Önce geçmişe dair bir anektod: 2001/2002 sezonu, rahmetli Özhan Canaydın başkan, Mircea Lucescu 55 yaşlarında Galatasaray teknik direktörü... Takım şampiyonluğa gidiyor, bitime birkaç hafta var... Bundan sonrasını Başkan Canaydın bir kahvaltıda benimde yakınım olan bir dostuna anlatıyor...
"Ligin bitimine az kalmış, şampiyon olmaya çok yakınız, Lucescu'ya birikmiş alacakları olan 350-400 bin Euro borcumuz var, kasa tamtakır... Futbolcuların maaşlarını, primlerini bile ödemekte zorlandığımız bir dönem... Birgün hoca beni aradı ve konuşmak için randevu istedi, eyvah dedim, şampiyonluğa gidiyoruz ya, adam alacaklarını istemeye geliyor... Kulübe uğrayamadığım günler, mecburen Nişantaşı'ndaki evime davet ettim... Fransızca konuşuyoruz, çok kibar bir şekilde alacağına mahsuben oğlunun Bükreş'te açacağı bir lokanta için 25 bin Euro avans istedi... Rahatladım ve derhal odama gidip şahsi çek imzaladım...
Ve o günkü mahcubiyetimi unutamam, ama devamında ben ne yaptım, takım o sezon isimsiz, maliyeti düşük kadroyla şampiyon oldu, fakat bir hafta sonra seçimli genel kurul var... Camia yeniden seçilmem için Fatih Terim i getirmemi istiyor... Hocayı tekrar evime davet ettim, kendisine durumu anlattım, başarısı için minnet duyduğumu, alacağını kısa vadede ödeyeceğimi söyledim, ama maalesef yolları ayırmamız gerektiğini izah etmeye çalıştım... Gözleri doldu ve bana " Mr. President, mali durumunuzu biliyorum, benim derdim para değil, bana bu takımla Şampiyonlar Liginde oynama fırsatını verin, ben Galatasaray'ı çok sevdim, gerekirse geçen sezonki alacağımdan vazgeçerim"...
Ne yazıkki hayatımın hatasını yaptım, bu beyefendi adamı gönderdim,Terim'i getirdim, gerisini biliyorsun zaten"...
Evet, gerisini tüm futbol kamuoyu biliyor, Fatih Terim in bitmez tükenmez transfer istekleri, bir sonraki sezon Mircea'nın Beşiktaş'ı Galatasaray'ın 2 puan önünde şampiyon yapması, Terim'in yeni sezon için kulübü maddi açıdan dar boğaza sürükleyen 17 transfer daha yaptırması ve ligin bitimine birkaç hafta kala Fenerbahçe'nin 22 puan arkasındayken istifa edip gitmesi. Özhan Canaydın'ın kulübün borçlarını cebinden kapatmak uğruna Bursa'daki tekstil işlerini küçültmesi, sonra batırması, sağlığının bozulması ve 67 yaşında kendisini ölüme götüren süreç... Bunların hepsini yaşadık gördük, "Özhan Abi"nin cenaze töreninde "sağduyulu" Galatasaray'lıların Fatih Terim hakkında neler söylediklerine şahit oldum..
Neyse, konumuz Lucescu, Terim değil, konular buralara sürükledi, aslında iyide oldu, çünkü iki futbol adamı arasındaki kıyaslama kafalarda belki biraz daha şekillenmiştir..
Lucescu'nun futbolculuk yıllarına bir "flash back" yapalım dilerseniz... Mircea 70'li yıllarda Romanya'da o zamanlar Ordu takımı olan Dinamo Bucharest'de forma giyiyordu, orta saha oynar, 8 numara giyerdi. Nereden biliyorum, Google dan değil, 75 veya 76 da İnönü Stadında Fenerbahçe'ye karşı bir hazırlık maçında çıplak gözle izlemiştim... Müthiş bir orta saha oyuncusuydu, zaten her Temmuz ayında Fenerbahçe başkanı rahmetli Emin Cankurtaran'ın transfer listesinin başında gelirdi, Ziya'lı , Fuat'lı Fener orta sahasına da yakışırdı hani... Ancak Romanya'nın o zamanki rejimi futbolcuların yurt dışına transferine izin vermiyordu, NATO bile araya girse olanaksızdı..
Futbolu bıraktıktan sonra antrenörlüğü seçen Lucescu Romanya Milli takımı, Dinamo Bucharest, İtalya'da AC Pisa ve 5 sezon Brescia derken Galatasaray'a yolu düştü... Terim'den aldığı takımla ayağının tozuyla 2001 Ağustos da Real Madrid i Jardel in "altın golüyle" yenerek Süper Kupayı Galatasaray müzesine armağan etti ve yukarıdaki öykü eşliğinde 2002 Mayıs'ında camiaya birde şampiyonluk kazandırdı..
