direktörü eski meşhur bir kaleci olan başkan Fikret Orman'a, Fabri'den galiba 5 milyon Pound geldi, Ospina veya Harun'u almayın, çünkü gelen o paranın tamamına yakını uçar. Elinizde kaptan Tolga var, üstelik genç umut Utku'nun artık forma giyme zamanı geldi, Üçüncü kaleci altyapıdan gelen Ersin'i de yavaş yavaş hazırlayın. Unutmayın ki bu kulübün efsane kalecileri Necmi Mutlu 20 yaşında Beykoz'dan geldi, Sabri Dino 21 ila 25 yaş arası arkasında bekledi... Doğrusu bu değil mi? Trabzon'un efsane kalecisi Şenol Güneş, sen nasıl çıktın... Hatırla Fatih ve Haydar'dan bu formayı nasıl kaptığını, Ahmet Suat Özyazıcı sayesinde... Hayatta olan Necmi ağabey, iki kelam etsene Şenol Hoca'ya lütfen..
Geldik zurnanın 'zart' dediği yere, beni tanıyan, Yurt'ta, ABC'de yazılarımı okuyanlar, masa sohbetlerime ortak olanlar, Yıldırım Demirören BJK'yi batırıp kaçtığını ilan ettiği Genel Kurul'da 10 dakikalık konuşmamda söylediklerim arşivlerde duruyor... O enkazın altında kulübü sahipsiz bırakmamak adına birkaç 'cengaver' yola çıktık ve seçime gittik. Fikret Orman ezici bir çoğunlukla, haklı olarak kazandı... O tarihten sonra, o kardeşi hep destekledim; yazılarımla, fikirlerimle, ikili konuşmalarımla...
Çok da güzel hizmetler yaptı yönetimdeki arkadaşlarıyla... Süleyman ağabeyin çizgisinden gitti karakter olarak ve Demirören'in her Genel Kurul'da gözlerimizin içine bakarak söylediği "Bu haziran da stada kazmayı vuruyoruz" yalanını gerçeğe çevirdi. Camiaya, Türk sporuna modern bir stad hediye etti. Her anında inşaatta bulunarak... Bu satırları okurken iktidarın başının kıyağını, stad açılışındaki yanlışlıkları şimdilik bir kenara bırakın lütfen.
2016'daki Genel Kurul konuşmamda bunu da eleştirmiş bir kişi olarak Fikret Orman'a bazı sorular yöneltmek istiyorum ABC kanalıyla;
- Sevgili başkan, koskoca modern bir stad yaptın, açılışta Tayyip Erdoğan'ın "Onu biz yaptık" yalanını kabul edemiyor olmama rağmen; ki Spor Toto teşkilatının sponsorluk karşılığında yeni açık tribünlerine 50 milyon TL vermesidir bu olay, tamamen öz kaynaklarımız ve Vodafone'un verdiği 10 yıllığına 15 milyon dolarlık 'komik' katkıyla inşa edilen bu modern yapı kulübe tam 170 milyon dolara mal oldu. Kabul, helal olsun...
- Bu harcama konsolide bütçeye yansıdı, iki sene önceki mali genel kurulda... Bu da tamam..
- Ancak iki yıldır stad gelirleri, Şampiyonlar Ligi'nden gelen 50-60 milyon Euro, Süper Lig'de kazanılan şampiyonluk primleri, sponsorlardan gelenler, ürün satışları ve en önemlisi akıllı futbolcu satış politikalarından kasaya giren benim tahminime göre 40 milyon Euro. Bu satırlara sığdıramadığım irili ufaklı girişlere rağmen bu borç niye katlanıyor sevgili Fikret başkan?
- Bu durumun yanıtı; sadece dövizin artması, faizlerin yükselmesi olmamalı Fikret kardeş...
- Beşiktaş tarihine zaten İnönü Stadı'nı yeniden inşa etmekle geçtin, gel bir de başka bir tarih yaz. Rahmetli Süleyman Seba'nın küçük bir borçla Serdar Bilgili'ye, onun da 35 milyon dolar borçla Yıldırım Demirören2e devrettiği, ekonomiyi iflasa sürüklediği ve 8 sene sonra sana Türk parasıyla 650 milyon TL borçla teslim ettiği kulubü üstteki satırlarımı göz önünde bulundurarak nasıl 2 milyara cıkarttıysan bunu düzelt...
Nasıl mı? Futbol AŞ'nin en büyük gider kapısı olan transferlere ve dolayısıyla menajer masraflarına dur diyerek... Yeni stopper ararken Fatih'i göz ardı etmeyerek, orta sahada genç Dorukan'a şans tanıyarak, forvetin her yerinde oynayabilen Orkan'ı artık başka kulüplere kiralamayarak, geriden gelen Mertcan'lara, Alpay'lara kapı açarak...
Beşiktaş, 1977'de küme düşmekten son anda Zonguldak maçıyla kurtulurken altta devrim yapılıyordu aslında. Borç diz boyuydu, başkan da Gazi Akınal idi. Ama sırasıyla Refik, Adnan ve Serpil hocalar vardı. Ben de son vagonu yakalamıştım antrenör olarak... Sonra o müthiş başarılı yıllar geldi, Beşiktaş "aldırma gönül aldırma"dan, "kartallar yüksekten uçar"a geçti. Tıpkı Baba Hakkı'lı, Çengel Hüseyin'li, Ali İhsan Karayiğit'li, Şükrü Gülesin'li 1940-48 arası üst üste şampiyon olan kadro gibi...
Aklın yolu bir, Fikret Başkan ve gerçek kimliğini Beşiktaş'ta bulan Laz Mert Hoca...