Markası "Süper" ligimizde 16. haftayı geride bıraktık!
Önce liderin MRına bakalım:
3-2 lik maçın teknik analizini dün uzunca okudunuz, bugün Beşiktaşın istikbalini irdeleyeceğim.
Birincisi, siyah-beyazlıllarda düşüş müşüş yok, tek sorun kalede. Çünkü kalecilerin yediğinden bir fazlasını atmak için çaba sarfetmekten on futbolcunun imanları gevriyor..
Tolga iyi bir insan, örnek, sosyal bir sporcu, takımın kaptanı... Buraya kadar tamam, ancak Kaptan geçen seneki Brugge maçıyla demir aldığı hatalar gemisini Lizbonda karaya oturttu..Ve ne yazıkki seyircinin tepkisini çekti, doğal olarak da özgüvenini yitirdi..
Peki ne yapılmalı?
Buradan Fikret Başkan ve Şenol Hocaya sesleniyorum; ara transferde kaleci alacağınız kesin, ama sakın ha dışarıdan almayın!
Çünkü kulübü gözden çıkarmıştır, yani performansı tartışılır, bu biiir, ligimizi tanımaz, arkadaşlarıyla uyum sorunu yaşar, bu da ikiii..
Sevgili başkan ve hoca, 6 yıldır ligimizde başarıyla oynayan Karcemarskas diye bir usta kaleci var G.Antep de. İzlediğim kadarıyla huyu suyu da mükemmel... Antep verir mi bilemem, ama Şenol Hocanın gözden çıkardığı futbolcu(larla) ile takas yöntemi kullanılabilirse hem ekonomik olur, hem de risksiz.
Tolgayı kaybetmemek için de önerim; devre arası 15 günlüğüne gönderin yurtdışına, beraberinde kaleci antrenörü ile birlikte. Aklıma ilk gelen Slaven Biliçin West Ham kulübü veya Lucescunun Shaktarı... Medyamızdan, seyirciden uzakta, mental ve teknik antrenmanlar yapar, hava değişiminden sonra döner takımla idmanlara başlar. Gerisi kendisine kalmış..
Böylesine örnek bir insanı, milli kaleciyi kazanmanın tek yolu budur. Aslında eski üst düzey kaleci olan Şenol Güneşin düşünmesi gerekir tüm bunları. İnatla oynatarak olmaz, olmuyor. Hem takım, hem de kendisi zarar görüyor.
***
Farkındayım, Beşiktaşa çok yer ayırdım! Diğer kulüplere ilgi duyan okuyuculardan özür dilerim, ama lider olmasına rağmen en sorunlu takım onlar gözüküyor. Üstelik devamlı misafirlikteler, Nisan sonlarına kadar da sürecek gibi gözüküyor...
***
Gelelim Fenerbahçeye. Perreira adeta birdirbir oynuyor.
Evet, 5-4, 3-2 ile 1-0 arasında bir fark yok kazanılan puan açısından ama kazın ayağı öyle değil. Seyircisine keyif vermiyor sarı-lacivertliler.
Katı, ama disiplinli bir savunma, ikiz kuleler Kjaer ve Alves. Ancak Alvese radar; 4 müdahelesinden 3ü faul! Bakınız, igin en çok faul yapan takımı kim?
Sağda dünyanın en iyi beklerinden Gökhan, öbür cenahta aynı değerde iki solbek, kalede de şimdilik formda ve uslu Volkan.
Fakat esas problem, aslında hiç sorun olmaması gereken yerlerde, yani 2. ve 3. bölgeler.
Buralarda adeta varlık içinde yokluk çeken mirasyediler misali üretme yoksunluğu çekiyor takım. Sahada Topal, Diego, Souza, Nani,Fernandao, kulübede Van Persie,Ozan, Markoviç, Volkan... Bir kaçı da evde!
E pes yani! Perriranın kadro zenginliği sanki başının belası. Duydum ki, transfer de istiyormuş. Neyse, zenginin malı züğürtün çenesi..3 puanlar alındığı sürece ne ala, ama ilk kayıpta Saint Presidant ( Aziz Başkan) seni telefon manyağı yapar! Voce entende senor?
***
Sıra Four Starsda!
"Ben görevde kaldığım sürece Hamzaoğlu takımın başındadır" diyen Özbek Başkanın tükürüğü kurumadan yaptığı operasyon sonucu Galatasarayın başına yıllanmış yorumcu, her takımın taraftarı, öz Çeşmeli Denizli Hoca geldi. Bir rivayete göre Hamza Hocanın aldığının iki misli peşinat almış!
Olabilir, aralarında o kadar fark olsun canım ama işe başladığının ikinci haftasında karşılaştığı Beşiktaşın kalesine 90 dakika boyunca birbuçuk kez gittiği bir maçtan sonra "ben hakemin düdüğü hangi nefesle üflediğini bilirim, ben yemem bunları" sözleriyle Büyük Mustafalığını gösterdi ve cümle aleme "vay anasını" dedirtti...