Kendisine yapılan "mecburi" vefasızlıktan sonra Beşiktaş'ın teklifini kabul eden Romen Futbol Dervişi Siyah-Beyazlıların 100'üncü yılını şampiyonlukla taçlandırmasına büyük katkı yaptı, üstelik tüm derbileri kazanıp 86 puan gibi yüksek bir puanla... Bildiğim kadarıyla geçmiş sezondan eski kulübünden kalan alacağı Galatasaray'dan transfer edilen Ahmet Yıldırım ve bazı ilişkiler yoluyla kapatıldı... Yani hocanın o sezon maç primleri dışında Beşiktaş'tan aldığı ücret çok komikti, onun tek derdi prestijdi, bunu da kendisine tercih edilen Terim'in takımını geçip şampiyon olmakla başardı..Bazı değerler madiyattan çok önemlidir çünkü...
Ama arkasından öyle bir 2003/4 sezonu geldiki, bu konu halen Beşiktaş camiasında hararet, dedikodu ve anlamsız suçlamalarla tartışılır... Ben o konunun tam göbeğindeydim ve sağlam bilgilerim var. Lucescu'yu ilerleyen yıllarda Türkiye'den soğutan, uzaklaştıran süreçe geçelim dilerseniz...
Sezonun ilk yarısını Lucescu yönetimindeki Beşiktaş bir önceki yılın performansını devam ettirerek 11 puan önde bitirdi... Tatil döneminde o yıllar Digitürk Lig TV'nin Avusturya lisesinden arkadaşım olan üst düzey bir yöneticisini aradım Antalya'dan, "nasıl gidiyor işler" " diye... "Berbat" dedi ve devam etti, "Hergün patrondan fırça yiyoruz, Beşiktaş açık ara önde , rakip takım taraftarları decorderlerini iade ediyor, bazı Beşiktaş'lılar bile üyeliklerini iptal ediyorlar, bu böyle devam edemez, size ikinci yarı bir operasyon yapacaklar, aşağıya çekecekler, şampiyonluk heyecanını ticari açıdan yaşatmak için...".
Şaşırdım ve inanmadım tabi, "Birkaç güne kadar geliyorum Istanbul'a, detaylı konuşuruz" dedim ve bir Rumeli Kavağı akşamında uzun sohbet ettik kendisiyle... Sanki gerçeklik payı var anlattıklarında. Ama yine inanasım gelmiyor, bir takımın sahadaki oyununa masa başında nasıl engel olunabilir diye düşünüyorum saf aklımla... Dönemin TFF başkanı Haluk Ulusoy, Galatasaray kongre üyesi, ama Beşiktaş'ı en yakın takip eden Fenerbahçe ve Trabzon, Terim'in takımı daha gerilerde...
Uzatmayalım... İki hafta sonra Ocak sonu, karlı bir Pazar günü Ömer Lütfü Kırdar'da Beşiktaş'ın olağan kongresi sonrasında kar yağışı altında yürüyerek stada iniyoruz... İkinci yarının ilk maçı var Samsun Spor ile... Rahmetli Kazım Kanat'la basın tribünündeyiz... Zonguldak bölgesinden ismini anmak istemediğim bir proje hakemi lig tarihinde ilk kez Istanbul un üç büyüğünden birini 6 kişi bırakıyor ve Beşiktaş hükmen mağlup olduğu gibi haftalar boyu süren futbolcu cezalarına maruz kalıyor ve arkadaşımın anlattığı plan ilerleyen maçlarda da sahneleniyor, Hatta ligin bitmesine 5-6 hafta kala İnönü'de Fenerbahçe maçına çıkılıyor, Beşiktaş maçı alırsa rakibiyle puan farkı 1'e inecek ve son haftalarda Trabzon'unda dahil olduğu müthiş bir final yaşanacak, tam ticari yani, bulunmaz fırsat.
Staddayım, Fenerbahçe 1-0, Beşiktaş 1-1, ikinci yarı Sergen'in düşürülmesine yine ismini anmak istemediğim bir hakem penaltı vermiyor ve maçın sonlarına doğru Fenerbahçe bir gol atıyor 2-1, bire düşecek puan farkı birden yediye çıkınca Şeref tribünün önündeki bazı terbiye özürlü kongre üyeleri başkan Sedar Bilgili'nin kızlarına varıncaya kadar küfüre başlıyorlar, çok çirkin. Ama ne yazıkki böyle oldu... Başkan istifa ediyor ve Beşiktaş geriye kalan maçlarında o depresyonla başka puanlarda kaybedip ligi 3 üncü bitiriyor... Arkadaşım, daha doğrusu Türkiye'deki düzen haklı çıkıyor..
