Değerli ABC okuyucuları, yarı finalin ikinci ayağı olan İngiltere - Hırvatistan maçının dakika, skor detaylarına girmeden müsaadenizle başka türlü yorumlamaya çalışacağım.
Bir tarafta futbolun 150 yıl önceki mucidi, son Dünya Kupası'nı ben 10 yaşındayken Beyoğlu Sinemaları'nda 'düşük kare' seyrine tanık olduğum, yarım asır önce kaldırmış, yıllardır futbollarına saygı duymamın ana nedeni 'fair play'in, yani centilmenliğin üst düzeyde uygulandığı, yarı finale kalan 4 takımın futbolcularının yüzde 45'inin oynadığı 'Premier Lig'in sahibi, Rusya'ya gelirken tarihinin en genç kadrosunu kurmuş Gareth Southgate'in, iki kez kendisine teklif edilmişken , "daha hazır değilim" diyerek reddeden takımı İngiltere; diğer tarafta ise kayaktan atletizme, futboldan basketbola, spor kültürünü damarlarına kadar özümsemiş, sol geleneğin eski üyesi Yugoslavya'nın bölünmesinden sonra doğan futbol ülkesi 4 milyon nüfuslu Hırvatistan...
Grup maçlarınnın on iki tanesini seyrettikten sonra sizlere bir görüş yazmıştım. Bu turnuvanın gizli favorileri Belçika ve Hırvatistan'dır, geçmiş yazılarımdan bulabilirsiniz, hatta dünkünden bile... Bu düşüncem sihirbazlık asla değildi çünkü yıllardır bu iki ülke takımını. Özellikle Belçika ligini takip ediyordum... Hırvatistan ligi ise tüm futbolcular Avrupa'nın üst düzey takımlarında daha çok para kazanmak amacıyla oynadıkları için alt düzeyde olduğunu zaten biliyoruz...
Benim bu 2 gizli favorim sırasıyla Almanya, Arjantin,Portekiz, İspanya ve en son Brezilya elendikten sonra açık favori oldu... Bir önceki yarı final maçında Belçika 90 dakikalık oyunuyla hak ettiği maçı Fransa'ya karşı kaybedince tek dayanağım Hırvatistan kalmıştı.
Ancak maç öncesi İngiltere'nin avantajı şu olabilir diye düşünüyordum; Hırvatistan takımı son 2 oyununda 120 dakikalar yaşamıştı, fakat yeni birer akciğer takmışlar herhalde, bu son maçta uzatmaya gidince bu kadar koşmak, mücadele etmek, yetmedi. Oyunun hakimi olmak takdire değerdi doğrusu... Bu arada İngiltere'nin hakkını teslim etmek gerekir, takım oyununu layıkıyla uygulayan, fizik mücadeleye tekniği de katan müthiş bir takım yaratmış, o hani, daha hazır değilim diyen 'Southgate'.
İngilizler bu yolda 'kazanan kaybedenlerdendir'. Çok üzüldüm onlar adına. Ama fark etmez, dünyanın üst düzey futbolcuları Premier Lig'de oynamak adına can atıyorlar hala.
Yazımın sonlarına gelirken pazar günü oynanacak final için bir iki kelam etmek istiyordum ki 15 Temmuz'a denk geliyor galiba. Neyse, Fransa ve Hırvatistan ulusları bu tarihin ne anlama geldiğini bilmiyorlar çok şükür. Aklıma başka görüşler saplandı birden bire.
2018 World Cup finaline kalan Hırvat takımının teknik direktörü Zlatko Dalic 6 yıl önce U 21 takımının yardımcı antrenörü imiş, bizim milli takımlar tarihinin son 25 yılına damgasını vurmuş. Türkiye Futbol Direktörü Terim de bir zamanlar Danimarkalı Piontek'in A takımında yardımcısıydı, çok bilen futbol medyamız tarafından hemen 'imparator' ilan edildi. Yıllar yılları kovaladı ve biz 2018 Rusya'yı evimizde izliyoruz. Karşılığında Fatih'e 9 milyon lira tazminat ödediğimiz halde.
2008 Avrupa Şampiyonası'nın çeyrek final maçında Hırvatistan'ı uzatmaların son saniyesinde Semih'in mucizevi golüyle elediğimiz maça ulusça çok sevindik ve sonraki yıllarda Beşiktaş'a hoca olan o zamanın Hırvat hocası Slaven Bilic'e medya olarak bu skoru çok sorduk. İmparatoru parlattıkça parlattık. Hatta O şampiyonada 3'üncülük maçı oynanmadığı halde kendimizi Avrupa üçüncüsü ilan ettik.
Peki, sonuç; yılda 3,5 milyon Euro ödediğimiz, bir de üstüne tazminat verdiğimiz Terim şu anda Bodrum'da Dünya Kupası'nı bizim gibi
evinde izliyor. Ama O Bilic'in takımı pazar günü final oynayacak. Hem de yılda 500 bin Euro para alan Dalic patronluğunda.
Bu örnekten bile ders alıp ilerisi için yeni bir proje düşünüyor musunuz Sayın Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoglu, geriye dönük bir soruşturma başlatmak aklınızdan geçiyor mu? Yoksa, Genel Müdürlüğünü yaptığınız 'Spor Toto'nun fıtratında olan şansa mı bırakacaksınız ülke futbolunun geleceğini?
Neyse, daha çok yenisiniz, bir süre beklemek gerek.
Maça dönecek olursak; sahada ter döken gireniyle, çıkanıyla 30 futbolcuya teşekkür ediyorum. Vakit geçirmeden, kendini yere atmadan, futbolun güzelliklerini bizlere 120 dakikanın son saniyesine kadar izlettirdikleri, 'top böyle oynanır' dedirttikleri için...
Bir teşekkür de Cüneyt Çakır'a. Böylesine yüksek tempoda geçen maça ayak uydurduğu, hatta katkı yaptığı için, üst üste iki Dünya Kupası'nda yarı final yönetebilmek büyük bir kariyer başarısıdır. Tebrikler Çakır...