Hocam, bırak bu ayakları da son hafta oynanan ilk yarının 3lük maçında senin kalecin Muslera ile Akhisarın file bekçisi Lucası değiş-tokuş yapsaydınız maç ne olurdu, sen ondan haber ver!
***
Galatasarayın puandaşları Başakşehir, Kasımpaşa ile 28 puanlı Akhisar yarışma zevki getirdiler lige. Öyle gözüküyor ki, sezon sonuna kadar UEFA Avrupa Ligini zorlayacaklar.
Bir alttaki Konya için birşey diyemem ama onu takip eden 26 puanlı Trabzonspora birkaç kelamım olacak.
Ben İstanbul Boğazının Karadenize çıkan kesimindeki şirin semti Rumeli Kavağı takımını çalıştırdım 1990da. Grubumuzu lider bitirdik, 2 ay sonra İstanbul şampiyonu yaptım takımı ve katıldığımız Türkiye Şampiyonasında onca takım arasında 3. Lige çıkmaya hak kazandık.
Bunların hepsini bir futbol sezonu içinde başardım ve sonunda kovuldum!
Rumeli Kavağı mini Trabzondur. Demem o ki, Türkiyede çalışılması en zor camia rengi Bordo-Mavidir.
Okuyorum basında , Lucescu zaten imkansız, efendim Ersun Yanal, Ertuğrul Sağlam filan konuşuluyor. Hangisi başlarsa başlasın, Nisan ı göremez. Belki, Giray Bulak oranın çocuğu olduğu için biraz daha tahammül görür.
Şehrin havasını suyunu bilen Sadi Tekelioğlu ile devam etmek en doğrusu ama iki şartla; kadroda homojenlik sağlanması ve öze dönüş projesinin hayata geçirilmesi. Ek olarak tribünlerin ıslah edilmesi...Yani ölme eşeğim ölme...Ama ne olur deneyin sevgili Karadenizliler...
***
9. sıradan en aşagıya kadar takımlar sezonun ilerleyen bölümlerinde düşme korkusuyla yaşarlar. Bursa ve Rize takımlarını kadrolarıyla bu takımlar içinde yarım gömlek avantajlı görüyorum..
Sonuncu Eskişehirspora da ayrı bir paragraf açmak gerek. Samet Hocadan duyuyorum, şehir eski heyecanını kaybetmiş, çok yazık.
Son Başakşehir yenilgisinden sonra basın toplantısında söyledikleri çok önemliydi. Adeta, adam gibi zorluklarla boğuşmanın bu ülkede işe yaramadığının feryadıydı.
Hoca boşver, para almadığını da biliyorum, bir kaç genç daha hediye ettin nasıl olsa ülke futboluna, anladın herhalde.
Düşmeden söz etmişken, ey başkanlar, teknik adamlar, futbolcular... Duyuyorum TVlerde kulaklarımla, düşmeye oynanmaz, çünkü başarılı olursanız düşersiniz! Düşmemeye oynanır.
***
Birkaç paragraf da Dünyadan ve Avrupadan:
Bazı takımlar ülkelerinde kendi bölgelerinin ve koyu taraftarlarının dışında hiç sevilmezler. Hatta bu sevgisizlik bazen nefret boyutuna varır. En somut iki örnek Bayern München ve Real Madrid...
Pazar akşamı 10-2lik R.Madrid- R.Vallecano maçını izledim. 14.dakikada 10, 35 dakikada ise 9 kişi kalan rakibine karşı Ronaldo, Bale ve arkadaşları ve tabi daha düne kadar gönderileceği konuşulan teknik direktör Rafael Benitez o kadar acımasızlardı ki, 86. dakikada 10. golü attılar.
Rakibe saygı nerede kaldı? İşte bu yüzden sevilmiyorlar.
Yine pazar gecesi Inter-Lazio maçında Melodram vardı. Lider mavi-siyahlı Milanolular, tam maçı zar zor 1-1e getirmişken sahneye Melo çıktı ve önce 85de ceza alanı içinde rakibine birinci derecede şiddet kullandı ve penaltıdan mağlup duruma düştü İnter. Kalan son dakikalarda can havliyle tekrar beraberliği ararken bu sefer Pittbul Laziolu meslektaşına uçan tekme attı, kırmızıyı gördü!
Mancini bu haini niye istedi anlamadım.
Ve Pazartesi skandalı, Blatter ve Platini 8er yıl futboldan men cezası aldılar. Hem de FIFAnın etik kurulu tarafından. Yani ahlaksızlıkyapmışlar. Bu konu çok önemli, araştırıp detaylı yazacağım ileriki günlerde.
Şimdilik kalın sağlıcakla...