Bu ikinci öyküyü niye bu kadar uzun, detaylıca anlattım, sezon sonu Lucescu şu tarihe geçecek haklı kelamları ediyor yaşadığı travmadan sonra: "Türkiye deki futbol ortamı Cavusecu'nun Romanya'sına benziyor..." diyor ve bir daha dönmemek üzere 57 yaşında Ukrayna'ya yelken açıyor..
10 yıldan fazla Shaktar Donetsk i çalıştırıyor, biliyorsunuz orada Dinamo Kiev rekabeti var... Takımını her yıl şampiyon yaptığı gibi, birde araya UEFA şampiyonluğunu sıkıştırıyor, yani harika bir kariyer... Bu arada Avrupa'nın anlı şanlı kulüplerinden çok daha yüksek ücretlerle sürekli teklifler almasına rağmen kabul etmiyor. Çünkü Donetsk kentinde huzurlu, ayrıca kulübün başkanıyla güzel ve dürüstlüğe dayanan bir dostluk kurmuş, tıpkı bir zamanlar "Özhan ağbiyle" kurduğu gibi...
Bu arada, ülkemizde sezonları başarısızlıkla kapatan "büyük" takımlarımızın hep gündeminde, hatta Ulusal takımın her daim adayı... Ben de hep diyorum ki bu tip yorumculara veya tanıdığım kulüp yöneticilerine "gelmeeeez"...
Çünkü, biliyorum gelmek istememe nedenini....Şimdi yine uzun bir üçüncü bölüme hazırlanın lütfen konuyla ilgili sevgili ABC okuyucuları..
Lucescu 2004 de bu ülkeyi terk ederken ettiği yukarıdaki laf Hıncal Uluç'un başını çektiği faşist, ayrımcı, liyakata önem vermeyen, kişilerin ne demek istediğini anlamak istemeyen bazı ucubeler tarafından TBMM'ye taşındı, bu ülkede bir daha çalışamaz, çünkü ülkemizi Romanya'nın Cavuscesu'sına benzetti diye...
Hıncal Uluç'a, konuya bakan bir kaç hakime kaç kez yazdım , suçlamanız yanlıştır diye, bırakın hakimleri , bir zamanlar dost olduğumuz
Hıncal ın sekreteri Yasemin'den (Yaso) yanıt bile gelmedi...
Merdan Yanardağ'ın vatanseverleri buluşturduğu bu platformu, sırtını Sabah ve ATV grubuna dayamış, iktidar propagandası yaparak kalan ömrünü geçirmeyi hedefleyen Hıncal benim bu makalemi okumayacak belki, ama ABC'yi izleyen yüzbinlerce kişiden biri ona anlatır...
Bak Hıncal ağbi, ne yapalım sana öyle hitap ederdim eskiden, sana son kez sesleniyorum... Lucescu "Türkiye, Romanya'nın Cavusescu'suna benziyor demedi, futbol ortamı benziyor." dedi... Bunu bir anla ve bir kenara koy... Ayrıca bu kelimeyi 2004 de söylemişti, aradan 15 yıl geçti, e haklı da çıktı senin anladığın manada...
Neyse, Hıncal'ı da Istanbul sokaklarında dolaştığı siyah Mercedes'iyle , kırmızı ışıkta geçenleri ihbar etmesiyle başbaşa bırakalım... Konumuza dönelim...
Futbol dervişi Lucescu, sana sesleniyorum...O kadar değerli bir futbol aktörüsün ki, 4 dili ana lisanın gibi kullanabilen, oğlun Rezvan ı da baba mesleğine çeken, Türkiye'ye bir daha uğrayıp en azından 8-10 ayda yaş ortalaması 30 olan Ulusal takımın ortalamasını 24'e düşüren bir yol gösterensin... Zaten sorunun senden önceki Türkiye Futbol Direktörü'nün 14 yabancı kuralına imza atmasını defalarca dile getiriyorsun...
Haydi git ülkene, bir daha da gelme, ailenle iyi yaşa..
Senin yıllarca önce futbol adına söz ettiğin Cavusescu dönemine genel olarak girdik ne yazıkki...
Bizleri affet, kazandırdığın gençlere ileride iyi bakamayacağımız için...
La revedere....